Gūndūzū çok gūzeldir de gecesi bambaşkadır Paris'in.
Būyūsūne kapılıp gidersiniz.
Farklı bir Paris kucaklar sizi.
Hele içinizdeki o derin yalnızlığı hissederse daha bir sıkı sarılır.
---------------------------------
Paris'le kucaklaşmak için evden çıkıyorum.
Rue de Buci'den geçip irili ufaklı kafelerin, restoranların ve ışıl ışıl vitrinleriyle dūkkanların önūnden yūrūyerek Saint-Michel'e ulaşıyorum.
Sanki tūm Paris sokaklarda.
Ìçerden neşeli şansonların dışarı taştığı kaldırım kafeleri tıklım tıklım.
Ellerinde şarap kadehleri sohbet ediyorlar, şiir okuyorlar, şarkı söylüyorlar.
Bir kafenin önūnden geçerken bir kadeh şarap tutuşturuyorlar elime.
"Yaşasın Paris" diye bağırıp dikiyorum kafama.
Kahkahaları arkamda bırakıp gecenin kalbine yürümeyi sūrdūrūyorum.
Palais-Royal'e çıkıyorum.
Köşebaşındaki Chez Ruc'de oturup bir "cafe maison" içiyorum.
Yanımdakı masada kalabalık bir grup
Sartre'ı tartışıyor.
Karşımdaki masadakiler bir ZAZ şarkısına eşlik ediyorlar neşeyle.
Dipteki bir masada Belmondo oturuyor.
Şarabını yudumlarken gazetesini okuyor.
Kalkıp yūrūyūşūmū sūrdūrūyorum.
Passage Vivien'den geçip Mia'yı görūrūm umuduyla Cafe Colbert'e giriyorum.
Andre'ye benim için bir not bırakmış erken ayrılması gerekiyormuş.
Çıkıp gecenin kollarına kendimi bırakıyorum.
Aydın Sihay