Oxford Sözlüğü ,
2024'ün toplumsal, kültürel ve politik atmosferini yansıtan "yılın kelimesi"ni seçmiş;Brain Rot…
Çevrimiçi içerikler ve sosyal medyanın gereksiz ve eğlencelik kullanımı...
Aşırılık ve sürekli tüketim...
Sonuçta kişinin zihinsel veya entelektüel durumunun bozulması olarak tanımlanmış...
Kısaca Brain Rot/Beyin Çürümesi…
Dikkat...!
Katılımcılar aday gösterilen, sosyal medyada sorumlu davranmayı ifade eden 'ağırbaşlı' kelimesine onay vermediği gibi yapay zeka ürünü düşük kaliteli içerikler için kullanılan 'slop' kelimesine de hayır demişler, ki merak ediyorum;
Küresel bir zeka engeli, zihin bunaması ve neticede gelişmişliğe endeksli yozlaşmanın yarattığı bir yaşamın taa içindeyiz diyebilir miyiz?
"Brain rot" modern dijital dönemde popüler olsa da,
1854 yılında Henry Thoreau, 'Walden; or, Life in the Woods' adlı kitabında , "toplumun karmaşık fikirlerden uzaklaşarak basitlik yanlısı bir yaklaşım benimsemesini" eleştirmek için kullanmış, ki doğru bir tespit diye düşünüyorum.
Zaten , Oxford'un bu kelimeyi seçmeside esasında 'düşük kaliteli içerikle dolu sosyal medyanın hayatımıza olumsuz etkilerini'anlamamız için bir çağrı niteliği de taşıyor.
*
Gerçekten,19. yüzyıldaki tespit bugünleri anımsatmıyor mu...
Bu hale nasıl gelindi...
Bugün hepimizin uğraşıları var...
Yaşadıklarımız ve yaşatacaklarımız var ...
İş,aş,eş sorunları var...
Bu sorunlar her alanda bir yozlaşma, bir çürümenin eseri olarak da karşımıza çıkmıyor mu?
*
O halde düşünelim ve sorgulayalım diyorum.
Erdal Nal, gazetesindeki köşe yazısında diyor ki;
"Ben, ne uğruna savaşabilirim ?
'Tanrı’...
Din, tarih boyunca insanları birleştirirken aynı zamanda ayrıştıran bir unsur da olmuştur...
‘Toprak, Su'...
Toprak mücadelesi, kaynakların kontrolü ve stratejik üstünlük sağlamak amacıyla verilmiştir.
‘Petrol’...
Modern çağın en değerli kaynağı...
Ekonomik ve politik güç dengelerini belirlemede de etkili...
‘Altın’...
Tarih boyunca zenginliğin sembolü...
Keşiflerden sömürgeciliğe kadar birçok çatışmanın da merkezinde...
‘Para...
Ekonomik güç ve refah arayışı, uluslararası ilişkileri ve savaşları şekillendiren unsurlardandır.
‘Kadın’...
Uğruna savaşılanın en önemlilerinden biri. Tarih boyunca kadınlar, toplumların sosyal ve kültürel yapılarında önemli rol oynamışlardır.
‘Özgürlük’...
Savaşlar, insanların baskı ve zulümden kurtulma arzusunu yansıtır. İşte Fransız Devrimi, Türk Kurtuluş Savaşı...Özgürlük ve eşitlik idealleri uğruna verilen mücadelenin simgelerinden değil midir...
‘Şan’...
Nam salmak, ünlü olmak, saygı duyulmak, kabul görmek, biat isteği...
Özellikle eski çağlarda savaşların tetikleyicisi olmuş...
Tarih boyunca insanlığın yönünü belirlemiş, uygarlığımızın şekillenmesinde önemli rol oynamış bu kavramlar günümüz dünyasının da dinamiklerini oluşturmakta ve devletleri ilgilendiriyor gibi görünse de bireysel savaşlarımızı da anlatmaktadır.
Gerçekten, hepimiz Tanrı için, toprak için, enerji için, altın, para ve özgürlük için savaşmıyor muyuz...
Yaşamak zaten savaşın kendisi ve yaşamımız da büyük bir savaş meydanı değil midir?..
Aslında...
Diyorum ki...
Savaşmak kaçınılmaz olduğunda;
onur, iyilik, özgürlük, cumhuriyet ve demokrasi uğruna savaşmalıydık.
Ya da boş verip savaşları, her koşulda barışlar inşa edebilmeliydik.
*
İnsanlığın yönünü belirlemede , uygarlığın şekillenmesinde önemli uğraşları saydık...
Savaşmalı o uğurda derken; dil, tarih, bayrak toprak, kültür, amaç birliği olanların oluşturduğu büyük bir organizasyon olan devleti de oluşturan değil miyiz!
Yani Halk...
Halkı kim yönetiyor , Hükümet..
Hükümetin görevi değil midir, halkını mutlu etmek...
Çeyrek asırdır görev yapan Cumhuriyet hükümetleri halkı mutlu etmiş midir...
Ekonomiden bir not...
Altında, dövizde vaki artışlar.... Hayatın her alanında ihtiyaç maddelerindeki fahiş zamlar 'atlı';
taban fiyat, maaş, alım gücünde yaya kalınca
halkın mutsuzluğu kaçınılmazdır.
Eee böyle durumda neyle karşılaşılır;
Hak,hukuk,adalet yok olur...
Yolsuzluk ohooo…
Liyakatsızlık,torpil, (k)ayırma!
Denetim mi, usulen…
Sarık, cübbe, şalvar, sakal, yakasız gömlek moda; takmayan, giymeyen, bırakmayanlara ise hayat kapkaranlık oda...
İnkar edemeyeceğimiz acı gerçekler var;
Başta emekli olmak üzere açlık var.
Her gün yüzlerce icra, yüzlerce iflas; onlarca cinayet. Sağlığı tehdit eden, sağlığı bozan, ayıplı gıdalar.
TÜİK doğruyu söylemiyor.
Seçilmişlerin yerinde kayyum oturuyor...
Sağlık mı, epey bir zamandır en nefret ettiğim sistem(sizlik).
“Okullar medrese!”.
'Mustafa Kemal’in askeriyiz' demek artık suç...
Psikopatlar, çeteler, mafya…
İyi de nimet nereye, hizmet kime?
Hiç kuşkusuz BOP’a, cemaatlere, tarikatlara, holdinglere,
Candaş basının yandaş kalemlerine,
dolar milyarderi araplara, mültecilere....
Bu hükümet kim(ler)in hükümeti?
Açlıktan nefesi kokanlarla bir eli yağda bir eli balda olanların…
Allah Allah!
Bu nasıl bir tezdir…
Bu hükümet açlıktan nefesi kokanların iktidarı, çünkü onlar bu dünyadan çoktan ümitlerini kestiler.
Tek beklentileri öte dünyada kuş sütünün dahil olduğu sofralara kurulup geri kalan zamanını birbirinden güzel hurilerle geçirmek. Bu özleme kavuşmak için cennetin yolunu ezbere bilen terlikler; yanmaz, yırtılmaz, çürümez kefenler çoktan satışa sunuldu.
Onlar ki, seçimlerden hemen önce Ahmet, seçimden sonra (Z)Ahmet, azıcık ses yükseltince (R)Ahmet oluyorlar.
Daha ne olsun!
Bu hükümet bir eli yağda bir eli balda olanların iktidarı, çünkü onların dini imanı para… Zira onların öte dünyada mutlu olmaya ihtiyaçları yok. Onlar kahvaltıyı Newyork’ta, öğle yemeğini Paris’te yiyip akşam kafayı çıtır kızlar eşliğinde Moskova’da çekmeye devam ediyorlar.
Siz de, “Vah, memleketim vah!” dediniz yüksek sesle.
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!”
(Yusuf İpekli'nin köşe yazısından esinlenilmiştir.)
**
Vah memleketim vah! diyenler ve diyemeyenlere de bakalım...
**
"Hava kurşun gibi ağır..
Güzel ülkemde, azgın bir azınlığın tekmeleri altında inleyen çoğunluğun öfkesi her geçen gün artıyor.
Yaşanılası olmaktan çıktı memleket.
Suriyeliler bile “Nereden geldik, gelmez olaydık” demeye başladı.
Fokur fokur kaynayan bir kazan manzarası var ülkemde.
Çoğunluğa yön vermesi, topluma umut olması gereken ülkemin muhalefet partileri ego tatmin merkezine dönüştü.
Umut denilen siyasal yapılarda, disiplinsiz insanların ‘O aday olursa’ söylemleri tartışılıyor.
Oysa, yaşananlar, yaşatılanlar o kadar ağır ki, tek adamın bunları kaldırması, taşıması artık mümkün değil.
Sanki, sabaha en yakın saatlerdeki karanlığın en koyusu sardı ufuklarımızı.
Fındık bizimdi,
Buğday bizimdi,
Çay bizimdi,
Un bizimdi.
Anadolu'da şeker,
Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’da Pamuk,
Egede, Doğu'da tütün,
Ege’de, Akdenizde zeytin bizimdi.
Derdimizi dökecek kağıt bizim topraklarımızdaki fabrikalarda üretilirdi.
Fatma Teyze’nin giydiği Basma Fistanın kumaşını üreten Sümerbanklar bile artık yok.
Sahi dostlar, neler oluyor bize?.
Barış ve kardeşlik bizim için birer ütopya.
Böylesi dönemlerde milleti uyandırmakla yükümlü aydınlar ya içerde, ya susturuldu.
Tencerelerde et yerine dert kaynıyor.
Ekonomik çöküşün sorumlusu ya dış güçler, ya üç harfli marketler ya da soğan üreticisi.
Dedim ya dostlar, bu gün de hava kurşun gibi ağır.
Ama bunu bile göremeyecek hale geldik, getirildik.
Sahi hiç sordunuz mu kendinize?
Sahi neler oluyor bize?
Sahi ne zaman geleceğiz kendimize?
Ne zaman uyanacağız, yattığımız gaflet ve dalalet uykusundan?
Görmüyor musunuz, Hıyanete sadece bir adım kaldı.." diyor,Ahmet ZORLU...
**
Hıyanet demişken...
Erdem Atay ne yazmış 'Hıyanet' adlı kitabında;
"Cennet bir ülkede cehennemin içindeydik.
Her gün, bir gün daha yaklaştığımız ölümü beklerken yaşam mücadelesi verildiğini sandığımız gerçek olmayan bir dünyanın içinde iğdiş edilmiş aklımızla savaşmaya çalışıyorduk.
Onurumuzu kaybediyorduk oysa, kimse onuru için ayağa kalkmıyordu artık.
Korku sarmıştı dört bir tarafı ve ruhumuzu. Konuşamıyorduk.
Sadece sosyal medyada, bazen sahte hesaplar üzerinden bazen de bizzat kimliğimizle kendini tatmin eden karaktersiz insanlara dönüşmüştük. Paylaşımı yaptıktan sonra "görevini yapmanın" verdiği huzurla hayatına devam eden oyuncaklardık aslında.
İsyanımızı aldılar elimizden...
Yaşanmaması gereken ne varsa yaşanmıştı ve birine bile isyan edecek gücümüz sadece 24 saat sürüyordu. Onca haksızlığa dahi parmakları dışında hiçbir yerini kıpırdatmayan mahluklar olduk.
Yapılan şerefsizliklere, yolsuzluklara, haksızlıklara, ihanetlere her gün bir "tivit"le başkaldırdık.
Sandık ki sosyal medya hesaplarımızdan 250 karaktere sığdırmaya çalıştığımız isyanla
ülke kurtulacak...
Her yerin suç ve suç ortaklıklarıyla dolduğu ülkemizde, sessiz kalan onurlu insanlar da toplu bir suç işledi.Herkes sustu!
Suskunluk çetesinin birer ferdiydik ve kimsenin de ayağa kalkıp "Neden susuyorsunuz?" diyecek hali kalmamiştı.Kendimizi kandırdık.
Söylemediğimiz seylerin hiçbiri bize zarar vermiyordu, rahatlığımız ondandı..."
**
Hıyanet'te anlatılanlar sanki günümüz gerçeği;Brain Rot, beyin çürümesi olsa gerek...
Bu hale nasıl gelindiğini,Ahmet Zorlu 'dan dinleyelim...
"Asalet,
Zarafet,
Görgü,
Dürüstlük,
Ahlak,
Kültür,
Adap,
Edep,
Saygı,
İtibar,
Bunların tamamını mumla arar hale geldik..
Siyasette, hiç birinin izi bile kalmadı.
Ondandır...
Meclis çatısı altında boks maçı yapan vekiller...
En küçük eleştiri yapanı bile hainlikle damgalama merakı...
İnsan olmanın erdemlerinden olan demokratik değerleri ülkemize, toplumumuza lüks saymamız...
Tepedekilerin görkemli hayatlarına, eleştirel değil hayranlıkla bakmamız...
Karaya ak, aka kara deme kolaycılığımız.
Yüce Kitabımızın emirlerini bir kenara koyarak, Fetullah gibi para taparları kendimize rehber seçmemiz...
Sorgulama gibi bir değerimizi bile birilerine ihale etmemiz ve çıkan sonuçlara kayıtsız şartsız baş eğmemiz.
Bürokraside de bu kavramlar hak getire...
Kokuşmuş, çürümüş, çürütülmüş bir yapı ile karşı karşıyayız...
Tepede yaratılan gerilim, ister istemez tabana yansıyor, söyleyecek söz, kullanılacak üslup ve kültürden yoksun insanlar, karşıya küfür ve hakaret ederek, yumruk atarak, silah göstererek ya da siyasi kürsülerden tehditler savurarak sonuç almaya çalışıyor.
Ondandır, milletimizi bu gerilim hattından hemen uzaklaştırmamız, yeniden birbirimizi anlamayı öğretmemiz, öğrenmemizin zorunluluğu, gerekliliği.
Hiç düşündünüz mü?
Her yıl 70 dolayında cezaevi inşa edilmesine rağmen, cezaevlerinin tıklım tıklım olduğu başka bir ülke var mı?
Eğitim sistemi, yılda bir-iki kez değişen başka bir ülke var mı?
İşte bundandır, yukarıdaki değerlere hasret kalışımız.
İşte bundandır, bu hale gelişimiz.
O nedenle çağdaşlıktan, bilimden, teknolojiden, sanattan ürken, kaba kuvveti dayatan politikalarla değil;eğitimde, siyasette, üretimde, Atatürk'ün temellerini attığı fabrika ayarlarına yeniden dönerek çıkış sağlayabiliriz...
**
Kurtuluşa giden yolda, düşünme biçimi ne olmalıdır.
Müge Gülses diyor ki;
" Fabrika ayarı...
Tanımı herkesin talep ettiği bir hedef isede rasyonel olarak ne anlama geldiği herkese göre muhteliftir.
Öyle olmasaydı toplum fabrika ayarını zaten devam ettiriyor olurdu.
Atatürk'ün düşünme biçimi Cumhuriyeti kurabildiğine göre önce onun gibi düşünebilmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Bilimsel ve geleneksel düşünme biçimleri farklıdır ve yüzyıllar içinde oluşur.
Atatürk küçük yaşlardan itibaren rasyonel aklını inşa ederek ve çok okuyup analiz ve sentezlerle kafasindaki toplum tasarımına emek vererek kitaplar yazarak ve uygulama içinde kendini sürekli gelistirerek zihinsel devrimini gerçekleştirmiştir.
Biz de aynı tutumda olmalıyız ki fabrika ayarını yeniden inşa edebilelim."
**
Türkiye’nin o kadar önemli ve devasa sorunları var ki...Bazen akıl, mantık kabul etmiyor, edemiyor...
Naim Babüroğlu'da inceleme ve yazısında;
"Gaziantep’te, 41 Sivil toplum kuruluşunun imzasıyla hazırlanmış 7 Haziran 2024 tarihli ve
“Küçük Suriye” başlıklı, “Şehrimizde değişen Nüfus Yapısı ve Etkileri” raporundan örnekler veriyor.
Mesela,
Türkiye’de doğurganlık hızı 1,62 iken Suriyelilerde 5,3...15-20 yıl içerisinde bazı kentlerin demografik yapısı değişecek, diyor.
Hukuk Fakültesini bitirip avukat olmuş, T.C. vatandaşı olmuş, baroya kabul edilmiş, avukatlık ofisi açmış, ama Türkçe bilmeyen Suriyeli avukatlarımız mevcuttur...
Yanlış okumadınız...
Türkçe bilmeyen, ama Türk vatandaşı olmuş Suriyeli avukat !
Türk öğrenciler üniversiteye girerken yıllar süren hazırlık sonunda, seviye tespit sınavına girerek fakültelere yerleştirilirken Suriyeli öğrenciler, Yabancı Öğrenci Sınavı (YÖS) haricinde sınavsız bir şekilde fakültelere girebilmektedir.
Türk öğrenciye engel olmak, Suriyeli öğrencilerin önünü açmak değil mi bu?
Beyin göçünü hızlandırmaktan başka, bir yararı var mı bu uygulamanın?
Bakınız,
Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda (TUS), Türk hekimlerinin 70 puan almaları, Yabancı doktorların ise 55 puan almaları yeterli.
Yani, Türk hekimlerini yurt dışına iten bir uygulama...
Suriyeli sığınmacılar, muayene ve ilaç katılım payı ücretini ödemezken, bizim insanımız bu ücretleri ödemektedir,ki bu mu sosyal devlet anlayışı?
Türk vatandaşı, bu vatanın sahibi olduğu için para öderken,Suriyeli sığınmacı ücretsiz yararlanacak!
Sığınmacıların ve kaçak göçmenlerin, Türkiye’den gitmelerini kim istemiyor?
AB istemiyor, ABD istemiyor.
PKK/PYD terör örgütü istemiyor.
Soros fonuyla, mutlu olmayı tercih eden sözde aydınlar istemiyor.
Yani... Türkiye’nin parçalanması hayalini yaşayanlar istemiyor.
Çünkü, sığınmacılar ülkelerine dönerlerse büyük proje çöker...
Pakistan, 1980’lerde 4.5 milyon Afgan sığınmacı kabul etti. Gün yüzü görmedi.
Lübnan, Filistinli mülteciler nedeniyle çöktü.
Hiçbir sorunu çözmeyecek, Anayasa tartışmaları yerine beka sorununa dönüşen sığınmacıları, kaçak göçmenleri ülkelerine gönderseler daha iyi olmaz mı?
Bir ülke ısrarla nasıl intihar eder, diye sorarsanız...
Başka bir adım atmasına gerek yok derim.
Verimli tarlalara, zeytinliklere beton dikerek...
Kaz Dağları’nda, maden için asırlık ağaçları keserek...
Önce tarımı ve çevreyi katlettik.
Şimdi de, insan kaynaklarımızı yok ediyoruz.
Türkiye, sadece kalbine değil...
Beynine de, öldürücü darbeyi vuruyor.
Ve Türkiye, intihar ediyor..."
*
İntihar mı,yok olmak mı!
İsmet Orhan ne diyor;
"Bir ülke ölüyor!
Yugoslavya yerle bir edilip parçalara ayrılırken,
Halk ne demişti biliyor musunuz ?
“ Biz evde her gün televizyon dizileri seyrediyorduk, nelerin olduğunu anlayamadık, artık iş işten geçti “ …
Yani,TÜRKİYE toplumunun içine düştüğü durum gibi ...
Merkezinde “ İNSAN “ olmayan emperyalist projeler,
Türkiye’yi sarmış durumda…
Kimi,
Atatürk’ü ve demokrasiyi satıyor…
Kimi,
Din, kuran ,ezan ,satıyor…
Kimi,
Milli duygu ,bayrak, vatan satıyor…
Yetmiyor,
Milletvekili ve general insan kaçakçılığı ve uyuşturucu satıyor…
Yine yetmiyor,
Kadın
Çocuk
Hayvan
Bitki…
Tüm canlılara şiddet uygulanıyor,
ÖLDÜRÜLÜYOR …
Hepsinin,
Düşünceleri ölçüsüz…
Konuşmaları yersiz…
Dünkü,
Modern Cumhuriyetin tüm değerlerini sildiler…
Sıra,
Gelecekteki hayatları siliyorlar…
EVET !…
Türkiye’de,
Hiç ama hiç bir şey yolunda gitmiyor…
Bir toplum,
Bir toprak,
Bir ülke ÖLÜYOR … …
Eyyy HALK !…
Canına,
Malına,
Vatanına,
Çocuklarının ve torunlarının geleceğine yapılan bütün KÖTÜLÜKLERİ GÖRÜYORSUN …
Hikaye aynı hikaye,
Osmanlı nasıl yıkıldıysa,
Cumhuriyet Türkiyeside aynı yolda yuvarlanıyor…
Tüm bunlara rağmen,
Sessiz ve tepkisizsin …
Öyleyse !
Suçsuz değilsin
Mağdur hiç değilsin
SUÇ ORTAĞISIN …
Gözünle,
Gönlünle cezalısın …
Bir millet uyanmıyor,
Hüzünle, acıyla,
Bir ÜLKE ÖLÜYOR …
*
Beyin çürümesini , 'hasarlı ve iş gör(e)mez beyin' olarak ele alırsak, bizdeki önemli sorun eğitimdir ve ivedilikle cehaleti yenmeye odaklanmalıdır... Yani her halükarda çok okumalı, düşünmeli, sorgulamalı ve uygulamalıyız...
Oxford Sözlüğü'nün yılın kelimesi ifadesi ve gerekçesine göre bakarsak, ki sanki 'masa başında ahkâm kesmek' tek işimiz olmuş gibi ...
**
Kilise tarafından yakılarak öldürülen
Giordano Bruno, Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri olup evrensel ve zaman kavramından uzak 'iki şey' öğretisi
kulağa küpe olacak cinsten...
Çözümsüz görünen sorunları çözmek için
Bakış açısını değiştir,
kendini karşındakinin yerine koy...
Kişi ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirir ve
hak yemezsen yanlış yapmazsın...
Demagoji (Laf kalabalığı) ve Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek) gözden düşürür...
Kararsızlık ve Cesaretsizlik seni geri bırakır...
Başarının sırrı ise ustalardan ustalığı öğrenmek ve
kendini güncellemekle mümkündür...
Sorunun değil, çözümün parçası ol,
hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaş, ki farklı ol...
Unutmayın,
"Allah, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır"
"Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah'ı kullanırlar. "
**
Son söz:
BİZ SÜREKLİ POLİTİKACI SEÇİP, DEVLET ADAMI OLMALARINI BEKLİYORUZ. BU ÜLKENİN DEVLET ADAMI YETİŞTİRMESİ GEREKİYOR, POLİTİKACI DEĞİL.
ATATÜRK ...DÜNYANIN GELMİŞ GEÇMİŞ EN AKILLI, CESUR VE KARİZMATİK DEVLET ADAMIDIR. POLİTİKACI DEĞİL.
ATATÜRK SONRASI SIKINTININ KAYNAĞI TAM DA BU NOKTA...
Gerçekten nokta...
----
Katkı sunanlara teşekkürler...
SUAT UMUTLU
10 ARALIK 2024