Sevgili Gök Tengri!
Sana inanmayı gönüllü olarak ya da Emevi komutanı Kuteybe’nin kılıcı boğazına dayanınca can korkusuyla bırakan eski tapanlarının, yani biz Anadolu insanlarının başı dertte, büyük belada.
Tam bin yıl oldu, seni terkedip Arabistan çöllerinde yeni maceraların, yeni serüvenlerin peşine düşeli.
Sen, Gök'ün tanrısal yüce tiniydin. Doğadaki tüm nesneler birer tine sahipti (Animizm). Sen bunların en yücesi, en büyükleriydin.
Senin inancında yaratıcının tek bir tane olduğuna inanılır ve Türkler tarafından sahip olunan bir inanış olduğu söylenir. Sen, sonsuz göğün ruhuydun ve eşin benzerin yoktu.
En önemlisi de, sen günlük yaşam olaylarına (yeme, içme, yatma, uyuma, aile ilişkileri, vb.) müdahale etmez, kullarını serbest bırakırdın.
Ahh o Moğollar!
Bizi oradan kovalamasalardı, biz de bu maceraya girmeyecek, hiç olmazsa bir bölümümüz şimdi Orta Asya steplerinde, yıldızların altında kımızlarımızı yudumlayıp, maşuklarımızla beraber mutlu mesut bir yaşam sürecektik. Varsıl olmayacaktık ama azla yetinmesini bildiğimiz için yoksul da sayılmayacaktık.
Geldiğimiz yerde, alkol yasak, sanat yasak, müzik yasak, mimari yasak, mezar taşı yapmak bile yasak.
Bedeviler alem yaparken birkaç kez kavga çıkmış ve alkol yasaklanmış. Çöl Arapları içmesini bilmiyorsa bizim suçumuz ne? Ayrıca, adamlar ne yapsın? O çöl sıcağında hele hele buz da yok, bu meret içilmez ki! Hır gür etmeleri normal.
Gelip mesken tuttuğumuz bu topraklarda insani olan her şey yasak. Bize diyorlar ki; bekleyin, cennete gitmeyi hak ederseniz, hurilerle sütten ırmaklarda banyo yapıp köşklerde kevser şarapları içecekseniz.
Arabistan’da olmayan her şey cennete bırakılmış. Buz gibi akan pınarların başında iki kadeh rakı içmenin keyfini ne bilsin bu kuralları koyanlar.
Sevgili Gök Tengri!
Seni terkkettikten sonra bizi asıl yakanlar hakanlarımız oldu. Selçuku sultanları Alpaslan, Melik Şah, ve sonradan gelenler yönetim erkini ellerinde tutabilmek için, yani sultanlıklarını sürdürebilmek için verdiler bu tavizleri.
Şah İsmail şii olacaksınız dedi şii olduk. Anadolu’da alevi olduk. Sonra Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail iktidar yüzünden kapıştılar. Yavuz bize döndü sünni olacaksınız dedi, sünni olduk. Kabul etmeyen on binlerin kellesi kesilip kuyulara atıldı.
Devletin bekası dedik, büyüklerimiz bir şey söylüyorsa doğrudur dedik, belamızı bulduk.
1800 lü yıllarda Osmanlı can çekişirken şimdi hüküm süren Halidi Bağdadiler çıkıp geldiler. Asıl belayı o zaman bulduk. Bu herifler yüzünden Anadolu’da Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş’ın hoşgörü anlayışı, kültürü sona erdi.
Cumhuriyet saltanatı kaldırarak bizi Osman oğullarının kulu kölesi olmaktan kurtardı, artık teba ya da reaya (kul) değil bireysiniz dedi ama onun da kıymetini bilemedik.
Sevgili Gök Tengri!
Bak, bizim geldiğimiz topraklarda yaşam sürmüş olan Ömer Hayyam neler yazmış:
“Şarap sen benim günüm güneşimsin! / Öyle bir dolsun ki seninle içim. / Bir bildik görünce beni sokakta: Ne o şarap, nereye böyle? desin.
Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı, / Şarap ne zaman coşturur içenleri? / Pazar, Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, / Bir de Cuma, Cumartesi günleri.
Bu kadeh bir bedendir, cana gebe! / Bir yasemindir, erguvana gebe! / Hayır; yanlış; ne odur şarap ne bu: Bir sudur, bir su ki yangına gebe!
Bir damla şarap ver, Çin senin olsun; / Bir yudumu bütün dinlerden üstün. / Söyle, ne var dünyada şaraptan hoş? / O acıya tatlılar feda olsun.”
Anadolu’da “Kumaş olam ellerinle biç beni / Baden olam yudum yudum iç beni” sözcükleriyle türkülerimize yerleşmiş badeler.
Sevgili Gök Tengri! Aşağıdaki dörtlük içmeden yazılır mı?
“Senin baban karşı köyün hocası, / Peşinde gezerdi genci kocası, / Bana derler bu kötünün kocası, / Yayladan gel, kömür gözlüm yayladan”.
Ve geldik bu günlere.
Muhterem Hükümet, vergiyi verenden alıyor, vermeyenden almıyor. Vermeyenin borçlarını belli aralıklarla sıfırlıyor. Oysa alkole akşam sabah zam yapıyor. Bir şişe rakı içen üç şişe de devlete ısmarlıyor. İktidar geçimini bizim sırtımıza yükledi, adeta bize zulmediyor.
Nesimi’den alıntı yapıp, “Sofular haram demişler / Bu aşkın badesine / Ben doldurur ben içerim / Günah benim kime ne?” dedik dinlemediler.
Bakın neler yaşanıyor bu güzel ülkede.
Mersin’in Bozyazı ilçesinde bir balıkçı lokantası. Konyalının biri girer içeri ve sorar: Konyalı var mı?
Yok abi, der garson.
Konyalı, “O zaman bir büyük, bir kiloda lagos” der.
Adam ne yapsın? Bu ülkede mahalle baskısı diye bir olay var. Şimdi nasıl bilmiyorum ama eskiden Konya en fazla içki tüketilen yerdi.
Bir yazının konusu içki ise Bektaşi fıkrası olmadan bitirilmez.
4. Murat içki yasağı getirmiş. Yasağa uymayanların yakalandığında kellesi vuruluyormuş.
Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurmuş. Durumdan haberdar olan hükümdar, Bektaşinin küplerinin başına geldiğinde, hiddetle sormuş:
-Üzüm suyu küplere ne için dolduruldu?
Bektaşi, yakalanmışlığının telaşı ile cevap verir:
-Dolduruyorum ki orada sirke olsun.
Hükümdar, biraz yumuşayarak yeniden sormuş:
-Sirke dersin ama ya şarap olursa!
Hükümdarın yumuşadığını gören Bektaşi:
-Orasını Allah bilir, demiş.
Ve son mesaj:
“Sevap almak için içeriz şarap, / İçmezsek oluruz duçarı azap, / Senin aklın ermez bu başka hesap, / Meyhanede bulduk biz bu kemali”
Sevgili Gök Tengri! Sana söz veriyoruz:
Bizler eskiden rakı masalarında ülkeyi kurtarırdık. Şimdi rakı masalarımızı kurtarmak için ülkeyi kurtarmak zorundayız.
Sen merak etme, bunu başaracağız.
Mahmut TEBERİK
Endüstri Mühendisi