O ölünce bizde ölmüşüz, uykuya dalmışız, gibi ...
O hem Anıtkabir'de hem de içimizde, gibi...
Gerçekte neredeyiz?
*
Yıl 1935...
Mahmut Esat Bozkurt diyor ki;
O devlet ki dağın haydutlarını, dağlardan boyunlarında zincirle indirdi.
Elbette bunların altın bastonlularını kelepçeleyecektir.
Hak ve kazanç,
Çiftçi olsun, tüccar olsun, yalnız namuslularındır.
Türk Cumhuriyeti'nde şerefle yaşamak, saygı görmek hakkı yalnız namuslularındır.
Türk vatanının bir adı da:
Doğru insanlar memleketidir.
*
'Annem de babam da Atatürk ve Cumhuriyet tutkunu insanlardı' diyor büyük usta Muzaffer İzgü... Anlatıyor;
Yıl 1933...
Cumhuriyet Bayramı...
Gece fener alayı var. Annem illa ‘ben fener alayına gideceğim' diyor. Bana dokuz aylık hamile… Komşumuz Nazmiye hanımla gidiyorlar. Annemin sancısı başlıyor,eve geliyorlar doğuyorum.
Bando mızıka takımı “çıktık açık alınla” dedikçe, ben de annemin karnından çıkmak için bağırıp duruyormuşum. Cumhuriyet'in onuncu yıldönümünde Onuncu Yıl Marşı eşliğinde doğuyorum, var mı daha büyük mutluluk...
“Beş yaşındayım. Babam bir kahvede garson olarak çalışıyor. Patronuna ‘yarın Atatürk gelecek, çocuklarımı götüreceğim, büyük insanı yakından görsünler' diyor. Patron itiraz ediyor, ‘sen gidersen çayı kim taşıyacak?' diyor. Babam ‘istersen işime son ver, ben yarın çocuklarımı Atatürk'e götüreceğim' diyor.
Atatürk geldi… Herkes ayağa kalktı, ben de kalktım ama nerede göreceğim, boyum yetmiyor, alkışlar, Atatürk çok yaşa sesleri, babam beni omzuna oturttu, ben de alkışlıyorum aklım sıra, az daha arkam üstü düşüyordum, babam son anda yakaladı, o sırada gördüm o güzel insanı, bir heyecanlandım, ‘bak baba Atatürk baba' filan diye bağırıyorum, son sözleri hâlâ aklımda, ‘çok çalışacağız arkadaşlar' lafını hiç unutmuyorum, belki de ömrüm boyunca bu denli çalışmamın sebebi budur, ‘çok çalışacağız arkadaşlar' dedi, beynime kazındı, kürsüden indi, gitti. 1938'di. Babam hem sevinçliydi, hem üzgündü, ‘hasta hasta Adana'ya geldi' demişti, ‘niye baba?' diye sordum, ‘seni görmeye geldi oğlum' dedi, ben bir şiştim, bir sevindim, çocuk aklı işte, Atatürk beni görmeye gelmiş… İşte böyle bir ana babadan, böyle bir evden çıktı Muzaffer İzgü.
“Atatürk öldüğünde, elektrik direğinin dibinde ağlıyorum ama, neye ağladığımı bilmiyorum tabii, ‘Atatürk ölmüş' dediler, ağlamaya başladılar, ben de ağladım, gözyaşlarımızı bir havuza toplar gibi ağladık arkadaşlarımla… Koştum sonra, eve gittim. ‘Anne Atatürk ölmüş' dedim, ağlıyordu annem… Nuri amca diye bir akrabamız vardı, yakınlarda götürüp toprağa koymuştuk, ‘Nuri amca gibi mi oldu?' dedim, annem ‘he oğlum' dedi, benim bir gidişim var arkadaşlarımın yanına, nasıl ağlıyorum, Atatürk ölmez çünkü, beynimde öyle bir insan o, ışıklar içinde yatsın, büyük insanım o benim, çok büyük insanım o benim.”
*
İlâhiyatçı, yazar ve araştırmacı Prof.Dr. Niyazi Kahveci'nin tespitlerine göz atalım mı...
- Bu ülkede en çok satılan, en çok satın alınan fakat hiç kullanılmayan tek şey dindir. Bunu satın alan halk problemlidir! Halkın zihin yapısı problemlidir! Bu problemlerin faturasını millet olarak birlikte ödüyoruz…
* Bu kafa birini büyütüyor, sonra da gidip kendini ona öldürtüyor.
* Bu kafa, hastalıklı bir kafadır!
* Bu kafa, anakronik (çağ dışı) bir kafadır!
* Bu kafa, şizofrenik bir kafadır!
- On bin yıl öncesinin anlayışıyla bugünü yaşamaya çalışan bir kafadır!
- Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefeyle bağımsızlık olmaz!..
En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaya kalkışmaktır.
Otuz yıl sonra ya teknolojik insan olacaksınız, ya da gereksiz insan. Mesele bu kadar basit.
- Batı'daki dinî mezhepler teolojiktir ve zihinseldir!
Bizdekiler ise siyasaldır!.. Meşrulaştırmak için teolojisi arkadan gelir.
- Sünnilikte düşünmenin “d”si yoktur! Adı üstünde teamülcü!
- Şeyhlik, şıhlık kavramı, 5000 yıl önceki totemizm kavramının insana dönüşmüş halidir.
Bu toplumda şeyh, şıh çok, fakat tek filozofumuz yok!
O nedenle olguyu okuyamıyoruz.
- Biyolojik yönden aklı bozuk insanların evliyadır diye peşlerinden koşup, “Benim hâlim ne olacak?” diye soranlarımız var!
- Batılıları sömürgeci diye eleştiriyoruz!
Fakat onlar kendi insanlarını sömürmüyorlar.
Biz ise dışarda değil, içerde sömürgeciyiz.
Kendi insanımızı sömürüyoruz.
Buna “ ekonomik ensest ilişki” deniyor.
Bana göre en büyük vatan hainliği budur.
- Adam ilâhiyat profesörü olmuş, yaptığı iş;
VİP cenaze namazı kıldırmak,
VİP umre ziyareti düzenlemek.
Anlayış olarak hâlâ Farabi'yi aşamamış.
4000 yıl önce yaşayan Sümerler'in kafasına sahip.
- Bilimin, tarihin ve sosyal bilimlerin bir felsefesi vardır!
O nedenledir ki, ülkemizde bir felsefe üniversitesi açılması şarttır. Buna teoloji felsefesi de dahildir.
- Kur'an üzerinde bütünsel bir çalışma yapmadığımız, daha açık bir ifadeyle, Kur'an'ın hedefi nedir, karakteri nedir sorularına cevap bulmadığımız sürece, 1500 yıl öncesine takılır kalırız.
- Aklımızın çapını genişletmeden, mevcudun dışına çıkamayız!.. Biz de, (Türkçe) akıl nedir ve nasıl çalışır diye bir kitap yok!..
Oysa Batı'da binlerce var!
- Şunu kafamıza iyice yerleştirelim. 21. yüzyılda dinsel düşünme diye bir şey yoktur, olamaz..
Çağımız, akılcı ve bilimsel düşünme çağıdır..
Bu çağda olduğu gibi, bundan sonraki çağlarda da dindar olunabilir.
Fakat dindar olmanın yolu, akılcılıktan ve bilimsel düşünmekten geçmelidir.
*
Uygar dünyayı yöneten demokrasi kutsal kitaplarda yoktu.
Sınıfların eşitliği, bedenin dokunulmazlığı, kadın hakları, insan hakları, laiklik, evrensel hukuk...
Ne kullandığımız takvimler, ne de organ nakilleri, ne radyo dalgaları,ne antibiyotikler, ne bilgisayarlar...
Hiçbirisi kitaplarla gelmedi...
Akılla geldi...
Tanrı'nın insana verdiği en mübarek şey:
AKIL ...
Onu sana veren işlesin diye verdi ya...
Şu haline bak...
Dünyanın en bereketli topraklarının üzerinde yarı tok, yarı açsın...
Ve dünyanın en katmer katmer kültürü üzerinde üretimden, teknolojiden, sanattan, bilgi zenginliklerinden yoksun...
Üzerindeki ceketin modelinden...
Ayağındaki pabucun astarından...
Gözündeki gözlüğün çerçevesinden...
Bindiğin arabadan...
Bereket beklediğin traktöründen, ununu veren değirmenine kadar...
Bir teki olsun senin değil...
Aklını kullananların eseri...
Şeker şurubundan bal, patatesten tereyağı, benzinden votka yaptın da
dünya kimyacıları şaşırdılar...
Ama bir ağrı kesici yapamadın...
Canın mı sıkıldı bu işlere, al bir Alman hapı...
Ve daya sırtını Rus doğalgazlı peteğe, geçer...
En çok beslenme eksikliğinden çocuğun öldüğü...
En çok işçinin çalışırken yaşamını yitirdiği...
En çok annenin doğumda can verdiği...
En çok kadının bıçaklandığı...
En çok gencin intihar ettiği ülkenin bireyisin.
Neden?..
Dört yanın ateş... Kurşunlar vızır vızır...
Kan gölü içindesin... Çocuklarını alıyorlar elinden...
Aklın ermiyor...
Ne diyeyim...Aç gözünü artık...
Yol ver Allah'ın verdiği akla...
Takılma şu yobazların peşine, bin senedir geldiğin yeri artık gör...
Niye evde öyle söylenip durduğunu biliyor musun?..
Çünkü aklın dahi senden şikâyetçi.
Şu 57 tane İslam ülkesine bak...
Hangisi mutlu huzurlu,
hangisi aklını kullanıp insanlık hizmetine sunulacak ne yapmış,
ne icat etmiş,
hepsi başkasının eline bakan,
onun icatlarını bekleyen,
Ondan yardım bekleyen durumunda.
Hani gavur icadıydı...
Hani gavur icadı, kullanmak günahtı.
Düşün ve Aklını kullan...
*
Bakınız, Bilge Acuner
'riski göze alabilen kişi özgürdür. ' diyor ve ekliyor...
Gülmek; "SAF" denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; "DUYGUSAL" görünme riskini...
Sevmek; "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...
Yaşamak ise; "ÖLME" riskini göze almaktır.
Umutlanmak; "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini
Çabalamak ise; "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...
Ama riskler yaşanmalıdır, çünkü hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır. Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez. Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken, bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder. Sadece; riski göze alabilen kişi özgürdür.
*
Unutma!
O, 'Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır.' diyor...
Görev başına...
Oku, düşün,sorgula ve harekete geç,
barış içinde bir dünya için...
Zira yaşadıklarımızın sorumlusu CE HA LET...
28 Ekim 2024
Suat Umutlu