“EVRENSEL DÜŞÜN, YEREL UYGULA”

Bu sözler, İngilizlerin sömürge yönetimimde uyguladığı sistemin sloganı idi. Sistemi son derece  başarılı uygulayarak, başta Hindistan olmak üzere bütün kolonilerini yıllarca sömürmüştü

Bu sözler, İngilizlerin sömürge yönetimimde uyguladığı sistemin sloganı idi. Sistemi son derece  başarılı uygulayarak, başta Hindistan olmak üzere bütün kolonilerini yıllarca sömürmüştü. Tabi, şunu da unutmuyorlardı: İngilizler üstün bir ırk, diğerleri ise onlara hizmet etmek için yaratılmış canlılardı. Hatta bu yüzden o canlılara yaptıkları işkenceleri bile kutsayacak yöntemleri vardı.

Şu sözler İngiliz, yazar William Howitt’e ait: "Hıristiyan Batı denilen bu soyun, dünyanın dört bir yanında boyunduruğu altına alabildiği milletlere karşı gösterdiği vahşet ve zulmün bir benzerine hiçbir çağda ne kadar vahşi, ne kadar kaba, ne kadar merhametsiz ve utanmaz olursa olsun, başka hiçbir soyda rastlanamaz."

Bu sözleri somutlaştıralım:

1612’de, Hindistan’da British East India Company adıyla bir şirket kuruldu, sonra ülkenin önemli şehirlerinde ticarî merkezler açıldı ve böylece Hindistan’da İngiliz hakimiyeti başlamış oldu. Demir, kömür ve diğer maden işletmelerini, çay ve pamuk üretimi takip etti. Kısa sürede şirket bir devlete dönüştü. Ve İngilizlerin düzenli ordularının karşılarında küçük Hint prenslikleri tek tek düştü, kayboldu

1803’e gelindiğinde, Pencap bölgesi hariç, ülkenin tamamı sömürgeleşmişti. Pamuk üretimi oldukça kazançlı bir sektördü. Hindistan’ın verimli topraklarında ucuz iş gücüyle üretilen pamuklar, gemilerle İngiltere’ye götürülüyor ve kumaş yapılıyor, sonra aynı. kumaşların yine Hindistan’a pazarlanması planlanıyordu. 

Ancak İngilizler büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktı. Çünkü Hintliler, İngiliz kumaşını almıyor, daha pahalı olduğu halde kendi ürünlerini tercih ediyorlardı. Büyük Britanya Hindistan’a bir türlü kumaş satamıyordu. Bir şeyler yapılmalıydı. 

Şirket yönetimi insanlık dışı bir yönteme başvurdu. Dokuma tezgahlarında çalışanların ve ipek dokumacılığı yapan genç kızların baş parmaklarını kestiler. Böylece o zavallılar dokuma tezgahlarında düğüm atamayacaklardı. 

Eli ve kolu kesilenler de vardı. Bunlar üç beş kişi de değildi. Sayıları neredeyse 100.000’i geçmişti. Sonuçta üretilemeyen Hint kumaşı yok oldu, pazar tamamen İngilizlere kaldı. Açgözlü kapitalizm yine kazanmıştı. Ve bir tabir bütün dünyaya yayıldı: “Bulunmaz Hint Kumaşı.”

Büyük Britanya, Hindistan'da kan ve renk bakımından Hintli, düşünce, ahlak ve davranış bakımından İngiliz bir toplum yetiştirmek için çok çalıştı. Fakat, sadece İngiliz dili ve edebiyatından başka hiçbir şey bilmeyen, Hıristiyanlaştırılmış bir zümre yetiştirmeyi başarabildiler. Bunlar da memur yapıldı. Bu memur sınıfı, beyinleri yıkanmış, kendi milletine düşman, parayla satın alınmış yalaka bir güruhtan başka bir şey değildi. 

Sözü yine İngiliz yazar William Howitt’e bırakalım: “Eğer içerideki yerli ihanet etmezse, dışarıdaki düşman zarar veremez.” 

Dede Korkut dememişti ya: “Kahpe içerdeyse, kapı kilit tutmaz oğul.”

Şimdi, yukarıdaki yazıyı bir kez daha okuyarak şu sorulara cevap arayalım mı?

  1. Yugoslavya örneğini hatırlayarak, Suriye’den kaç mini devlet üretileceğini düşünüyorsunuz? Emperyalistler neden büyük devletleri bir yudumda yenecek kadar küçültüyorlar?
  2. Üniter bir devlette ana dilde eğitim taleplerinin nihai amaçları, kapsamı nedir,  nerelere varır?
  3. Yusuf Tekin’in ülkeyi getirdiği bataklık, “evrensel düşünüp yerel uygulamak mıdır?” Değilse nedir? ÇEDES akla uygun bir proje midir? Neden? Vs.

DÜŞÜNELİM LÜTFEN. HER ZAMAN DÜŞÜNELİM AMA,,,

  • ÖNÜMÜZE GETİRİLEN KONULARI DEĞİL, AKLIMIZIN EMRETTİKLERİNİ.
  • VE DÜŞÜNÜLERİMİZ ÖNCE DÜŞÜNCEYE, SONRA DA FİKRE DÖNSÜN.

 “EVRENSEL DÜŞÜN, YEREL UYGULA”

Bu sözler, İngilizlerin sömürge yönetimimde uyguladığı sistemin sloganı idi. Sistemi son derece  başarılı uygulayarak, başta Hindistan olmak üzere bütün kolonilerini yıllarca sömürmüştü. Tabi, şunu da unutmuyorlardı: İngilizler üstün bir ırk, diğerleri ise onlara hizmet etmek için yaratılmış canlılardı. Hatta bu yüzden o canlılara yaptıkları işkenceleri bile kutsayacak yöntemleri vardı.

Şu sözler İngiliz, yazar William Howitt’e ait: "Hıristiyan Batı denilen bu soyun, dünyanın dört bir yanında boyunduruğu altına alabildiği milletlere karşı gösterdiği vahşet ve zulmün bir benzerine hiçbir çağda ne kadar vahşi, ne kadar kaba, ne kadar merhametsiz ve utanmaz olursa olsun, başka hiçbir soyda rastlanamaz."

Bu sözleri somutlaştıralım:

1612’de, Hindistan’da British East India Company adıyla bir şirket kuruldu, sonra ülkenin önemli şehirlerinde ticarî merkezler açıldı ve böylece Hindistan’da İngiliz hakimiyeti başlamış oldu. Demir, kömür ve diğer maden işletmelerini, çay ve pamuk üretimi takip etti. Kısa sürede şirket bir devlete dönüştü. Ve İngilizlerin düzenli ordularının karşılarında küçük Hint prenslikleri tek tek düştü, kayboldu

1803’e gelindiğinde, Pencap bölgesi hariç, ülkenin tamamı sömürgeleşmişti. Pamuk üretimi oldukça kazançlı bir sektördü. Hindistan’ın verimli topraklarında ucuz iş gücüyle üretilen pamuklar, gemilerle İngiltere’ye götürülüyor ve kumaş yapılıyor, sonra aynı. kumaşların yine Hindistan’a pazarlanması planlanıyordu. 

Ancak İngilizler büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktı. Çünkü Hintliler, İngiliz kumaşını almıyor, daha pahalı olduğu halde kendi ürünlerini tercih ediyorlardı. Büyük Britanya Hindistan’a bir türlü kumaş satamıyordu. Bir şeyler yapılmalıydı. 

Şirket yönetimi insanlık dışı bir yönteme başvurdu. Dokuma tezgahlarında çalışanların ve ipek dokumacılığı yapan genç kızların baş parmaklarını kestiler. Böylece o zavallılar dokuma tezgahlarında düğüm atamayacaklardı. 

Eli ve kolu kesilenler de vardı. Bunlar üç beş kişi de değildi. Sayıları neredeyse 100.000’i geçmişti. Sonuçta üretilemeyen Hint kumaşı yok oldu, pazar tamamen İngilizlere kaldı. Açgözlü kapitalizm yine kazanmıştı. Ve bir tabir bütün dünyaya yayıldı: “Bulunmaz Hint Kumaşı.”

Büyük Britanya, Hindistan'da kan ve renk bakımından Hintli, düşünce, ahlak ve davranış bakımından İngiliz bir toplum yetiştirmek için çok çalıştı. Fakat, sadece İngiliz dili ve edebiyatından başka hiçbir şey bilmeyen, Hıristiyanlaştırılmış bir zümre yetiştirmeyi başarabildiler. Bunlar da memur yapıldı. Bu memur sınıfı, beyinleri yıkanmış, kendi milletine düşman, parayla satın alınmış yalaka bir güruhtan başka bir şey değildi. 

Sözü yine İngiliz yazar William Howitt’e bırakalım: “Eğer içerideki yerli ihanet etmezse, dışarıdaki düşman zarar veremez.” 

Dede Korkut dememişti ya: “Kahpe içerdeyse, kapı kilit tutmaz oğul.”

Şimdi, yukarıdaki yazıyı bir kez daha okuyarak şu sorulara cevap arayalım mı?

  1. Yugoslavya örneğini hatırlayarak, Suriye’den kaç mini devlet üretileceğini düşünüyorsunuz? Emperyalistler neden büyük devletleri bir yudumda yenecek kadar küçültüyorlar?
  2. Üniter bir devlette ana dilde eğitim taleplerinin nihai amaçları, kapsamı nedir,  nerelere varır?
  3. Yusuf Tekin’in ülkeyi getirdiği bataklık, “evrensel düşünüp yerel uygulamak mıdır?” Değilse nedir? ÇEDES akla uygun bir proje midir? Neden? Vs.

DÜŞÜNELİM LÜTFEN. HER ZAMAN DÜŞÜNELİM AMA,,,

  • ÖNÜMÜZE GETİRİLEN KONULARI DEĞİL, AKLIMIZIN EMRETTİKLERİNİ.
  • VE DÜŞÜNÜLERİMİZ ÖNCE DÜŞÜNCEYE, SONRA DA FİKRE DÖNSÜN.

 


İfral TURGUT

12.12.2024 21:41:00

YAZARLAR


GEMS PROJESİNİN FİNAL TOPLANTISI ADANA'DA

Düzgün COŞKUN yazdı/ ALNINA KARA ÇALARAK HAKSIZLIĞA HUKUKSUZLUĞA HAYKIRMAK!

YÜREĞİR’DE ‘KADIN EL EMEĞİ KERMESİ’

ADANA’DA ÇOCUK HAKLARI KORULUĞU

2024’TE ŞARJ İSTASYONLARI YÜZDE 235 ARTTI

YURTDIŞI ÇIKIŞ HARÇ PULU TARİH OLUYOR

“BU KARA HEPİMİZİN ALNININ KARASIDIR”

TGC 48. SEDAT SİMAVİ ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU

ÇUKUROVA BELEDİYESİ’NDEN “DİP BUCAK” TEMİZLİK ÇALIŞMASI

CHP EKONOMİ TAKIMI ADANA’DA

DEMİRÇALI: YÜREĞİR’İN HAKKINI KİMSEYE YEDİRMEYİZ

SÜTCÜ: ÜRETİMİN VE İHRACATIN ÖNCÜSÜ OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ

SEYHANLI ÇOCUKLARIN FİLM KEYFİ

Şahin ESENDEMİR YAZDI/ SİNEMANIN BÜYÜK USTASI, ADANA'NIN FAHRİ HEMŞEHRİSİŞERİF GÖREN'İ KAYBETTİK

MOTOSİKLET SÜRÜCÜLERİNE GÜVENLİ SÜRÜŞ EĞİTİMİ

KIVANÇ: “ABD, ADANA İHRACATINDA EN FAZLA BÜYÜYEN ÜLKE”

Vahap MUNYAR yazdı/SASA’YA YATIRIMI 4 MİLYAR DOLARI BULDU, HİNDİSTAN VE ÇİN HARİÇ ‘EN BÜYÜK’ OLUYOR