“Dananın kuyruğu kopmak” deyimini hemen hemen herkes bilir. “Büyük bir
olayın patlak vermesi, korkulan sonucun gerçekleşmesi” anlamına gelen bu
deyimi herkes kullanır.
Ama “neden böyle denir?” diye sorulunca çeşitli hikayeler anlatılır.
"Dananın kuyruğu kopmak" deyimi, genellikle uzun süredir devam eden,
sonuçlanması merakla beklenen bir işin ya da olayın nihayet sonuçlanması, bir
karara bağlanması anlamında kullanılır. Bu ifade, çözüme kavuşması geciken
durumların sonunda bir neticeye varılması veya bir sürecin tamamlanması
durumlarında da kullanılır.”
Bu deyimi günümüze dikkat çekmek için kullandım.
“Dananın kuyruğu kopuyor” ülkemizde bugün. Gece yarısına doğru da hangi
danasının kuyruğu kimin elinde öğreneceğiz.
Bu bölümü burada kapatalım. Bir terslik olmasın.
*****
Sanırım vaktimiz bol bugün. Öyle olunca da okumak için zamanımız fazla. Bu zaman
boşluğundan yararlanarak iki üç konuya değinmek istiyorum. Keyifli olsun diye önce
şairimiz “Can Yücel” ustanın “MAL BEYANI”na bir göz atalım.
“Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
Gökyüzünde bi bulut
Bitlis’te beş minare
Biri yazlık, biri kışlık, iki platonik sevgili
Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara
içilen beyaz duvarı
Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
Palandöken’de bir plan, iki döken
Kastamonu’da üç kasto
Üç fay hattı
Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
Dünyada mekân
Ahrette iman
Denizde kum
Uzayda yerçekimsizlik
Bi çuval gazoz kapağı
Bi kibrit kutusu sigara izmariti
On sekiz saç biti
Biri İngilizce 6 adet küfür
Yirmi tane boş naylon poşet
Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
Bi kuru saç sakal, kıl, tüy, yün
Üç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank
Bi ayakkabı çekeceği
İki büyük taş kütlesi
Bir adet ağaç gölgesi
Üç kuş kanadı sesi
Bi sürü kedi köpek
Bi Marmara Denizi
Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu
Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
Nakit 15 kuruş
Anne babadan kalma, yarısı yaşanmış bi ömür”
*****
Beğendiğinizi umuyorum. Şimdi başka bir konuya geçmek istiyorum. Bence hüzünlü
bir öykü ama okumaya ve öğrenmeye değer!
Anlatacağım ikayenin konu başlığı “Bizim eskiden HIRSIZIMIZ BİLE edepliydi!”
“Yaklaşık olarak 70 yıl öncesinde, 1950’li yıllarda İstanbul’dayız. Bire bir
yaşanmış olan hikayemiz bir belediye otobüsünde geçer.
Otobüs tam Eminönü durağına gelmiş ve kapılarını açacakken bir kadının
“Sakın kapıları açma, cüzdanım çalındı, otobüste hırsız var” şeklinde canhıraş sesi
duyulur.
Kadın ısrarcıdır ve bağırmaya devam eder.
Bunun üzerine şoför kapıları açmaz ve yerinden kalkarak kadına “otobüste
çalındığına emin misin? Çantanı kontrol et!” der. Kadın “biraz önce biletimi
almak için cüzdanımı çıkarmıştım, daha sonra yerine koydum ama şimdi yok” diye
cevap verir. Şoför bunun üzerine hiddetlenerek “kimse kıpırdamasın herkesin
üzerini arayacağım” der.
Şoför önden biletçi arkadan başlayarak yolcuları tek tek aramaya başlarlar.
Herkes aranmış yalnız bir kişi kalmıştır. Henüz aranmayan yolcu binbaşı
rütbesinde resmi üniformalı bir kara subayıdır. Üzerinde de haki renkli kalın
paltosu vardır. Şoför “Binbaşımı aramaya lüzum yok, bir Türk subayını hırsızlık
şüphesi ile asla aramam, cüzdan bulunamadı” diyerek kapıları açmak için yerine
doğru yönelir.
Tam bu sırada Binbaşının kendinden emin davudi sesi duyulur; “Beni de
arayacaksınız, töhmet altında kalmak istemiyorum.” der.
Şoför aramak istemez ama Binbaşının ısrarı karşısında mecbur kalır. Tam elini
Binbaşının paltosunun cebine sokarken “hayır arama, ben çaldım!” diyen biraz
hırpani giyimli bir adam çıkar.
Ve adam “cüzdanını çaldığım kadın bağırınca korktum, aranabileceğimi
düşünerek cüzdanı, aranmayacağını bildiğim hemen yanımda bulunan Binbaşının
paltosunun cebine bıraktım. Fakat bir Türk subayının hırsızlıktan suçlanmasına
gönlüm razı değil. Yankesiciyim, hırsızım ama VATANSIZ ve vicdansız değil!”
diyerek başını önüne eğer.
*****
İşte biz böyle bir millettik..
Ahlak ve vicdan, insanın temeli ve mayasıdır.
Ahlak ve vicdan olmazsa insan olmaktan da bahsedilemez!