Bir sonbahar akşamıydı.
Serinceydi hava.
Dino'ların çatı katındaki evlerinin terasında oturuyorduk.
Güzin Dino mükemmel bir sofra hazırlamıştı.
Adana usulü tava yapmıştı.
Üstelik analı-kızlı da vardı.
Gelirken Adana'dan ince bulgur da getirdiğini söyledi salata yaparken.
İnanmayacaksınız ama tahini nerden bulmuşsa artık, humus bile yapmıştı.
Önce üzerine yağ yakılmış mahluta çorbalarımızı içmiştik.
Fikret Mualla erkenden gelmişti.
Zaten orada yaşıyordu.
O sıralar bir sergiye hazırlanıyordu.
Nazım Hikmet Moskova'dan ben de Adana'dan yeni gelmiştik.
Gelirken şalgam da getirmiştim.
Bol deneli ve acılıydı.
Abidin Dino Adana'da sürgündeyken şalgama alışmış ve çok sevmişti.
Nazım pek sevmedi.
Fikret de hiç içmedi.
Karşımızda Eyfel ışıl işıldı.
Şarap kadehlerimizi güzel günler umut ederek ve dileyerek kaldırdık.
Nazım yeni şiirlerini okudu ve Bursa cezaevinde 3.5 yıl aynı koğuşta kaldıkları Orhan Kemal'i sordu.
Görürsen selamımı ve çok özlediğimi söyle dedi.
Güzın Adana'daki evlerinden söz etti.
Önce şu an atölyemin olduğu Abidinpaşa caddesinde bir evde kaldıklarınını sonra Ziyapaşa'da bir eve taşındıklarını anlattı.
Ben bu ustaların karşısında ancak sustum.
Onları dinledikçe içim aydınlandı.
Ruhum feraha erdi.
Sevincimden gökyüzüne yükseldim adeta.
Gülümseyip şaraptandır dediler.
Su gibi aktı zaman.
Sabah olmak üzereydi.
Eyfel'in ışıkları birer birer söndü.
Güneş üstümüze doğdu.
------------------------------------------------
Nazım kadehindeki şaraptan son yudumu kafaya dikip cebinden cep telefonunu çıkardı.
Haydi bir selfi yapalım dedi.
Güzin, Abidin, Nazım, Fikret ve Aydın.
kameraya bakıp gülümsediler.
Paris / Günlerden bir gün.
Ama güzel bir gündü.