“Biz denize insan dökmedik, taş döktük, yol yaptık, tünel yaptık,” diyor aymaz, yobaz belediye başkanı. Daha büyük bir mevki bekliyor, belli ki yalaka. Ya da beyni o kadar çalışıyor. Dinle öyleyse.
Bizim denize döktüğümüz insan değil, düşmandı. Bugün olsa yine dökeriz. O düşman ki, emperyalistlerin maşası, oyuncağı, uşağı, kuklası olarak, bu topraklara ayak bastığı andan, denize döktüğümüz ana kadar, insanımıza işkence etmiş, kanımızı dökerken kinini kusmuş, toprağımıza, canlarımıza, ırzımıza, namusumuza el uzatmıştı.
Sen “Harim-i İsmet” ne demektir, bilir misin, başkan efendi? “Mukaddes ocak, aile ocağı” demektir. Senin fıtratın bunu anlamaz. Ama biz ona dokundurtmayız, el sürdürmeyiz. Dokunanı da, el süreni de, bırak denizi, gayya kuyusuna atarız.
Yüzlerce, binlerce kitabın yanında senden, Hasan İzzet Dinamo’nun dokuz ciltlik “Kutsal İsyan Kutsal Barış” kitabını okumanı beklemiyorum. Zaten sülalen bir araya gelse okuyamaz. Belki adını bile duymadın. Ama bari ağababalarınızın “Keşke kazansaydı,” dediği, Yunanistan’ın araştırmacı yazar-gazetecisi Tasos Kostopulos’un, Yunan askerinin Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu’da işlediği cinayetleri, barbarlıkları anlatan “1912-1922 Savaş ve Etnik Temizlik” adlı kitabını okuyabilsen, yüzün biraz kızarır mıydı, biraz arlanır mıydın, ananın yüzüne bakarken utanmak diye sadece insanlara mahsus bir duygunun varlığını da hatırlayabilir miydin?
Bak neler var o kitapta: Tırnak sökmek, un çuvalına sokarak dövmek, çuvala koyup suya atarak boğmak, ağaca asarak kasap gibi parça parça kesmek; diri diri kendilerine kazdırılan çukura gömmek; gözleri oymak, kulak kesmek, kol bacak kesmek, camiye doldurup yakmak, evlerde soygun, silahı kurbanın eline verip kendi kendini öldürtmek; dağa kaldırmak, ırza geçmek, kadın memelerinden kebap yapmak, kadınlara zorla kesilmiş erkek cinsel organlarını çiğnetmek, çocuklara ana-babalarına zorla tecavüz ettirmek, kurşuna dizmek, kadınların edep yerlerine bomba koyup patlatmak, kızgın demirlerle dağlamak, boğaza, kulağa, gözlere erimiş kurşun dökmek, tabanları yarıp tuz basarak yürütmek, tabanlara nal çakmak, vs
Şimdi söyle başkan efendi…Sen evin basılıp, 15 yaşındaki kız kardeşin çırılçıplap soyulup dans etmeye zorlanır, sonra da sırayla ırzına geçilirken, her ırza geçilişi belirlemek için göğsüne süngüyle çentik atılırken, evini o iğrenç Yunana bırakarak denize taş dökmeye mi giderdin?
Sen, yürümeye mecali olmadığı için cepheye gidemeyen baban, bacaklarından ağaca asılıp, tıpkı bir kasabın kurban kesişi gibi parçalara ayrılırken, “Bizim istikbalimiz İngilizlerdir. Asıl hainler Anadolu’da,” diyen padişahının tebası olmaktan gurur mu duyardın.
Senin düşman askerine teslim olmaktansa, yanan evinden çıkmayan ve eviyle birlikte cayır cayır yanan kızın kadar onurun oldu mu hiç?
Örnekleri uzatmayacağım başkan efendi. Ama bil ki, biz senin “biz” dediğin devşirme yobazlardan değiliz. Olamayız da. Sen de bizden olamazsın. Bir gün yanımıza sığınmaya geldiğinde sana bunları hatırlatacağız.
Hadi, sen git fıtratına, meşrebine, mezhebine uygun olarak ormandan, denizden, doğadan, çocuklarının geleceğinden çaldıklarınla denizi taş dökerek havaalanı yap, liman yap, yol yap. Sonra da oralara bekçi kulübesi kurarak ananı, bacını, kardeşini katledenlerin yolunu gözle.
Böyle bir şey yaşanırsa, bu ulus onları yine denize dökecektir. Ama bil ki, daha önce olduğu gibi onların, işbirlikçilerini, maşalarını, yalakalarını, yardakçılarını da denize, taş yerine dolgu maddesi yapacaktır.
Bu ulusun gerçek evlatlarının tercihi hiçbir zaman savaş olmamış, ama harim-i ismeti için gerektiğinde savaşmaktan da kaçınmamıştır.
Aliya İzetbegoviç’in “Savaş yenildiğinizde değil, düşmana benzediğinizde kaybedilir,” demişti. Kime benziyorsun bilmem ama biz benzemediğin kesin.
Anladın mı yobaz, anladın mı yalaka, anladın mı yardakçı, anladın mı kör cahil?