Yıl 1938. Gazi ağır hasta ve Dolmabahçe’de yatmaktadır.
Tek parti döneminin değişmez Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve yine değişmez İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın başını çektiği zihniyet, kafaya koymuşlar, Nazım’ı saf dışı edeceklerdir.
Polis ve askeri istihbarat devreye girer. İhbarlar hemen ciddiye alınır, cezalandırma için kanunun boşlukları aranır, hiçbir şey bulunamayınca yorum yoluyla hüküm vermenin yolları araştırılır.
Düzmece bir senaryo ile “askeri isyana teşvik”ten soruşturma açılır. Savcı yardımcısı genç Teğmen Halûk, ilk soruşturmayı yapar ve “hukuk bilgimiz ve meslek ahlâkımız takipsizlik kararı gerektiriyor” diyerek görüşünü savcı binbaşıya bildirir.
Nazım, belli ki bir tertibin içindedir.
Mahkeme Başkanı Amiral Hüsnü Gökdenizer, duruşma yargıcı ve savcının tavrından rahatsız olur, elini masaya vurarak ikaz eder: “Ortada inandırıcı hiçbir şey yok; hepsi safsata. Bu çocuklara yazık ediyorsunuz. Öküz altında buzağı arıyorsunuz.”
Buzağı bulunamaz ama hüküm verilir. Donanma Komutanlığının yargıçlarınca Nazım 28 yıla, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı 15 yıla mahkûm edilir. Güya temyiz yolu açıktır. Ama askeri Yargıtay da Fevzi Çakmağa bağlı olduğu için o yol çoktan kapatılmıştır ve ceza onanır.
Nazım’ın suçu, genç cumhuriyetin halkçılık ve devrimcilik ilkeleri uyarınca Türk halkı üzerindeki oligarşinin ve eşrafın tahakkümüne cephe almaktır. Bu suçun adı komonistliktir.
Milli mücadelenin önderlerinden, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı, Nazım’ın dayısı Ali Fuat Cebesoy’un Gazi’ye ulaşma girişimleri Şükrü Kaya tarafından engellenir.
Güya Celile hanıma vurgun, milletvekili, milli şair Yahya Kemal, kendi çıkarlarına daha çok vurgun olduğu için kılını bile kıpırdatmaz. Kendi çıkarlarına o kadar vurgundur ki, geçmişte bir Bursa gezisinde o koca gövdesini Gazi’nin ayakları önüne atmış ve milletvekili olmuştur.
Gazi’nin ölümünden sonra Milli Şef olan başvekil İsmet İnönü, dahli var mı bilmem ama en azından suskundur.
O sıralarda Nazım’ın cezası onandığında “Yüz ellilikler soyadı altında hain bir Türk ferdi bulundurmak istemiyoruz” denilerek yurt dışına sürülmüş olan yüz elli kişi Mecliste affedilir.
Artık Nazım’ın tek umudu Gazi hazretleridir. Ona şöyle yazar mektubunda:
“Türk inkılabına ve senin adına ant içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim. Yurdumun ve inkılapçı senin karşında alnım açıktır. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum.”
Mektup Dolmabahçe’ye ulaşır ve kayda alınır alınmasına ama Şükrü Kaya mektubu Gazi’ye ulaştırmaz. Nazım’ın Kemalizmden ve Gazi’den istediği adalet kendisinden esirgenmiştir.
Oysa, orduyu isyana teşvik suçuyla 1938 yılında yaşamı karartılan büyük ozanın, Hapishanede ilk yaptığı ise 1939-41 yılları arasında eşi benzeri olmayan, başkalarınca cesaret bile edilememiş “Kuvayı Milliye Destanı” nı yazmaktır.
Bu muhteşem destanda, Kurtuluş Savaşının isimsiz kahramanları, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanlar; Antepli Karayılan, Kambur Kerim, Arhaveli İsmail, Nurettin Eşfak, Manastırlı Hamdi Efendi ve Reşadiyeli Veli Oğlu Memet, Kartallı Kâzım, Kadınlarımız ve Şoför Ahmet yer alır.
Belki de istisnalar hariç, tarihte ilk kez olmuştur bu. Tarih kitapları yönetenlerin kahramanlıklarını anlatır, yönetilenlerin değil. Çünkü vakanüvisler sarayların beslemeleridir.
Bu destanda bir de, Kurtuluş Savaşı’nın önderi, eşsiz insan Mustafa Kemal ATATÜRK yer alır.
“…Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar,
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…”
Peki, neden böyle yapar?
Çünkü o; “Dörtnala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu cennete, bu cehenneme, Anadolu’ya aşıktır.
Çünkü o bir yurtseverdir.
10 Mayıs 2025.
Mahmut TEBERİK
Kaynak: Yılmaz Karakoyunlu, Yorgun Mayıs Kısrakları.
m.teberik@gmail.com