Kafam çakırkeyif, gözlerim dolunayda, zirve yapmış duygularım.
Bir türkü dinliyorum, hüzünlü. "Kalk birader, hanemize gidelim" diyor, türküde. Birden irkiliyor ve soruyorum: Gidelim gitmesine de, ben bu haneye ait miyim?
Mahım, güneşim, ülger yıldızım, bugün tam dört yıl olmuş beni terkedeli.
Bir zamanlar Firdevs-i Alâ ya da İrem Bağı olan bu hane bitmiş, boş ve ıssız.Bu hane sessiz ve virane, yok olmuş. Bu hane göçmüş, damı akıyor.
Hane, üzerine titreyen, gözü gibi koruyan, toz kondurmayan sahibini arıyor.
Hayyam'ın; "Değildir yoksul, azla yetinmesini bilen" sözüne uygun, basit ve mütevazi yaşayan biriydim. Lüks bir yaşamım hiç olmadı, bir nebze olsun istekte duymadım.
“Bir şey ne ise odur; başka bir şey değildir" özdeşim yasası uyarınca, düşünce ve davranışlarımda tutarlı olmaya çalıştım. Çünkü bir insan; aynı zaman ve boyutta hem kendisi, hem de bir başkası olamazdı.
Bu nedenle, kişisel bütünlüğün iki koşuluna; gerçeğe saygı ve algılanan gerçeğin tüm sorumluluğunu almaya gayret ettim.
Biliyordum ki; korku, çıkar ya da başka bir nedenle, kendim olmayı bırakır, bir başkası imiş gibi algılar, düşünür ve davranırsam, zaman içinde özdeşimimi kaybedecektim. Kişisel bütünlüğüm örselenecekti.
Mütevazi hayallerim vardı bu bağlamda.
Geri kalan ömrümü, nazlı dilberimin, maşuğumun karşısında gülgüni bade içerek, cigaramın dumanını savurarak, ona en yanık türküleri söyleyerek geçirmek istiyordum. Bağlamam coşunca, pas tutacaktı masamdaki bade ve kadehim.
Dizlerine başımı koyup, gözlerimi gözlerine dikerek “gül ki güller açsın al yanağında, yanım sola dönük yatam sağında” diyecektim.
Olmadık, beklenmedik bir anda, umutlarımız ve mutluluğumuz zirvedeyken, düşlediğimiz geleceğin hazzını paylaşamadan “The End” dedi yaşam filmi.
Ve neylersin, ne yaparsın, yarım kaldı hayaller. Netsek, neylesek zait. İşte bu noktada, "keşke"ler deva olmuyor derdine.
Dört yılın Bilançosu mu dediniz?
Ocak içte duman tütmez. Sudan çıkmış balığa dönsen de ele güne karşı tak maskeni gülüp oyna. Çünkü başkalarını üzmeye, kaygılandırmaya hakkın yok. Yani, “Batı cephesinde değişen bir şey yok”.
Ben bunları düşünürken, birden Dadaloğlu alıyor sahneyi:
“Varayım da mezarına varayım / Başucunda el kavuşup durayım,
“Bıktın mıydı benden?” diye sorayım, / Mezarına giden yollar iniler” diyor.
Ve tekrar soruyorum kendime:
Boş kalan, gündüzleri neyse de akşamları melül mahzun duvarlarına baktığım bu haneye bir yakınlık, bir bağlılık hissediyor muyum?
10 Mayıs 2025
Mahmut TEBERİK
m.teberik@gmail.com