Bir fotoğrafçıda tabureye oturmuş kameraya şaşkınca bakarken aklımdan neler geçiyordu acaba?
Ne düşünüyordum o an.
Savaşları mı, ölümleri, kalımları mı,
hayatın anlamını mı yoksa anlamsızlığını mı, n'olacak bu meleketin halini mi?
Tabii ki hiçbiri değildi.
Bunları henüz bilmiyordum ki.
Hayatı tanımıyordum ki daha.
Mahalle arkadaşlarıyla patlak lastik bir topun peşinden koşmayı, gasnaklı uçurmayı ve gulle oynamayı düşünüyordum heralde.
Annem özenle giydirmiş babam da elimden tutup fotoğrafçıya getirmiş ve bu vesikalık çekilmiş.
Okul için mıydi ?
Bilemiyorum.
Soracak ne annem ne de babam var artık.
Peki bu çocuk bugünlere nasıl geldi?
Şöyle...
Zamansız bir yerde yaşıyordum. Karanlıktaydım.
Ne zamandır karanlıktaydım bilmiyordum.
Ama rahat ve huzurluydum.
Özgürlüğüm biraz kısıtlıydı sadece.
Çünkü kabloyla bir yere bağlıydım.
Bir gün bu karanlıktan kurtulup başka bir boyuta geçeceğimi biliyordum.
Burada daha önce yaşamış olan ablam giderken birkaç not bırakmıştı.
Sonradan annem olduğunu öğrendiğim taşıyıcım sık sık beni okşayıp birşeyler mırıldanıyordu.
Ama henüz Türkçe'yi bilmediğim için ne dediğini anlayamıyordum.
Fakat güzel şeyler söylediğini hissediyordum.
Çünkü minik kalbim mutluluktan pır pır ediyordu elini üzerimde gezdirdikçe.
Sevinçten tekmeler savuruyordum.
Gülümsemenin ne olduğunu bilmiyordum ama sanırım gülümsüyordum.
Günler böyle geçerken acı bir çığlıkla uyandım bir gün.
Ne olduğunu anlayamadım.
Telaşla düzensiz hareket etmeye başladım.
Çığlıklar daha da arttı.
Anlamıştım. Nihayet tahliye zamanım gelmişti.
Bir ışık gördüm ve ona doğru ilerlemeye başladım.
Çığlıklar gittikçe arttı.
Ben ilerledikçe ışık daha da büyüdü.
Biraz sonra bambaşka bir hayatla tanışacaktım.
Bir an durup düşündüm.
Önce başımı mı yoksa ayaklarımı mı çıkarmalıydım?
Sonra dışardakilere ayıp olur düşüncesiyle başımı uzattım.
Ama başımın büyüklüğünden mi çıkacağım geçitin darlığından mı nedir bi türlü çıkamıyordum.
Artık geriye de dönemezdim.
Sonra biraz gerileyip bi hamle yapıp dışarı fırladım.
Fırlamalığım ordan gelir.
Bir kaç saniye sonra ciğerlerim havayla dolunca çığlığı bastım.
Ev ahalisinin sevinç çığlıkları benim çığlığıma karıştı.
Üşüdüğümü hissettim.
Hemen beni sarıp yorgun ama mutlu annemin yanına yatırdılar.
Gözüm duvardaki takvime takıldı.
10 Ekim'i gösteriyordu.
Ve günlerden cumaydı.
Adımı Aydın koydular.
Aydın Sihay kendini yazdı.
Okuyanların gönlü şen olsun.