Hilal ULUDAĞ
Tarih: 31.05.2021 23:05
BRATİSLAVADAKİ ÜRKEK BAKIŞLI KIZ
Ürkek bakışların çekim kuvveti saniyeler hatta saliselerle ölçülebilecek derecede iken meydana getirdiği şiddet hiçbir depremde görülemezdi. 944 numaralı otobüs hareket ettiğinde o bakışlar da çekip gitmişti bir daha dönmemek üzere. Ve bir daha dünyanın hiçbir yerinde izine rastlanmayacaktı bu ateşli bakışların. Bu bakışlardaki en büyük iz Serkan’ın yüreğine kazınmıştı. Bir anda o bakışların esiri olmuştu. Belki otobüsü durdurup atlamalıydı boynuna. Ne değişirdi acaba yaşamında, onu hiç hesaplamak bile istemiyordu. Ama ardında bıraktığı bir çift ağlamaklı göz vardı hiç şimdiye kadar tanımadığı. Alıp cebine koyası geldi o masum bakışları. Ama gücü yetmedi otobüs çekip gitti. Yaşanmadan bitti aşk.
Serkan çalıştığı fabrikadaki iki mühendis arkadaşıyla birlikte Slovakia’ya bir eğitime gönderilmişlerdi. Eğitim sonrası genelde bulundukları ortamın tadını çıkarmak gelenek haline gelmiştir. Ellerinde ne bir haritaları ne dene de bir rehberleri olmadan önüne gelen otobüse atlayıp komşu şehir ve ülkelere gidiyorlardı bu sıcakkanlı Çukurovalılar.
Bratislava, Avusturya ve Macaristan gibi iki ülkenin sınırında ve Tuna nehri kıyısında olan dünyanın parmakla sayılacak kentlerinden birisi. Bratislava aynı zamanda parlamentosu, devlet binaları üniversiteleri, müzeleri ve tiyatrolarıyla Slovakia’nın siyasi ve kültürel başkentidir. Bratislava Avusturyalılar, Macarlar, Yahudiler, Çekler şehrin geçmişinde güçlü izler bırakarak hala bu kozmopolit ruhu barındırmaktadır.
İşte o masum bakışlı kız sanki bu kültürlerin bir abidesi gibiydi otobüs durağında. Üç genç mühendis hangi numaralı otobüse bineceklerini ve nasıl otobüs bileti alacaklarını sorduklarında kızın elleri titriyordu. Hemen çantasında bozuk parları çıkardı gişeye yöneldi ve üç kişinin biletlerini aldı. Öyle bir çeviklikle hareket etti ki üç erkek centilmenliğini gösterememişti bile. Her biri bir yandan soru soruyordu kıza. Ama Serkan sadece onun sade halini gözlemliyordu. Utangaç bakışlarını titreyen ellerini ve o bir daha göremeyeceği o masum yüzünü. Kız da Serkan’a gülümsüyordu sadece. Yürek çarpıntısını duyuyordu sanki Serkan kızın. Yüreği fırlayıp çıkıyordu işte bakışlarından. Sanki bir şimşek çakmıştı ve hala gök gürlemiyordu nedense. Gök gürlemesin ardından nereye akacaktı bu enerji? Nereyi karartacaktı acaba? Hangi yüreği küle çevirecekti?
Serkan sanki kısa süreli bir rüyanın karesindeydi, uyandığında her şeyin yok olduğu. O mutlu rüyadan uyandığında tekrar o rüyayı bir daha göremeyeceğini de biliyordu. Otobüs çekip gittiğinde tekrarı olmayan bu rüyanın etkisinden belki bir ömür boyu kurtulamayacaktı.
Bratislava’lı kızın üzerinde bol bir kot pantolon, üzerine indirdiği bol bir gömleğine rağmen o muhteşem vücut hatları yine de gözden kaçmıyordu. Sapsarı saçlarına hiç makas değmemişti. Yüz hatları sanki kalemle çizilmiş gibiydi. İşte Tanrının en iyi eseri bu olmalıydı diye içinden geçirdi Serkan. Bu doğal yaratılışta müthiş bir kadınlık kokuyordu. Ve bu ileti sanki sadece Serkan’a yönlendiriliyordu. Hormonlar arası hızlı bir alışveriş vardı, zamana meydan okuyordu beyinler. İki zıt kutup çarpışmıştı yaşamın bu durağında. Mutlu sonla bitmeyen bir aşk bırakılmıştı bu durakta. “Bir kodlanma hatası vardı bu işte” diye yakındı Serkan. Ama yapacak bir şey yoktu. Yaşam arabası çekip gidiyordu işte, geride ne bıraktığına aldırmadan.
Serkan Slovakia’daki bu eğitime gönderileceğini duyunca hiç sevinmemişti. Eğitimlerin genel yapısını bildiğinden hiç sıcak bakmadı bu seyahate. Hatta sıkıcı ve uyukladığı eğitim sonrası otelinden çıkmak istemedi. Arkadaşlarına “beni rahat bırakın siz çevreyi dolaşın” demişti. Son zamanlarda onu harekete geçirecek hiç bir durum beklemiyordu yaşamında. Çünkü tamamen dış dünyaya karşı kendisini kilitlemişti. Ta ki Bratislava’lı kızın gözlerindeki o ışık huzmesini görene kadar. On saniyede sanki yan yana iki mum gibi birbirinin ateşinden eridiler. İki gezegen gibi çarpışıp yok ettiler birbirlerini karanlığa gömüldüler sanki. Bir yıldız gibi kaymıştı gözünün önünden Bratislava’lı kız. Bir dilek bile tutamamıştı içinden.
Bratislava’lı kız biletlerini alıp bu üç mühendisi otobüslerine bindirdikten sonra, durakta beklemiş ve o yağmur dolu bakışlarını Serkan’ın üzerine doğru yönlendirmişti. İlk başta ne olduğunu anlamayan Serkan, kızın o sabit duruşunu otobüs hareket ettiğinde anlayacaktı. Otobüs hareket edene kadar sessiz bir senfoniyle onu bakışlarıyla uğurlamıştı. Otobüsün hareketiyle ümidi kesilen kız sırtını dönüp gittiğinde sanki yüreğinden bir şeyler akmıştı. O zaman anladı kızın bakışlarındaki sırrı. Kız Serkan’ın inmesini beklemişti. Ümidi kesilince ardına bir daha bakmadan çekip gitmişti. Serkan tutunacak yer aradı otobüste ama elleri kendinde değildi. Yüreği de kızla beraber çekip gitmişti bir daha dönmemek üzere. Tanrım nasıl bir hata yapmıştı. Neden otobüsü durdurup inmemişti. Neden bu bakışları ardından bırakmıştı. Ruhu ve bedeni sanki kilitlenmişti o anda. Tuna nehri gibi akıp gitmişti kız Bratislava’nın kıyısından. Serkan Tuna nehrini geçip kızın yüreğine dokunamamıştı. Tuna nehri akmam diyemiyordu işte, denizlere ve ardından okyanuslara dökecekti bu aşkı, kimseler farkına varmadan.
twitter beğeni satın al
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —