"Bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatan da; köleliğe, sefalete düşüren de yalnız eğitimdir."
Atatürk
Geçmiş zaman olur ki!
Yıl 1978...
Milli Eğitim Bakanının "birlikte çalışalım" önerisini, “belki bir şeyler yapabilirim” diyerek kabul etmiştir.
Bakanlıktaki odasının penceresinden uzun uzun bakınır ve "Köy öğretmenliğinden başlayıp, nice savaşımlardan kıyıımlardan haksızlıklardan geçip buraya gelmiştim. Kendi kendime: ‘Hey gidi ortakçının oğlu!’ dedim. Kişisel bir doyumdu belki ama duygulandım."
Değerli okurlar,
"Beş yıllık Köy Enstitüsü eğitimi sadece beni değil halkı da kurtarmalıdır." diyerek o öneriyi kabul eden kişi Talip Apaydın¹'dır.
O, Köy Enstitüleri’nin özünü anlatan, bireysel kurtuluşun toplumsal sorumlulukla taçlandığı aydınlanma projesinde sadece bir meslek edinmediğini; kitapla, sanatla ve “yaparak yaşayarak öğrenme” modeliyle donatıldığını ve kendi kaderini halkının kaderinden ayrı göremeyeceğini fark etmiştir ki, bu topluma duyduğu derin sorumluluktur.
O, "Türk insanı, kadın-erkek, köylü-kentli, bir sürü sorunla mücadele etmekte, onların içinden gelmiş bir yazar olarak, onları görmemek, yazmamak mümkün değil” diyerek pek çok romana ve şiire imza atmıştır.
Bu yazımızda, taşıdığı ruhun edebi dışavurumunu “Eski Yapı” adlı şiirinde de gösteren bir kişiden söz ediyoruz.
Şiirindeki,
“Derin vuruyoruz kazmayı / Kof sesler geliyor dipten / Çürümüş yıllardır / Değiştireceğiz bu yapıyı kökten / Biraz daha gayret / Sallanıyor her yeri / Kovuklarda böcekler çıyanlar / Bir telaş kıyamet / Yıkacağız başka çare yok / Yıkıp yeniden yapacağız / Temelden çatıya uygarca / Girip içine adam gibi yaşayacağız”
dizeleri adeta bir mücadele manifestosu gibi değil midir?
Özellikle “böcekler ve çıyanlar” metaforu ile sadece kendi dönemine değil bugünlere de ışık tutuyor ve çürümüş bir düzenin karanlık köşelerinde yaşayan, değişimden korkan ve onu sabote eden güçlerden söz ediyor.
Toplumsal gerçekleri cesaretle ele alıp irdelerken adeta “inşa eden” bir öğretmen, “ifşa eden” bir yazar kimliğiyle de öne çıkıyor.
Onun böcekler ve çıyanlar dediklerinin, bilgi çağında yani dijital dünyada daha organize ve görünür olmaları ve aydınlanmaya, şeffaflığa ve ilerlemeye neden direndikleri noktasında sosyoekonomik, tarihi, kültürel binlerce şey söylemek mümkün ama yozlaşan insanî değerler daha büyük bir sebep ve sıkıntı gibi...
Bilimsel gerçekleri “yabancı komplo” diye yaftalayan, eleştirel düşünceyi hedef alan bu bilgi düşmanlarının kovukları ise yalan ve dezenformasyonun kolayca yayılabildiği, algoritmalarla beslenen eko-odaları (yankı odaları) yaratarak insanları tek tip düşünceye hapseden sosyal medya ortamlarıdır, medya organlarıdır.
“Isaac Asimov² ve Carl Sagan³'ın, "herkesin fikri eşittir" diyerek bilimi, uzmanlığı, eğitimi yok sayan hatta cehaletlerini bir matah sayıp demokrasiyi de zehirleyenlere karşı söyledikleri “Bilim, cehaletin karanlığına karşı bir mumdur ve o mumları söndürmek isteyenler her zaman vardır." sözlerinden ilhamla "o karanlığı deleriz" diyebilmeliyiz.
Doğayı talan eden, kamuyu yağmalayan, yolsuzlukla beslenen, bu düzenini ve rahatını korumak için yargıyı manipüle eden, medyayı susturan ve küresel vergi cennetleriyle ulusal denetimden kaçan rant ve çıkar ağları ve ağaları vardır ki, “Yapı sallanıyor” hissiyle de “telaş kıyamet” içinde yaşadıkları yadsınamaz.
"Uzak mesafedeki kamu görevlileri, yolsuzluk, talan ve israfa davetiye çıkarırlar, zira halkın gözünden uzaklık, denetimi imkansız kılar." der Thomas Jefferson⁴. Eğer o rant ağları mesafeyle büyüyorsa, şeffaflık kazmamızı kullanmamız tek yoldur.
Yeteneği değil de sadakati ödüllendiren ve böylece vasıfsız bir “böcek ordusu” yaratan zihniyete sadece liyakatin katilleri diyebiliriz. Kamuda ve özel sektördeki o kayırmacılık ağlarıyla uzmanlığı değersizleştirip içi boş popülizmi ve 'influencer' kültürünü yücelterek yenilikçi ve üretken insanları sistem dışına itenlere ne denmeli?
Sokrates⁵ diyor ki, "Sadece bir iyi vardır: Bilgi; ve sadece bir kötülük vardır: Cehalet." Gerçekten liyakati yok eden biat kültürü cehaletin ta kendisi değil midir?
Ayrıca toplumsal ifade özgürlüğü, seküler yaşam gibi medeni değerleri aşağılayan, değişimi ahlaki çöküş olarak lanse eden kültürel gericiler de var. Onlar karanlık ve hareketsiz ortamları seven, aydınlıktan rahatsız olanlardır.
Voltaire⁶ diyor ki: “İnsanlar, yeni fikirleri ilk ortaya atanlara taş atar; sonra da benimserler.”
Gericiler de değişimi 'ahlaki çöküş' diye taşlar ama elimizdeki medeniyet kazması bu direnci kırar. Bu, aydınlanmacıların, reformcuların, bilim insanlarının karşılaştığı direnç kabul döngüsünü de anlatmaktadır.
Ne Yapmalı?
Reçete nettir: “Yıkacağız başka çare yok / Yıkıp yeniden yapacağız / Temelden çatıya uygarca.” ki, bu yıkıcı bir öfke değil kurucu bir iradedir fakat bu yeni yapıyı nasıl inşa edeceğiz?
Böcekler, ancak aydın ve örgütlü bir toplum karşısında etkisiz kalır. Bilimsel düşünce rehber edinilmeli, sivil toplum örgütlerinde dayanışma ağı güçlendirilmeli...
"Bilgi sonsuza dek cehaleti yönetir; kendi kendilerini yönetmek isteyen bir halk, bilgiyle silahlanmalıdır."
James Madison⁷.
Yolsuzluk ve yalanlar, belgeleriyle açıklanmalı, bağımsız gazeteciler ve araştırmacılar desteklenmelidir.
"Şeffaflık, riski azaltır; zira gerçekler, söylentilerden daha az korkutucudur." der Warren Buffett⁸. Gerçekten kof sesleri şeffaflıkla susturmak, söylentiyi gerçekle ezer. Yani belgeler ve ifşaat, yeni temelin de tuğlası...
Eğitimde, Köy Enstitüleri ruhunu canlandıran, sorgulayan düşünen bireyler yetiştirmek öncelikli hedef olmalı. Mesela, bir öğretmenin sınıfta sorduğu eleştirel bir soru veya savunduğu bilimsel bir gerçek inşa edici ve dönüştürücü değil midir?
Temeli eğitimle atmak mı?
Atatürk'ün 'en hakiki mürşit ilimdir." sözü ve Muzaffer İlhan Erdost⁹'un: "Köy Enstitülülerinden yetişenlerin, geleneksel ve bürokratik kara kuşatmaya göğüs gererek köylere götürdükleri zihinsel, bedensel ve üretimsel eğitimle bütünleşen bir eğitim ışığı olduğu kadar, köylülüğü geleneksel bağımlılıktan kurtaracak demokratikleşmenin de ışığıdır..." düşüncesiyle, adam gibi yaşanabilecek alternatifler yaratırken, mücadeleyi sadece eleştiriyle sınırlı tutmayıp, kooperatiflerle adil ekonomi, yenilenebilir enerjiyle sürdürülebilirlik ve katılımcı demokrasiyle “uygar yapı”nın somut tuğlalarını döşemek gerekir.
Paulo Freire¹⁰'nin dediği gibi "Eğitim, özgürleştirici bir güçtür; baskıya karşı diyalog ve eylemle etik bir dünya kurar."
Henry Giroux¹¹, "Freire ve Adalet Düşmanları" adlı eserinde;
Paulo Freire, eğitimcileri ve kültür emekçilerini,
bizi karanlık bir geçmişe, yani korku, terör ve boyun eğme ile geçmişe sürükleyecek güçlerle yüzleşmek için gereken güçlü bir inanç ve cesaretle hareket etmeye teşvik etti. Sadece tarihten ders çıkarmayı deg̈il, onu dönüştürmeyi, baskıya meydan okumayı ve kendimizi adalet ve kurtuluş mücadelesine tüm benliğimizle adamayı öğretti.
Şimdi, her zamankinden daha fazla, sorgulayıcı eğitimin savunucuları ve destekleyicileri olarak Freire’nin uyandırdığı ruhu realize etmenin tam zamanıdır. Onun içimizde ateşlediği inanç, yüreklilik ve cesaretle yükselmeliyiz, bizi korku ve itaat mazisine zincirlemeye çalışanlarla yüzleşmeli ve adalet, eşitlik ve kolektif özgürleşmeye dayanan bir geleceği korkusuzca inşa etmeliyiz.
Freire’nin bireysel ve kolektif direniş çağrısını bir kurtuluş aracı, özgürleştirici bir güç olarak görmeli, öğrenmenin, bizzat kendisinin bir devrim eylemi haline geldiği bir gelecek için mücadeleyi besleyen ateşi canlı tutmak bizim elimizde.
Karanlık zamanlar, aydınlatıcı becerimizi diğer zamanlardan daha fazla keşfetmemizi ve uygulamaya geçirmemizi gerektirir. Bu beceri, sahip olabileceğimizi bildiğimiz dünyayı onarmamıza ve inşa etmemize yardım edebilir.
Henry Giroux, arkadaşı ve akıl hocası Paulo Freire’nin profilini böyle çıkarıyor ve "Freire, bir amaç uğruna ve geleceğe bakarak birlikte yaşamanın bütünlüğü konusunda bizim öğretmenimizdir." diye de ekliyor.
Birlikte ele aldığımızda, sanki biri Anadolu'nun köylerinden diğeri Brezilya'nın gecekondularından çıkıp gelmiş iki öğretmen var karşımızda ve "Eğitim, mevcut düzenin aracısı ya da onu dönüştüren bir kaldıraç mı, yoksa politik yönüyle güç, kimlik ve gelecek üzerine bir savaş alanı mıdır?" diye haykırıyorlar...
Talip Apaydın'ın "kazması" ile Paulo Freire'nin "eleştirel pedagoji" çekici aynı duvarı döver gibi ve sorumluluk haritamızı da çizmişler:
"Karanlık bir geçmişe sürüklenmek istemiyorsanız, o böceklere ve çıyanlara karşı güçlü bir inanç ve cesaretle mücadele etmek zorundasınız..."
Freire'nin pırıl pırıl yanan devrimci alevi, Apaydın'ın eskiyi yıkma iradesiyle de uyumlu değil midir?
Otoriterliğin yükseldiği her çağda, eğitimi geleneksel sınırların ötesine taşımak ve onu bir kurtuluş aracı, özgürleştirici bir güç olarak görmek...
Tıpkı Köy Enstitüleri'nde olduğu gibi...
Apaydın'ın kazması Freire'nin pratiğinde:
Derin vurulan her kazma, sorgulamanın ta kendisidir ve bulunduğumuz her yerde, sınıfta, atölyede, ofiste yalanları, dezenformasyonu ve liyakatsizliği deşeleyen özellikle sosyal medyanın o karanlık sayfalarını sorgulamak ve hakikatle delip geçmek...
Uygarlığın temelinin mutlaka sevgi ile atılabileceğini,
Freire'nin "radikal sevinci" ile Apaydın'ın "adam gibi yaşama" idealinin ise daha adil bir dünya kurma iradesine güç kattığını bilmek...
Apaydın'ın "yıkıp yeniden yapacağız" amacının, Freire'nin ifadesiyle ancak ve ancak korkusuzca mümkün olduğunu, görevimizin bu iki mirası birleştirip, adalet, eşitlik ve özgürlük üzerine kurulu bir dünyayı yeniden hayal etme gücünü kaybetmeden o kazmayı vurmak ve o ateşi canlı tutmaya devam etmektir.
Eğitmenlerin, sanatçıların, gazetecilerin, yazarların ve diğer kültür emekçilerinin karşılaştığı zorluklardan en önemlisi, gençlerin yaratıcılığını, sorgulayıcılığını sağlayacak dil ve söylem geliştirmedeki zaafiyettir. Bunu telafi etme sorumluluğunu üstlenenler mutlaka umutsuzluk ve kuşkuculuğu kader olmaktan çıkarıp, bilgiyi ve yurttaşlık cesaretini verecek koşulları yaratmaya çalışmalıdır.
Unutmayın ki, James Baldwin¹²'in dediği gibi “Güçle birleşen cehalet, adaletin sahip olabileceği en vahşi düşmandır. Mücadele, böcekler ve çıyanların seviyesine inerek değil; bilgiyi, cesareti artırıp kazmayı daha derin vurarak kazanılabilir. Talip öğretmenin “Biraz daha gayret / Sallanıyor her yeri” dizeleri de o inancın ve kararlılığın ifadesi olmalı...
Ne dersiniz?
O, “Bizi İnsan eden, yetiştiren Köy Enstitüleridir. Hasan Ali Yücel’dir, İsmail Hakkı Tonguç’tur” diyerek kendisini var eden temel dinamiğin altını önemle çizmiştir ki, bizim de o büyük eğitim neferlerinin aydınlık Türkiye ülküsünü sahiplenmemiz gerekmez mi?
"Baktım,
Gördüm;
Kördüm!
Gördüğüm:
Kördüğüm..."¹³
“Güzel bir koku ile
Çirkin bir koku arasındaki fark,
İnsan insana bu kadar uzak…
Kimisi içerde bile özgür
Kimisi dağ başında tutsak,
Çürümüş insanlığın bir yanı
Netsek nasıl kurtarsak…”¹
Nice Apaydın’ların izinde, sabırla ve inançla...
Suat UMUTLU¹⁴
07 Kasım 2025
Dipnotlar:
¹ Talip Apaydın: (1926-2014). Ankara, Polatlı'da doğdu. Çifteler Köy Enstitüsü (1943) ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunudur. Toplumcu gerçekçi kuşağın en önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Eserlerinden olan Sarı Traktör ile tarımda makineleşme, Yarbükü ile köylüler arasındaki toprak ve su sorunsalını, Ortakçılar ile enstitü mezunu öğretmenlerin idealizmini, Yoz Davar’da insan ve doğa ilişkisini, Kente İndi İdris ile köyden kente göç olgusunu anlatmıştır. Kurtuluş Savaşımızı anlattığı “Toz Duman İçinde”, “Köylüler”, “Vatan Dediler” üçlemesi bir başyapıt niteliğindedir.
Kemal Kocabaş'ın yazısından yararlanılmıştır.
https://derslerdergisi.com/koy-enstitulu-yazar-sair-talip-apaydina-saygiyla/
² Isaac Asimov: (1920-1992). Rusya doğumlu Amerikalı yazar ve biyokimyacı. Boston Üniversitesi'nde profesörlük yaptı, cehalete karşı bilimi savundu.
³ Carl Sagan: (1934-1996). Amerikalı gökbilimci, astrobiyolog ve bilim iletişimcisi. Cornell Üniversitesi'nde gezegen çalışmaları yaptı, uzayda hayat arayışının öncüsüydü.
⁴ Thomas Jefferson: (1743-1826). Üçüncü ABD Başkanı. Bağımsızlık Bildirgesi'nin baş yazarı, köle sahibiydi ama özgürlük ve eğitim fikirlerini savundu.
⁵ Sokrates: (MÖ 470-399). Antik Yunan filozofu Sokratik yöntemle sorgulama yaptı, "sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez" demişti, idam edildi...
⁶ Voltaire: (1694-1778). Fransız Aydınlanma filozofu ve yazar. Candide gibi hiciv eserlerle kilise ve otoriteyi eleştirdi, ifade özgürlüğünü savundu.
⁷ James Madison: (1751-1836). Dördüncü ABD Başkanı. Anayasası'nın mimarı. Köle sahibiydi. Montpelier'da yaşadı.
⁸ Warren Buffett: (1930-). Amerikalı yatırımcı ve hayırsever. "Omaha Kâhini" lakaplı; değer yatırımıyla trilyonluk servet yaptı.
⁹ Muzaffer İlhan Erdost: (1932-2020). Türk yazar, yayıncı ve düşünür. Köy Enstitüleri ve eğitim üzerine eserler veren, aydınlanma mücadelesinin önemli isimlerinden.
¹⁰ Paulo Freire: (1921-1997). Brezilyalı eğitimci ve düşünür. Hukuk okudu ancak eğitimci olmayı seçti. Freire'ye göre eğitim siyasi bir eylemdir ve eleştirel sorgulamaya dayalı bir özgürleşme sürecidir.
¹¹ Henry Giroux: (1943-). Amerikalı pedagoji teorisyeni ve kültürel çalışmalar profesörü. Eleştirel eğitimin sadece sınıfla sınırlı kalmayıp toplumsal dönüşüm için bir araç olduğunu savunur. Bu yazıda, onun "Freire ve Adalet Düşmanları" adlı eserinden yararlanılmıştır.
(Çeviri: Ümit Mert Altınay ve Kürşat Dağdeviren)
https://derslerdergisi.com/henry-giroux-freire-ve-adalet-dusmanlari/
¹² James Baldwin: (1924–1987). Amerikalı romancı, denemeci ve sivil haklar aktivisti.
¹³ Ayten Özkan: Yazar, şair. Eskişehir'de yaşıyor. "Öykülerinde yaşamı çözen büyüsü var:
Kısa kısa en kısa; ama ÇOK HİSSE..." diyor M.Sadık Bozkurt.
¹⁴ Suat Umutlu: 1959 Denizli doğumlu. 1970 Çivril Devrim İlkokulu, 1976 Isparta Gönen Öğretmen Lisesi, 1982 Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Serbest avukatlık yapıyor.
Suat UMUTLU / 07 Kasım 2025