Öğrenciler ve aileler eğitim sorunları karşısında telef olma noktasına gelmiş durumda. Dahası bu sorunlar aynı zamanda öğretmen ve müdür yardımcılarını çok mağdur ediyor, omuzlarına mesleğin gereklerinden çok daha ağır yükler bindiriyor. Elbette öğretmen ve idarecilerin bir kısmı duyarsız kalabiliyor ama bu durum daha makro düzeyde sorunu azaltmıyor, aksine diğer meslektaşlarının yükünü daha da ağırlaştırıyor.
Bugün yeni eğitim öğretim yılı açılırken öğretmenler bakımından güçlüklere değinmeye çalışacağım.
Okullarda öğretmenin yaşadığı güçlükler, aynı zamanda okul idaresinden de sorumlu olan idarecilerin güçlüklerini oluşturuyor. “Müdür” pozisyonundaki idareciler ayrı bir siyasal fenomeni oluşturuyor, bütün yük aslında “müdür yardımcıları”nın omuzuna binmiş bulunuyor. Müdür yardımcılarının deneyimleri sorunun en çok hissedildiği bir pozisyonu oluşturuyor. Öğretmen sorunları müdür yardımcıları ile birlikte, okul sorunu en çok da müdür yardımcısına yansıyan sorunlar olarak da ele alınabilir. Sonuçta öğretmene ve müdür yardımcısına yansıyan da bu toplumun sorunlarını oluşturuyor.
Burada yazdıklarım öncelikle öğretmen ve müdür yardımcıları deneyimlerinden, görüşlerinden, önerilerinden oluşuyor.
Burada dillendirebildiklerim sorunun sadece bazı boyutlarıyla sınırlı, hepsi zaten değil.
ÖZLÜK SORUNUNUN DAHA EN BAŞI ÖĞRETMEN MAAŞI VE ÜCRETLERİ
Özlük, en somut olarak öğretmen ve idareci maaşı ve ek ders ücretlerinin ayrıntısına burada hiç girmeyeceğim. Mevcut maaş ve ücretler zaten öğretmenlik onuruna yakışmayan bir durum, bu çok açık. Dahası özlük bakımından ücretli öğretmenlerin durumunu da özel okullarda neredeyse ücretli öğretmen konumunda hatta bazen ondan daha zorlu şartlarda bulunan özel okul öğretmenlerinin durumunu da not ederek geçeceğim. Bunlar zaten kategorik olarak çözülmesi gereken sorunlar, öğretmen maaş ve ücretlerinin, ek ders ücretlerinin toptan iyileştirilmesi gerekiyor, bunun tartışılacak bir yanı yok.
KPSS MECBURİYETİ, SÖZLÜ SINAV, AYRIMCILIK, ATANMAYAN ÖĞRETMEN
Öğretmen gözünden soruna bakınca daha en başta KPSS sürecinde, sözlü sürecinde, atama sürecinde yaşananlar var ki, bugünkü köşeyi aşar. Atanmayan öğretmenlerin sorunları çok temel bir sorun, ülke sorunu, insana bakış sorunu oluşturuyor.
OKUL BÜTÇESİ: 500 KİŞİLİK OKULA YILLIK 60-70 BİN OKULUN NEYİNE YETER
2024 bütçesinde maaş ve ücretler dışında okul bütçesi çok büyük bir okul yoksulluğunu oluşturuyor. okulun tuvalet temizliğinden boyasına badanasına yapılacak, tamiratlar gerçekleştirilecek, kırtasiyeler karşılanacak, bu bütçeyle bunlar nasıl sağlanacak?
KANTİN OKUL BÜTÇESİNİN PARÇASI, MARKETTEN DAHA PAHALIYA GELİYOR
Okullar için günlük maddi işleyişi sürdürmenin yolu velilerden alınan para/bağışlar, kantin ve servis gelirleri gibi gözüküyor.
Dahası kantinden milli eğitime ve okula pay verildiğinde fiyatları da bir miktar yukarı çekmek zorunda kalıyor, çoğu kez okul kantini köşedeki marketten çok daha pahalıya geliyor.
Yoksul semt okulunun veli bağışı, kantin geliri de çok sınırlı oluyor maalesef.
Öğretmen deneyimlerinden: “Geçen yıl içinde öğrencilerde para olmadığı için para kazanamayan kantin kapandı su atıştırmalık alacak durumumuz olmadı. Kampüs şehrin çok dışında olduğu için civarda market falan da yok.”
Şu çağda okulumuzun, öğrencimizin, öğretmenimizin halleri bu mu olmalı. Kaldı ki burası büyük bir eğitim kompleksi.
ÖĞRENCİ, AİLE, HALK YOKSULLUĞU ÖĞRETMENİ VE OKULU ÇOK ZORLUYOR
Öğretmenin yoksulluğu kadar, belki ondan daha ağırı halkın yoksulluğu. Halkın yoksulluğu okul idarecisi ve öğretmene büyük bir yük ve sorumluluk olarak dönüyor, okul ve öğretmen bunun altında ezim ezim eziliyor.
Sözü uzatmadan uluslararası veri tabanı durumuna gelen PISA sonuçlarından durumu aktaralım: Okul başarısı ebeveynin zümre ve sınıfından (anne babanın kökeni, varlık durumu, eğitiminden) birincil derecede etkileniyor.
Maalesef bu etki okul ve öğretmen başarısızlığı gibi yansıyor, öğretmen ve okulu doğrudan etkiliyor. Bundan dolayı öğretmenlerin çoğu yoksul semt okullarında çalışmak istemiyor. Bu bir kısır döngüye dönüşüyor, kendi kendini doğrulayan kehanete dönüşüyor.
ÇOCUĞUN AÇLIĞI OKULUN BAŞARISIZLIĞININ DA ANA NEDENLERİNDEN BİRİ: OKUL YEMEĞİ HEMEN ŞİMDİ
Çocukların yoksulluğu sosyokültürel etkinliklerinden bizzat fiziği açlığa kadar aynı zamanda okulun ve öğretmenin işini zorlaştırıyor.
İnsan nasıl yazacağını bile şaşırıyor, bunları yazarken içim burkuluyor: Aslında her aç kalan çocuk durumunda o okulun ve öğretmenin çalışma şartları hazırlanmamış bulunuyor. Bunu böyle yazarken insan vicdan azabı çekiyor çünkü çocuğun açlığı temel bir durum, başka bir şartla iliştirilmeden zaten bizzat çözülmesi gerekiyor.
Bir öğretmenin buna tanıklığı bile onun mesleğini zorlaştıran bir durum oluşturuyor. Şûra kararı var. Okul Yemeği Koalisyonu bu ağır sorunun çözülmesi için her gün uyarıda talepte bulunuyor. “Okul yemeği hemen şimdi.”
Bunun için bir “Okul Yemeği Koalisyonu” adıyla bir hak arama grubu oluşturulması bile tek başına acı bir göstergeyi oluşturuyor. “Çocuklar aç kalmasın”. Bunun bir şartı grubu olmaz, kategorik bir ödevdir. Çocuklar/öğrenciler aç kalmasın. Zaten bu böyle olmak zorunda.
VAHŞİ KAPİTALİZM VE MÜTAŞERİK REJİMDE ÖZEL OKULLARDA ÇALIŞMA ŞARTLARI İNSANLIK DIŞI
Eğitim temel bir hak olup kamusal olarak yerine getirilmesi esastır. Bu böyledir de maalesef Anayasa’mız dahil kapitalizmi, üretim araçlarının özel mülkiyetini, bunun piyasada alınır satılır olmasını yasal garantiye bağlamış.
Kaldı ki mesele salt anayasa meselesi değil, maalesef her birimiz böyle bir sistemde bir şeyin ekolojik veya insanlık değerini değil daha çok para serveti amaç ediniyoruz. Öğretmenlerin akademisyenlerin neredeyse ciddi bir oranı, belki yarısı, işi gücü bırakmış derste bile banka borsayla uğraşıyor.
Böyle bir sistemde eğitim de bir sektör sayılıyor ve özel okullar da kapitalist sistemin, hele de kamusal eğitim ayağı yeterince sağlanmamış bir eğitim sisteminin (örn. ABD, Türkiye…) yaygın bir parçasını da özel okullar oluşturuyor.
Eğitim sektör olunca malın/eğitimin niteliğinden önce “kâr/para” esas hale geliyor. Özel okulun kârlılığı en çok da öğrenci sömürüsüne ve emek sömürüsüne dayanıyor, öğretmene pek çok sorumluluk yüklüyor, karşılığını vermiyor. Dahası özel okul öğretmenleri “sahip” karşısında bir sosyal saygınlık da bulamıyor, her şey “sahibin” çünkü, o sadece ücretli bir eğitim işçisi konumunda.
MÜTAŞER OTORİTERLİK VE CİMER
Dahası Türkiye’de “MÜTAŞER” Otoriterlik yani müteahhit, taşeron, tarikat, şeriat şerikliği var ki bu en çok da okulları, öğretmenleri, eğitimi etkiliyor. Öğretmen saygınlığı MÜTAŞER ooriterlikten çok çekiyor, CİMER de bunun bir boyutunu oluşturuyor. Öğretmen ve idareciler CİMER şikayeti almamak için öğrenci ve veliyi tümden serbest bırakmış bulunuyor.
BÜROKRASİ VE PROGRAM DEĞİŞİKLİKLERİ OKULUN DÜZEN VE MOTİVASYONUNU YOK EDİYOR
Nakiller ve ders programlarının düzenlenmesi bile yeterince iş çıkarıyor zaten.
Öğretmenler, hele de müdür yardımcılığı yapan öğretmenler günlük karşılıksız pek çok yazışmadan dağılmış durumda.
Hele de bakanlık, her gün okulları milli eğitimi şaha kaldıracakları yeni bir reform veya uygulama açıklıyor ki şaha kalkmayı bir yana bırakın mevcudu da çok sıkıntıya sokuyor.
Eskiden bir yazı okula bir ayda ulaşırdı, okul biraz nefes alırdı, ağır aksak da olsa bir şeyler yerelde görülürdü. Sanal hız okulun kısmi özerkliğini tümden yok etmiş bulunuyor.
Örneğin denzi çöpleri ile ilgili üç ayda bir yazışmalar yapılıyor, eylem planları var, haftanın ayın anlamlı günleri, anız yakmadan obeziteye pek çok konu, her biri için eylem planı.
Konular tek tek önemli olabilir ama bunlar her zaman öğretmen ve okulun işi olmamalı.
KALDI Kİ MEMUR YOK, YAZIŞMALARI ÖĞRETMEN VE MÜDÜR MUAVİNLERİ YAPIYOR
Kaldı ki okulda memur da çoğu kez yok, tüm bu yazışmaları öğretmen ve müdür yardımcıları yapıyor.
HİZMETLİ YOK, İŞKUR’DAN HİZMETLİ OKULA BAĞLILIK GÖSTEREMİYOR
İŞKUR’dan hizmetli gönderilmesi zaten ayrı bir özlük sıkıntısı yaratıyor, eksik ücret alıyorlar, yılda 9 ay çalıştırılıyorlar. Bu yıl onlarda da tasarruf tedbirlerine gidilecek gibi. 4-5 bine varan nüfuslarıyla okullar nasıl dönecek döndürülecek, her biri aynı zamanda öğretmene ve idareciye problem olarak dönüyor.
Geçici görevlendirmeler okula bağlılık, hatta okulu tanıma, yapacağı işleri anlama bakımından bile bir zamana ihtiyaç duyuyor. Asgari ücret üzerinden yılda 140 yevmiye gibi küçük hesaplar hem halkı hem öğrenciyi hem okulu hem öğretmeni mahvediyor.
ALTYAPI SORUNU ÖĞRETMENE DÖNÜYOR: ÇOCUĞUN YEMEK YİYECEK YERİ, GÖLGELENECEK YERİ BİLE YOK
Ne tuvalet yeterli ve temiz ne sağlıklı su olanağı var, hatta çocuğun yemeğini yiyeceği uygun bir alan bile yok.
Çoğu okulda çocuğun teneffüste soğuk ve sıcaktan kaçınabileceği bir gölge ağaç altı, sundurma alanı bile yok.
Okullarda altyapı ve donatı sorunları da öğretmen ve idarecilere sorun olarak dönüyor.
BÜROKRASİ ÇOK AMA İLÇEDEN, İLDEN BAKANLIKTAN İLGİ YOK
Bürokrasiye gelince çok da okulun bir nitelikli işi veya sorunu çözmeye gelince ne il ne ilçe ne de MEB Merkez Teşkilatı ortada gözükmüyor, okulların, öğretmen ve idarecilerin en büyük yakınmalarından biri de ilgisizlik maalesef.
BELEDİYE DE YOK, BAZEN ÇÖP ALMA BİLE SORUN, OT BİÇME BİLE SORUN
Bir müdür yardımcısı: “Bahçedeki otları 8 ayda biçtirebildik” diye yakınıyor. “Yazı, bizzat görüşme, Büyükşehir ana cadde ve bulvarlardan sorumluyuz diyor. İlçe belediyesi iş yoğunluğundan yapmıyoruz diyor. Şubattan ağustosa kadar çabaladık, bir velinin girişimi ile çözdük. Belediyeler bakımından destek olabilecekleri çok şey var ama bunlar işlemiyor: Bank, temizlik, ilaçlama, ot biçme, ağaç budama, sundurma, parke taşı, geziye araba, yemek masası, piknik masası, su donatısı… çöpleri toplama, düzenli almayabiliyor.”
SURİYELİ SIĞINMACI ÇOCUKLARIN YÜKÜ ÖĞRETMENE KALMIŞ BULUNUYOR. POZİTİF NEGATİF AYRIMCILIKLARA YOL AÇIYOR
Sığınmacı meselesi, siyasal ayağı bir yana eğitimle yakından ilgili bulunuyor Eğitim temel bir hak, tüm çocukların temel bir hakkı.
Ancak eğitimde tüm yük öğretmene bırakılmış durumda. Dahası öğretmenler sığınmacı ve göçmen çocukların eğitimi için hazırlanmamış durumda. El yordamıyla bir şeyler yapmaya uğraşıyor.
Öğretmen deneyimlerinden: “Meslek lisesinde çalışıyorum hocam. Suriyeli öğrencilerimizle iletişim problemi yaşanıyor yoğun şekilde. Anlama ve konuşma noktasında orta seviyede olmalarına rağmen Türkçe yazma noktasında kötü durumdalar yazılılarda problem yaşıyorlar. Ayrıca birçoğu bizim öğrencilerle etnik problem yaşıyor. Öyle garip durumlar oluşuyor ki, Suriyeli öğrenciler çeşitli projelerden, Avrupa Birliği destekli projelerden (öğle yemeği, kırtasiye desteği, servis) desteklenirken bizim öğrenciler bu burs ve imkanlara ulaşamayınca aralarında gerilimler çıkabiliyor. Irkçı söylemler artıyor. Son olarak Suriyeli öğrencilerimiz meslek alanlarında başarılı olsalar dahi çoğu İngilizce çalışıyor ve Avrupa ülkelerine ya da Amerika’ya gitme hayali kuruyor.”
Pozitif bir durum, elbette sığınmacıların durumunun iyileştirilmesi iyi bir durum, ama bunlar bütüncül yapılamazsa, bu bile başka ayrımlara ve ayrımcılıklara yol açabiliyor.
Sadece sığınmacı da değil. Öğretmen deneyimlerinden: “Köylerden taşımalı gelen Arapça konuşan öğrencilerimiz arasında Türkçe bilmeyenler, okuma yazma bilmeyenler, okuduğunu anlamayanlar bolca var.”
Okul ve öğretmen çoğu kez tek başına tüm bunlarla baş etmeye çalışıyor.
SOSYAL MEDYA ÖĞRETMENİ DE ÖĞRENCİY DE OLUMSUZ ETKİLİYOR
Öğretmen arkadaşlar ve mevcut çalışmalar sosyal medya kullanım süresinin günlük 7-8 saatleri aşmaya başladığını gösteriyor. Öğretmenler bundan iki kez etkileniyor. Bir okul ön hazırlığı ve öğrencinin derse/okula/eğitime uyarlanması çok zorlaşıyor, öğretmen çaresiz kalıyor. Dahası öğretmen de sosyal medya yüzünden dağılıyor, hatta derste okuma saatinde bizzat öğretmenlerin bir kısmı da sosyal medya ile uğraşıyor.
Derste telefon bulundurma sadece öğrenci bakımından değil öğretmen bakımından da farklı bir kültüre taşınması gereken bir konu, yasakçılık dışı bir çözüm nasıl bulunabilir, bu bile tek başına önemli bir problem.
Öğrenci zorbalığı zaten büyük bir problem. Ancak problem öğrenciler arasında kalmıyor, öğretmen ve idareciye yönelik de psişik, hatta fiziki şiddete dönüşüyor. Sorunu çözmeye çalışan öğretmen ve müdür yardımcıları bizzat şiddete uğruyor. Bu konuda velilerin de eğitilmesi gerekiyor.
ÇOCUĞUN GELECEĞİ YOKSA OKULUN ÖĞRETMENİN DE GELECEĞİ OLAMIYOR
Öğretmen deneyimlerinden: “Öğrenci ayırt etmeksizin çocukların en yoğun yaşadıkları güçlükten biri gelecek noktasında umutsuz olmaları (İçinde bulundukları ekonomik sosyal vb. döngüyü kıramayacaklarına inanıyorlar).” Bu durum okulu. Öğretmeni çok sıkıntıya sokuyor okula derse uyarlamakta, onları geliştirmekte zorlanıyor.
Çocuğun geleceği yoksa öğretmenin de geleceği olamıyor, okulun, öğretmenin geleceği yoksa ülkenin de geleceği olamıyor.
Yazılacak çok şey var. Yazmaya devam edeceğiz. Ama en önemlisi bunların düzeltilmesi. Her yeni eğitim öğretim yılının bir öncekini aratır olmasından çıkması, geleceğe umutla bakabilmek.
Umut en çok da önce okullara ve çocuklara sahip çıkmaktan geçiyor.