Diyarbakır’da yaşanmıştı olay geçtiğimiz yıl… günün aydınlık saatinde bir çocuk kaybolmuştu, haberi de akşamdan sonra verilmişti! Ondokuz gün boyunca aranmıştı Narin… Avuç içi kadar köyün içinde, tepede gözetleme kamerası olmasına karşın kocaman ondokuz gün geçmiş, yine de bulunamamıştı! Medyanın gücüne inanmayanlar, medyada oluşan tepkilerle unutturulmayan Narin’in cansız bedenine daha önce de altı/ üstüne getirilen dere kıyısındaulaşabilmişti… Neden, kimlerce katledildiği belirlenemedi, “ihbarlar/ söylentiler” akla gelen neler varsa üstüne gidildi, sorgulaması yapıldı sözde, sözde “sorular” yanıt buldu!
Bir Narin değil ki günlerce aranıp da bulunamayan, bulunduğunda insanı “insan olmaktan” utandıran, katledilmek için nasıl bir “suç” işlediği ortaya konamayan bir Narin değil ki… Kaç çocuk katliamı yaşadık anımsayın; Ağrı’da günlerce aramalara karşın bulunamayan mavi gözlü Leyla vardı, neler yaşamıştı, daha dört yaşındaydı, soruşturma yakınlarının üzerinde yoğunlaştı, sonra da tamamı serbest kaldı! Daha çokları var, hepsi birbirinden yalın, hepsi birbirinden apak, “kendi kendilerini” katletmişler gibi bir başlarına bırakıldılar!
***
“Çocuk” denilince duranlardanım, “sağlık” dendiğinde yerimde kaldığım gibi…İkibuçuk yıl önce yaşanan yüzyılın yıkımında molozların altından çıkmayanlar olmuştu! İçişleri Bakanlığı’na seksenaltı çocuğun başvurusu yapılmıştı! Chp Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım elinde otuzsekiz çocuğun listesinin olduğunu söylemişti! Sonucun ne olduğu, kayıpların nerede olduğu açıklanmamıştı! Akla gelmedik “soru” yok, ancak “hiçbirinin” yanıtı da yok!
Çocuklar, büyüklerin kendileri için kurduğu “karanlık” gelecekten habersiz; yaşamaları, gülebilmeleri, umuda sarılabilmeleri şans sanki! Küçücük elleri, ince/ temiz bakışları karanlık! Çok şeyler söylendi o dönemde anımsayın! Bir annenin “enkaz kaldırılırken bile iş makinelerinin başında bekledik, herhangi bir iz/ parça/giysi bulabiliriz diye; ama yok ne enkazda ne cansız canların arasında" çığlığı unutulacak gibi değildi, alışık bir “umutsuzluk/ kaygı/ bir başına kalış” değildi!Bu yurdun yurttaşının çocuklarıydı…
***
Daha dün, Mardin'in Kızıltepe ilçesinde bir evde nedeni bilinmeyen yangın çıktı. Üç katlı evin giriş dairesinde her yanı alevler sardı. İtfaiye ile polis ekipleri kapıyı açamayınca duvarı kırdılar, dumanların arasından çıkardılar. Hepsi yaşam savaşı veriyordu, beşi çocuktu yaşları ikiyle sekiz arasında… Hepsinin daha yürüyecek, koşacak, gülecek, yaşayacak günleri olmalıydı! Öyle olmadı işte! Yaşamın içindeki çığlıklar yangın dumanlarının arasında son bulmuştu iki çocuk için… Doktorların çabasına karşın beş yaşlarındaki Bekir Çeçen ile Merve Kerse yaşama tutunamamıştı!
Yangınlar bitmiyor ki…Daha yılın başında, Bolu Kartalkaya’da çıkan otel yangınında otuzsekiz çocuğun yanarak yaşamını yitirdiği ileri sürülmüştü! Sayı aşağı mıydı, daha da çok muydu belirsiz… Alya, Vedia Nil, Nehir, Vedat, Elif, Eren, Doğa, Mavi, Pera, Esat, Kerem, Lalin, Oya, Ala Dora, Pelin, Dila, Ela… Daha çokları vardı! Kimi anne/ babaları/ kardeşleriyle bir “doymazlık” uğruna mum gibi oldukları yeri aydınlatmak isterken söndürülmüştü, kimi bir başlarına yangın dumanının karasında kanatlanıp uçmuştu… Bizim çocuklarımızdı, bu yurdun şarkılarını, sevinçlerini, yazgılarını yaşayacak çocuklarımız… O günden bu yana neyin savaşı veriliyor, neyin suçluluğu yaşanıyor bilen var mı?
***
Bu yurdun çocukları… Narinler, Leylalar, Bekirler, Merveler… enkazın altında kalanlar, yangında yitip gidenler, günlerce aranıp da bulunamayanlar… Onlar için tutulmamış yas, sorulmamış hesap, duyulmamış çığlık var bu topraklarda. Adları unutuldu, katledilişleri sıradanlaştırıldı, acıları sessizliğe gömüldü. Şimdi herkes Filistinli çocuklar için çığlık atıyor, Gazze’deki çocukların acısını insanlık borcu sayıyor; öyle sayalım! Elbette acı ortaktır, elbette çocuk ölümü coğrafya ayırmaz; çocuk her yerde çocuktur, sevilesi elleri/ gelecekleri/ umutları olmalı katledilmekten daha çok… Ancak bu yurdun çocukları katledilirken susanların, başka coğrafyalardaki çocuklar için yükselttiği çığlık hiç de içten gelmiyor bana; bakın bir suna boylu çocuk daha gözleri yaşlı aile içi şiddetin ortasında kalmaktan, bir çocuk daha aç gitti okula, bir çocuk daha dayak yemekten morardı sırtı, gördünüz mü?