SUAT UMUTLU

Tarih: 24.05.2025 23:28

DÜĞÜM

Facebook Twitter Linked-in

"Bilgi, hakikat değildir. Bilgi, insanlığın hem en büyük gücü hem de en büyük tuzağıdır.” – Yuval Noah Harari

İnsanlık, Taş Devri’nde ateşle dans ederken de, matbaayı bulurken de, interneti örerek dünyayı bir köy haline getirirken de hep aynı şeyi yaptı: Bilgi üretti, bilgi paylaştı, bilgiyle güçlendi.

Yuval Noah Harari’nin (1) Neksus adlı eseri, bilgi ağlarının tarihini anlatırken bize ayna tutuyor: Bilgi, bizi birleştiren bir mucize mi, yoksa kendi sonumuzu hazırlayan bir lanet mi?

Kitap,Taş Devri'nden yapay zekâ (AI) çağına kadar bilginin nasıl üretildiğini, yayıldığını ve toplumları şekillendirdiğini inceliyor. Harari, bilginin hem birleştirici hem de yıkıcı gücüne odaklanıyor: Hikâyeler, kitaplar, matbaa, internet derken AI, bilgi ağlarını kökten değiştiriyor. Ama bu güç, yanlış bilgi, siyasi kutuplaşma ve ekolojik kriz gibi sorunları da körüklüyor. Kitapta ana görüşler için;

-Bilgi, toplumları bir araya getirirken, aynı zamanda otorite ve kontrol aracı olabiliyor. Diktatörlükler tek bir bilgi düğümüne (neksus) dayanırken, demokrasiler çoklu düğümlerle (basın, STK'lar, üniversiteler) ayakta kalıyor.

-AI,kendi kendine karar alabilen bir teknoloji olarak insan kontrolünü aşabilir. Harari, “Kontrol edemeyeceğin güçleri çağırma” diyerek AI’nin “karakutu” haline gelme riskine dikkat çekiyor. Bu, demokrasiden ekonomiye her şeyi tehdit edebilir.

-Bilgi, gerçeği temsil etmeyebilir; yalan ve yanılsamaları da taşıyabilir. Harari, naif (bilgi/gerçek) ve popülist (bilgi/silah) yaklaşımları eleştirip, kendi kendini düzelten kurumların önemini vurguluyor.

İnsanlar muazzam bir güce ulaştı ama bu güç, bilgelikle kullanılmazsa kendi sonumuzu getirebilir.

Harari, “Kendimize bu kadar zarar verebiliyorsak, ne kadar bilgeyiz?” diye soruyor.

Kitap, felsefe, tarih ve teknolojiyi harmanlayarak AI çağında ne yapmamız gerektiğini sorgulatıyor.

Bilgiye sahibiz, hem de hiç olmadığı kadar. Elimizin altında gezegenin tüm kütüphaneleri, bilimsel makaleler, veri yığınları var. Peki, neden bilge olamıyoruz?Neden iklim krizini çözemiyor, savaşları bitiremiyor, eşitsizlikleri düzeltemiyoruz?

Harari, bu soruya çarpıcı bir yanıt veriyor: Bilgi, hakikat demek değil. Bilgi, bazen yalan, bazen manipülasyon, bazen de sadece gürültü. Sosyal medya çağında, bir yalan saniyeler içinde milyonlara ulaşıyor. Bilgimiz artıyor, ama bilgeliğimiz eksiliyor. Çünkü bilgelik, bilgiyi anlamlandırmak, onu ahlak ve sorumluluk süzgecinden geçirmek demek.

İşte tam bu noktada, yapay zekâ (AI) devreye giriyor. İnsan, Tanrı’yı taklit etme sevdasıyla mı AI’yi yarattı?

Harari, AI'yi bir “karakutu” olarak tanımlıyor; içini tam anlamıyla bilmediğimiz, kontrol etmekte zorlandığımız bir güç...

AI, insan aklının bir uzantısı gibi görünüyor: Sorular soruyor, cevaplar üretiyor, hatta şiir yazıyor.

Ama bir fark var: AI, çıkar için kullanılmaya müsait. Tıpkı geçmişte dinlerin, ideolojilerin ve teknolojilerin çıkar için kullanılması gibi.

İnsan, Tanrı’yı konuşmadan “konuşabiliyorum”  mantığıyla yarattıysa, AI’yi de aynı hevesle mi ortaya çıkardı? Kendi suretinde bir tanrı mı yaratmak istiyoruz?

Bu, ürpertici bir soru. Çünkü AI insan gibi hata yapmıyor, vicdan azabı çekmiyor, anlam aramıyor. Ama insan, AI’ye anlam yüklüyor. Onu bir kurtarıcı, bir köle ya da bir tehdit olarak görüyor.

Harari, burada bir uyarı yapıyor: Kontrol edemeyeceğimiz güçleri çağırıyoruz. AI, demokrasileri sarsabilir, ekonomileri altüst edebilir, hatta insanlığın kendisini sorgulatabilir.

Eğer bilgelik, bilgiyi insanlık için kullanmaksa, AI’yi yaratırken ne kadar bilgeydik?

Peki, ne yapmalı? Harari’nin önerisi net: Kendi kendini düzelten kurumlara ihtiyacımız var.

Bilim, basın, yargı gibi düğümler, bilgiyi hakikate yaklaştırmak için dengeleyici olmalı. Ama bu kurumlar da tehdit altında. Popülizm, yalan haberler ve otoriter rejimler, bu düğümleri birer birer çözüyor. AI’nin yükselişi, bu çözülmeyi hızlandırabilir.

Çözüm, belki de hepimizin biraz daha “bilge” olmaya çalışmasında. Bilgiyi bir silah ya da oyuncak gibi görmek yerine, onu insanlık için bir rehber yapmalıyız.

Bilgi çağında yaşıyoruz ama ironik biçimde, bilgiye ulaşmak kadar ona kapalı kalmak da bir tercih haline geldi. Günümüzde, kimin neyi bildiği değil, neyi bilmek istediği daha fazla belirleyici oluyor.

İfral Turgut (2), Cemil Sena Ongun’un (3) bir sözünden etkilendiğini söylüyor!

"Bazı insanların kafası; içi boş, ağzı kapalı şişeye benzer. Ne içinden bir şey alabilir, ne de içine bir şey koyabilirsiniz."

İnsanların kendilerini muhafaza ediş biçimleri, bilgiye açılma veya kapanma refleksleri, toplumun gelişim hızını da belirliyor. Öyle ki, dijital çağda her bilgi elimizin altında olsa da, herkes aynı bilgiyle hareket etmiyor. Bilginin toplumu dönüştürme gücü, onu paylaşma cesareti gösterenler sayesinde gerçeklik kazanıyor.

Bu “kapalı şişe” zihniyet, özellikle sosyal medya çağında toplumu kutuplaştıran bir virüs gibi. X platformunda her gün tanık oluyoruz: Mesela, ekonomik kriz konusundaki bir tartışmala, fikir alışverişinden çok hakaret yarışına dönüyor.

Mesela, X’te bir kullanıcı bilimsel bir makale paylaşıp iklim krizini anlatıyor, bir başkası “Bunlar küresel elitlerin oyunu” diye yanıt veriyor. Veri, kanıt, diyalog? Hak getire. Bu tıkanıklık, bilgiye kapalı zihinlerin eseri.

"Gereksiz tartışmalardan hep kaçmışımdır. Çünkü hiç bir tartışmanın sonunda, bir uzlaşmaya vararak, “Ben yanılmışım. Galiba sen haklısın. Bunu bir kere daha düşüneceğim,” diyerek masadan kalkıldığını görmedim. Herkes masadan ilk oturduğu fikirle kalkar, üstelik her iki taraf da birbirini fena halde hırpalamış, anlaşmazlıklar daha da keskinleşmiştir.

Bir tartışmada anlaşabilmek için iki tarafın da aynı dili konuşması, kelimelere aynı anlamları yüklemesi gerekir. Siz suyu sorduğunuzda, o size sürahiyi anlatıyorsa anlaşmanız mümkün değildir." diyor, İfral Turgut..

Toplum olarak ilerlemek için, önce bu şişelerin kapağını açmalıyız:Dinlemeyi öğrenmek, önyargıları kırmak, karşı fikri anlamaya çalışmak ve kendi doğrumuzu mutlak hakikat sayıp, karşı tarafı düşmanlaştırmamak gerekir.

Tarih, bilginin sınırlı ellerde tutulduğu dönemlerin karanlıkla, halkla buluştuğu anların ise aydınlanmayla anıldığını gösterir. Orta Çağ’da bilgi kiliselerin tekeline girmişti, halkın sorgulama yetisi bastırılmıştı. Ancak matbaanın icadıyla birlikte bilgi zincirleri kırıldı ve Rönesans doğdu.

Bugün de benzer bir eşikteyiz. Bilgi var ama zihinler kapalıysa, çağ ne kadar ilerlerse ilerlesin, düşünce durağanlaşır.

Bugün matbaanın yerini internet aldı, ama zihinlerin kapalı olması hâlâ en büyük engel. Örneğin, yapay zeka devrimi kapıda, ama kaç kişi bu teknolojinin etik boyutlarını tartışıyor? X’te (AI)yapay zeka hakkında yazılanlara bakın: Bir yanda “AI dünyayı ele geçirecek” korkusu, diğer yanda “Her derde deva” övgüleri. Ortada derin bir analiz yok. Bilgi çağında, bilgiye erişim değil, onu sindirme ve sorgulama sorunu yaşıyoruz.

Eğitim sistemlerinde eleştirel düşünceyi güçlendirmek, bilgiyi süzgeçten geçirmeyi öğretmek gerekiyor ve de her bilgiye körü körüne inanmamak ya da korkuya kapılıp yenilikleri reddetmemek...

Bilgi paylaşımı konusunda eski Çin atasözlerinden;

"Eğer senin bir yumurtan, arkadaşının da bir yumurtası varsa, yumurtalarınızı değiştirdiğinizde yine birer yumurtanız olur. Eğer senin bir bilgin, arkadaşının da bir bilgisi varsa, bilgilerinizi değiştirdiğinizde ikinizin de ikişer bilgisi olur."ki, buradaki vurgu, bilginin çoğalabilen bir değer olmasıdır.

Oysa günümüzde bilginin yayılımı yalnızca paylaşma arzusuna değil, aynı zamanda yönlendirme mekanizmalarına da bağlı. Dijital platformlarda bilgiyi paylaşanların sesi, kimi zaman görünmeyen eller tarafından biçimlendiriliyor. Manipülatif söylemler, bilgi akışının önünü tıkıyor, kutuplaşmayı derinleştiriyor.

Bu atasözü, adeta bilgi çağının manifestosu. Ancak X’te, TikTok’ta ya da diğer platformlarda bilgiden çok gürültü paylaşıyoruz.

Pandemi döneminde gördük: Aşılar hakkında bilimsel gerçekler yerine komplo teorileri yayıldı.

Neden? Çünkü bilgiyi paylaşma kültürü yerine korku ve önyargı pompalandı. Toplum olarak da bu tuzağa düşüyoruz.

Ne yapılmalı? Bilgiyi herkesin anlayacağı, şeffaf bir dille paylaşmak. Bilim insanlarının, uzmanların halkla diyalog kurması, okulların bilgi paylaşımını teşvik etmesi vs..

Bugün sosyal medya algoritmaları, bireylere yalnızca hoşuna giden, fikirlerini destekleyen içerikleri sunarak onları dijital yankı odalarına hapsediyor. Böylece kişi, karşıt görüşlerle değil, yalnızca kendi haklılık hissiyle yüzleşiyor. Bilgi var ama farklılık yok; düşünce var ama sorgulama yok.

Algoritmalar, modern çağın görünmez gardiyanları. X’te bir video paylaşılıyor, milyonlar gerçeği sorgulamadan inanıyor. Mesela,  bir politikacının sahte bir konuşması viral oldu; çoğu kişi “Bu gerçek mi?” diye sormadı bile. Bu, bilgi çağının en büyük tehlikesi: Gerçeğin yitimidir...

Ne yapılmalı? Algoritmalara teslim olmamak, her gördüğümüzü sorgulamak, güvenilir kaynakları takip etmek ve sosyal medyanın sunduğu her içeriğe de balıklama dalmamak gerekir.

Gerçekten,bilmek yetmez, dönüştürmek gerekiyor;

Günümüzde pek çok kişi doğru bilgiye sahip olabilir ama eylemsiz. Çünkü bilgi, içselleştirilmediğinde yalnızca zihinsel bir süs olur. Sorgulamayan, dönüştürmeyen bilgi; ne bireyi ne toplumu özgürleştirebilir. Bilgi, ancak aksiyona dönüştüğünde gerçek bir değere ulaşır.

Bilişsel konfor alanında kalmak, rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmak, bireyleri bilgiye değil, inançlara mahkûm ediyor. Kimi zaman insanlar gerçeği öğrenmek yerine, duymak istediklerine yöneliyor. Bu da bilginin değil, illüzyonun yayılmasına neden oluyor.

Bir sabah sosyal medyada uyanan bir birey, 10 saniyede 5 felaket haberi, 3 komplo teorisi, 2 ürün reklamı ve 1 motivasyon sözüyle karşılaşabilir. Tüm bu içerik seli içinde gerçek nerede başlar, yalan nerede biter; artık kimse kesin olarak bilemez. Bilgi çağının asıl trajedisi, bilginin bolluğu değil, anlamın yitimidir.

Unutmayın, toplumsal gelişimin en büyük itici gücü, bilginin dolaşımda olmasıdır. Bilgiyi saklamak değil, yaymak; öğrenmek değil, öğretmek toplumu ileri taşır.

Dijital çağın sunduğu içerikleri süzgeçten geçirmek, güvenilir kaynakları takip etmek ve bilgi kirliliğine karşı farkındalıkla hareket etmek gerekir, yani o bilgi ağlarını bilinçli yönetmek gerekiyor.

Çözüm, belki de hepimizin biraz daha bilge olmaya çalışmasında. Bilgiyi bir oyuncak ya da silah gibi görmek yerine, onu insanlık için bir rehber yapmalıyız.

Bilgiyle dünyayı yeniden inşa edebilir miyiz, yoksa kendi yarattığımız Aİ’nin gölgesinde mi kalacağız?

Bilgelik, bilgiden zor ama çok daha kıymetli. İnsanlık olarak bu çağın sınavı, Tanrı’yı taklit ederken insanlığımızı unutmamak...

Unutmayalım ki, elimizdeki bu muazzam güç, bilgelikle kullanılmazsa, kendi sonumuzu hazırlayabilir. O yüzden, bir an durup düşünelim: Bilgiye boğulurken, bilge olmaya cesaretimiz var mı?“

Bilgiye kapalı zihinlerin yerine, paylaşımcı, sorgulayan ve dönüştüren bireyler olmak, geçmişten gelen bilgilerle bugünü anlamlandırmak, geleceği belirlemenin en güçlü yollarından biridir.

Sokrates’in dediği gibi:
“Gerçek bilgi, insanı özgür kılar.”
Özgürlük arayan toplumlar, önce doğru bilgiyi duymaya ve yaymaya cesaret etmelidir.
SUAT UMUTLU 
24 MAYIS 2025
__
(1) Yuval Noah Harari, İsrailli tarihçi, yazar, kamu entelektüeli ve akademisyendir. Kudüs İbrani Üniversitesi Tarih Bölümü'nde profesör.Yazıları özgür iradeyi, bilinci, zekâyı, mutluluğu ve acıyı incelemektedir(Wikipedi).
Umut Dağıstan diyor ki;Harari kitapta geçmişten günümüze sosyal, siyasi ve ekonomik sistemlerin nasıl şekillendiğini, gelecekte bizi bekleyen olasılıkları ve bireylerin bu sistemler içindeki rollerini ele alıyor. Her yeni bilgi teknolojisinin gelişmesiyle birlikte, sözlü hikâyelerden kil tabletlere, tahtalardan kâğıtlara, broşürlerden gazetelere, matbaadan bilgisayarlara, insanlar beklenmedik sonuçlar ve ikilemlerle karşı karşıya kaldı. Harari, bu ikilemleri, onların olası sonuçlarını, yapay zekâ devrimini akıllıca ele almaya daha iyi hazırlanabilmemiz için açıklıkla göstermeyi amaçlıyor.
Harari için yapay zekâdan gelebilecek tehlikeler, bilimkurgu hikâyelerine kıyasla daha az fantastik, buna karşın daha sinsi olabilir. Ona göre, çok eski zamanlardan beri peygamberler, şairler ve politikacılar toplumu manipüle etmek ve yeniden şekillendirmek için dili kullandılar. Şimdi bilgisayarlar bunu nasıl yapacaklarını öğreniyor. Ve bizi vurmak için katil robotlar göndermelerine muhtemelen hiç gerek kalmayacak. Tetiği çekmeleri için insanları manipüle etmeleri yeterli olacak. Kabul edelim ki Harari’nin işaret ettiği tehlikeler, düşmanın apaçık ortada olduğu bilimkurgu hikayelerine oranla daha sofistike ve insanın doğasına daha uygun duruyor.
https://daktilo1984.com/yazilar/kitap-yorum-neksus-yuval-noah-harari-i/
(2)İfral Turgut, eğitimci,yazar. Meslek hayatının tamamı özel okullarda geçti. 
Çalıştığı kurumlarda öğretmenlik, bölüm başkanlığı, müdür yardımcılığı ve genel müdürlük yaptı.   Eğitim çalışmaları yanında sosyal çalışmalar da yaptı.
 "Kendimi Yontarken" , "Duygudan Nağmeye"  ve "Düşünceden Eyleme" adlı kitapları vardır.Adaba Ulus Gazetesinde köşe yazarlığı devam ediyor.
https://adanaulus.com/kose-yazilari/cemil_sena_demisti_ki-163006.html
(3) Cemil Sena ONGUN,Eğitimci, yazar.1894- 1981, İstanbul). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu) Felsefe Şubesi (1916) ve Sorbonne Üniversitesi (1927) Felsefe Bölümü mezunu


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —