Osmanlının, bir uç beyliği iken kısa zamanda koca bir imparatorluğa evrilmesinin önemli nedenlerinden birisi de Avrupa kıtasına yapılan akınlar sırasında yapılan çapul, talan, ganimet ve Hristiyan halkı cariye ve esir alıp köleleştirme ve Anadolu’da satma uygulamasıydı.
Osmanlı bu geleneği İslamiyetten almış ve 600 yıl boyunca sürdürmüştür. Örneğin Kırım Hanlığını geçimi, bugünkü Ukrayna ve Rusya’ya yaptıkları çapullardan sağlanıyordu.
2. Murat zamanında devlet bu esirlerin beşte birine vergi adı altında el koymaya başladı. İşte o bildiğiniz Yeniçeri ordusu bu beşte bir “penci yek” uygulamasıyla oluşturuldu. Sonra da fethedilen topraklardan devşirme uygulaması başlatıldı.
Varvar Ali, Bosna/Dalmaçya yöresindeki Prozor kazasının Varvar köyünde doğdu. Fakir bir babanın oğlu olarak yaşarken 1600 yılında devşirildi. Sonra devlette yükseldi ve paşa oldu.
1647’de Sivas Beylerbeyiliği sırasında İstanbul’dan bayram harçlığı adı altında 30.000 kuruş yollaması emrini alınca şehrin ileri gelenlerini topladı, Sivas eyaletinin senelik mahsulünü ve kendi zamanındaki geliri hesaplatarak bu meblağı ödemesinin mümkün olmadığını bildirdi. Tekrar edilen taleplere de olumsuz yanıt verdi.
Ayrıca emrinde çalışan İbşir Mustafa Paşa’nın Sivas’ta bulunan nikâhlı karısı Perihan Hanım’ın Padişah Deli İbrâhim’e takdim edilmek üzere İstanbul’a gönderilmesi emrini,
‘‘Bre ben pezevenk miyim? Bir müslüman ademin nikahlı avradını elinden alıp padişah bile olsa bir başka herife nasıl veririm?’’
diyerek geri çevirir ve taşrada mevcut başka hoşnutsuzluklardan ötürü herkesin kendisini destekleyeceği beklentisiyle saraya isyan eder.
Bizim ‘yerli’ ve ‘milli’ciler duymasın, 1600 lü yıllardan sonra Osmanlıyı tam 100 yıl boyunca Kösem Sultan, Rabia Sultan, Turan Sultan gibi padişah anaları yönetmiştir. Nasıl yönetmesinler? Tahta geçen oğulların kimisi 12 yaşında çocuk, kimisi kafes sistemi yüzünden delirmiş, adam yokluğundan padişah yapılmıştır.
Varvar Ali’ye göre; padişahların yetersizliğinden ötürü devlet ve saltanat işleri kadınların elinde kaldığından beylerbeyiler ve diğer idareciler kısa süre içinde azledilmekte, bu yüzden halk perişan ve memleket harap olmaktaydı.
Başlattığı isyanda çok da başarılı olur. Ne var ki bu aşamada tuhaf bir şey olur. Saray, isyanı bastırma görevini İbşir Paşa'ya verir.
İbşir paşa, ‘‘asiyi tez zamanda yakalayıp tepeleyesin! ya başı, ya başın!’’ diye buyuran padişahın daha birkaç gün önce ‘‘avradını hemen bana yollayasın’’ dediğini unutur.
‘Ferman efendimizindir’’ deyip Varvar Ali Paşa'nın peşine düşer. Tokat taraflarında kıstırdığı Varvar Ali Paşa'yı yakalar ve cellada teslim eder. Varvar Ali Paşa ölmeden önce herkesin içinde İbşir Paşa'ya lanetler yağdırır:
'Ulan pezevenk, ulan dümbük! Ben senin avradının ırzını korumak için isyan etmiştim. Senin gibi herifi benim üzerime musallat etmelerinin sebebi budur, bilmiyor musun? Beni Allah'ın emrine karşı çıkmayıp da namusunu koruduğum için mi katledeceksin şerefsiz godoş?!' diye bağırır.
İbşir Mustafa paşa ise şöyle der: 'Padişahın buyruğu her şeyden evladır.' İbşir paşa kızarıp bozarsa da padişah fermanına uyarak ve Varvar Ali Paşa'yı öldürtür.
Sonuç olarak Ali Paşa'nın kesik başını padişaha yollayan İbşir Mustafa Paşa'ya ödül olarak Halep Valiliği verilmiştir. Hanımına ne olduğu konusunda net bir bilgi yok.
İbşir Paşa, ödüllerin en büyüğünü, taçların tacını, ünvanların ünvanını ise bu olaydan sonra Anadolu halkından alır.
Paşamız o tarihten sonra “deyyus-u ekber” ismiyle ünlenir.
Sevgili okur!
Bu olaydan çıkaracağımız iki önemli kıssadan hisse var:
Birincisi, yatıp kalkıp halimize şükredelim.
Ekonomik kriz sürecinde TÜİK in enflasyonu makyajıyla aldığımız çok düşük maaşlar nedeniyle midemiz açlıktan guruldasa da,
Ülkemizde demokrasinin alt başlıkları olan barış, özgürlük, düşünce hürriyeti, laiklik kısıtlıda olsa, hatta hiç olmasa da şükredelim.
Doğru, bunlar olmadan huzur içinde ölünmez.
Ölünmez, ölünmesine de bir de “deyyus-u ekber”ler tarafından katledilmek var.
Bu olaydan çıkaracağımız ikinci önemli kıssadan hisse ise şudur:
İnsan doğası gereği kendi varlığını koruyup sürdürmek ve doğa nimetlerinden olabildiğince çok yaralanmak ister. Bu nedenle herkes, herkesin düşmanı olur ve herkes herkesle savaşır. Yani, insan, insanın kurdu olur.
Aynı durum, insanın varlığını sürdürme isteğine aykırı ve tehlikeli olduğundan, herkesin güvenliğini sağlayan bir düzen arar. Dünya nimetlerinden yararlanırken zora başvurmamak için birbirine söz verir. Zora başvurma yetkisini ve gücünü boyun eğecekleri bir güce, yani devlete devretmek üzere anlaşırlar.
İşte bu sözleşme ile devlet kurulmuş, “doğa durumu”ndan “yurttaşlık durumu”na geçilmiş olur.
Ancak devleti başıboş bırakırsanız despotlaşır ve zorbalaşır. Yurttaşa yaşamı zından eder.
Daha da kötüsü bu yaşamı kanıksayan ve benimseyen yurttaş farkında bile olmadan, bilerek ve isteyerek “deyyus-u ekber”lik yapabilir.
Kanıt mı istiyorsunuz? Kurtuluş savaşı tarihini inceleyin.
Mahmut TEBERİK
Endüstri Mühendisi