HATAY’DAN MALATYA’YA DEPREM YÖNETİMİ: “DESPOTİK ISLAH”A KARŞI KATILIMCI YÖNETİM VE YÜZDE 10 EK OKUL KONTENJANI

Soranı edeni ilkesi kuralı yok ama yasası fermanı tozu dumanı taşeronu rantı var.

Soranı edeni ilkesi kuralı yok ama yasası fermanı tozu dumanı taşeronu rantı var.

Bugün deprem bölgesinden, Antakya’dan birkaç izlenim ve esas olarak da Liseye Geçiş LGS ve Yükseköğretime Geçiş TYT ve AYT sınavlarından, ortaöğretime ve yükseköğretime geçişte deprem bölgesine ülke genelinde yüzde 10 kontenjan tanınmasını, bunun 4 yıl sürdürülmesini dillendirmiştim, aradan bir yıl geçti, yeniden hatırlatacağım.

Daha önemlisi bu yaşadıklarımızın sebeplerini ortaya koyabilmek, bunları çözebilmek. Güncel sorunlarımızın sebebi dünkü sorunlarımızın sebebinden maalesef çok farklı değil. Bölgede dün ISLAH sürecinde yaşadıklarımızdan bugün AFET sürecinde yaşadıklarımıza, bunların ana sebepleri maalesef bir süreklilik arz ediyor.  Yörüklerin ıslahı ile depremzedelerin ıslahı benzer anlayışlara dayanıyor maalesef.

YÖRÜKLERİ ZORLA ISLAH: FERMAN DEVLET SAYILAN SALTANATIN

Dadaloğlu’nun 1600lü yıllardaki “Avşar Elleri” türküsü Osmanlı saltanatı ile Yörüklerin ilişkisine dair sayılır. Daha sonra Çukurova çevresindeki Kozan ve Gavur Dağı’ndaki yarıgöçer hayvancı aşiretlerin ıslahı/yerleşik iskânı için 1864’te oluşturulan Fırka-i İslahiyye adlı sefer birliği yani jandarma zoru ile yerleştirmeye karşı yarıgöçer hayvancı toplulukların yerleşik tarım topluluğuna, aşiretten köye doğru geçişe zorlandığı bir sürecin, yörük ve aşiret yaşam biçiminin devlet zoru ile değiştirilmesine yönelik bir sürecin yörükler/küçükbaş hayvancı topluluklar bakımından bir ağıtına, yörüklerin baskı ve zulme uğramasının içsel duygusuna dönüşmüş bulunuyor:

“Kalktı göç eyledi Avşar elleri/ Ağır ağır giden eller bizimdir/ Arap atlar yakın eyler ırağı/Yüce dağdan aşan yollar bizimdir// Belimizde kılıcımız kirmani/ Taşı deler mızrağımızın temreni/ Hakkımızda devlet etmiş fermanı/ Ferman padişahın dağlar bizimdir// Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur/ Öter tüfek davlumbazlar vurulur/ Nice koç yiğitler yere serilir/ Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” (Dadaloğlu).

Yerleşik tarımcı köylülüğe ve endüstriyel tarım bitkileri üretimine geçişe denk düşen bir süreçte yörükler İlkbaharda ekinlerin filizlenmeye başladığı dönemde tüm Çukurova’yı Toros’lara doğru geçiyor, ekinlere zarar veriyor, Sonbaharda bu kez tersi yönde hasada zarar veriyordu, oysa 1800lerde hayvan otlatması dışında ovanın bitkisel üretim değeri çok daha atmıştı, artık daha yerleşik tarımsal hayata geçişe ihtiyaç vardı.

Ama yörüklüğün dönüşümü merkezi zorla planlama ile mi olmalıydı, öyle olsa bile devlet zoru ile mi olmalıydı, dahası devlet zoru ile planlama sağlıklı yapılabildi mi yoksa zorla yerleştirmenin sonucu olarak giderek tarımsal arazilerin bir süre sonra yerleşim yerlerince işgaline mi yol açıldı, kaldı ki halkın rızası nasıl üretilecekti?

Dahası halk bilinçsizce fay hatları üzerine mi yerleştirildi, bugün ISLAHİYE’de OSMANİYE’de yıkım ve ölümlerin arkası bu ıslah hareketine kadar geri mi gidiyor?

Özetle ISLAH hareketi yörüklüğün artı eksilerinden çok daha öte bambaşka yeni sorunlara yol açtı.

Islah hareketinde ana sorun yönetim sorunu idi, halka/yörüklere bakış sorunu idi, zordan öte keyfilik sorunu idi, tüm bunlar yönetsel bir anlayışın totaliter otoriter keyfi saltanat sorunlarına işaret ediyordu.

Ferman devletin dağlar yörüklerindi ama kaybeden hep yörükler oldu; yörüklerle, halkıyla birlikte devlet de kaybetti, halkın devleti olamadı, dahası ilkeli kurallı bile olamadı.

YÖRÜKLÜK VEYA DEPREMZEDELER: SORUN DESPOTİK DEVLET SORUNU

Yörük ekonomi politiği, yörük yaşam biçimi ne kadar daha sürebilirdi, endüstrileşme, endüstriyel tarım bitkilerinin, tarımsal üretimin önem kazandığı bir süreçte zor gözüküyordu ama sorun o gün yörüklüğün içten ekonomipolitik dönüşümünün kendisi değil ÜSTTEN zorla baskıyla fermanla ISLAH sorunuydu. Bugün depremin en ağır yıkımlarından birinin de yaşandığı ISLAHİYE bu ıslah sürecinde kurulmuştu, OSMANİYE’den Gavur Dağlarının iki yakasındaki eteklere, İskenderun’a kadar yerleşik şehir, kasaba, köyler bu “ISLAH” sürecinin az çok etkilerini taşımaktadır.

Bugün de deprem sürecinde yaşananlar da aynı sorun, sadece konusu ve kitlesi değişmiş durumda, ÜSTTEN ISLAH anlayışı ve DESPOTİK DEVLET sorunu RANTİYE ile birleşip despotik bir tarzda sürdürülüyor.

Antakya’da, deprem bölgelerin yaygın şikâyet Osmanlı’da yaşadığımız, günümüzde tüm ülkede yaşadığımız, her kurumda yaşadığımız, MAARİF MODELİ dahil her düzenlemede yaşadığımız “BEN YAPTIM OLDU: DESPOTİK DEVLET” anlayışıdır. 

DESPOTİK OLANIN VE AFET BÖLGESİNİN ANA SORUSU: NE OLACAK?

Montesquiue’ya göre despotik devletin özelliği sertlikten öte kuralsızlık daha doğrusu ana kuralın sultanın fermanına bağlı olmasıdır, hanedanın/yöneticilerin keyfiyetidir. Kısaca devlet yönetimi belli ellerde toplanmış ve yönetim anlayışı ilkelere kurallara bağlı değilse, bu, despotik devlettir.

Deprem bölgelerinde de deprem dışındaki yerleşimlerimizde de çok özetle NE OLACAK sorusu, sokağımızda köyümüzde NE YAPILIYOR sorusu hepimizin sorusu/kaygısı, depremzedelerin birinci sorusu da NE OLUYOR-NE OLACAK sorusu.

Hataylıların, sakininin, öğretmeninin, sağlıkçısının diliyle aktarayım:

Eski evimin olduğu yer rezerv alan ilan edilecek mi ilan edilmeyecek mi, Rezerv alanlarda hafif hasarlı evler de yıkılacak mı yıkılmayacak mı,Evler dükkanlar ne zaman yapılacak, teslim edilecek mi edilemeyecek mi,Evler teslim edilinceye kadar kira desteği sürecek mi sürmeyecek mi,Konteynerin çadırın elektriği suyu bağlanacak mı bağlanmayacak mı, kesilecek mi kesilmeyecek mi,Çocuğum eski okulu ve eski arkadaşları ile aynı okulda okuyacak mı okumayacak mı, bir üst kademede hangi okula gidecek,İş güç canlanacak, işime gücüme dönebilecek miyim dönemeyecek miyim,Hatay kültürünü koruyabilecek, yeniden toparlanabilecek mi,Gidenler dönebilecek mi?

Aşağıdan yukarıya daha pek çok yüzlerce binlerce soruya karşın yukarıdan aşağıya neredeyse sıfıra yakın bilgi akışı var.

Kendisine rağmen İKTİDARIN GÜCÜ/KEYFİYETİ ve kendisinin iktidara karşı ÇARESİZLİĞİ deprem bölgesinin ana durum ve duygusu. MÜTAŞERİK (müteahhit, taşeron, tarikat, şeriatçı şerikliği) OTORİTE olmuş, HALK ise YOK SAYILMIŞ durumda, ne yapılıp edildiğinden ve ne olacağından habersiz, bilgi bile verilmiyor, Ankara-İstanbul medyasından bir şeyler duyuyor, başına gelecekleri, geleceğini, süreci dedikodularla anlamaya çalışıyor.

Gözle görülen ise Hatay toz duman içinde, bir yandan daha yıkılacak binaların bile pek çoğu yıkılamamış, diğer yandan da aynı fay hatları üzerinde iş makineleri çalışmaya devam ediyor. Fay hattı aynı fay hattı. Eski çarşı bölgesinde de restorasyona pek dikkat edilmiyor, taşlar gidiyor beton öne çıkıyor. Köylerde çadır konteyner artmış, yapılaşma artmış, bu da yeni bir plansız yerleşim ve toprak kaybına yol açacak gibi. Kentte caddeler sokaklar delik deşik. Her yerde üst üste toz duman içinde çadırkent konteyner kentler var.

Zor ve uzun yıllar gerektirecek bir süreç, en azından yeniden planlanırken halkla birlikte kalıcı alternatif şehirler iller ortaya çıksın diye umut etmek istiyor insan ama buna dair emare yok. Geriye bari betonu sağlam olsun diye dilekte bulunuyor insan yani deprem bölgesinde yapılanlar “betonu bari sağlam olsun” ile sınırlı kalacak gibi.

ÜSTTEN DESPOTİK DE OLSA AFETZEDELERE 4 YIL BOYUNCA YÜZDE 10 DEPREM KONTENJANI

Elbette halkın sadece talepkâr olduğu bir rejim, zaten otoriter despotik üstten bir yönetim anlayışına dayanıyor. Böyle bir rejimde MEB, YÖK-ÖSYM, dahası BAŞKANLIK karar verici merci durumunda.

Oysa KARAR VERİCİ HALK olmalı, MEB-YÖK-ÖSYM İCRACI düzeyde kalmalı. Bu bir yönetsel sorun. Tam tersi yapılıyor, kararlar halka rağmen alınıyor, icrası yükü halka bırakılıyor.

Reel durumda deprem bölgesi depremin olduğu günlerden de daha kötü durumda, toz duman, soğuk sıcak, yağmur kurak hepsi konteyner, çadırkentlerde yaşanıyor, ağır bir durum yaşanıyor.

Öğrencilerin bırakın okula hazır olmayı barınma şartları bile hiçbir şekilde ders çalışmaya, verimli olmaya uygun değil. Elbette sınav ve kontenjan değil ana sorun, ana sorun yaşam sorunlarının giderilmesi. Ama yaşam sorunları giderilemediği durumda sınav ve kontenjanlarda bir düzenleme şart gözüküyor.

Bu afet süreci bir günlük bir yıllık süreç de değil. Geçen yıl MEB doğru bir uygulama ile tüm ülke genelinde yüzde 10 deprem kontenjanı tanımıştı. YÖK-ÖSYM eksik deprem bölgesindeki üniversitelerle sınırlı ek yüzde 25 deprem kontenjanı tanımıştı. MEB’in yüzde 10 ülke kontenjanını, YÖK-ÖSYM’nin de aynı şekilde ülke geneline tanıyacağı yüzde 10 depremzede kontenjanını 4 yıl daha sürdürmesi uygun olacaktır.

Ek kontenjan tanınması, diğer yanlışları ve mağduriyetleri ortadan kaldıramazsa da çocukların, gençlerin, ailelerin eğitim ve gelecek kaygılarına az da olsa bir katkısı olacaktır.

Daha kalıcı olan ise her aşamada halkla birlikte karar alma, sürecin her parçasında halkın yer almasıdır; halkın katılımı hem daha isabetli kararların alınmasının hem de daha verimli şekilde hayata geçirilmesinin, dahası güvensizliği gidermenin ve güveni sağlamanın temel yol yöntemidir.

BELİRSİZİLİK ve GÜVENSİZLİK yiyip bitiriyor insanları, acılarını katmerliyor. Bunun çözümü köklü bir yönetim anlayışı değişikliğini gerektiriyor. Kısa erimde en azından halka güncel sağlıklı doğru bilgi verilmesi birincil öncelik durumunu oluşturuyor.


Adnan Gümüş

14.06.2024 20:22:00

YAZARLAR


CHP’Lİ ŞEVKİN: YEREL MEDYA TEHDİT ALTINDA!

AK PARTİ 31 MART’TA ADANA’DA BAŞARILI MI?

TÜRKAN EŞLİ, GENEL SEKRETER VEKİLİ OLDU

MONTELLAYA DESTEK İSTEDİ

AK PARTİ DANIŞMANLIĞINDAN AYRILDI

ELEKTRİK KESİNTİSİ UNUTULMAZ BİR ANIYA DÖNÜŞÜYOR

STRESİ AZALTAN 10 SÜPER BESİN

İBRAHİM TATLISES 8 EKİM’DE ADANA’DA

CHP’Lİ GÜRER:SIRADA AŞAR VERGİSİ Mİ VAR?

ÇUKUROVA ULUSLARARASI HAVALİMANI AÇILIŞA HAZIR

ADANA’YA “ELBET BİR GÜN BULUŞACAĞIZ!” DİYEREK VEDA ETTİ

BULUT: 5 AYDA 640 BİN KİŞİ İŞİNİ KAYBETTİ

DEMİRSPOR BAŞKANVEKİLİ KORKMAZ İSTİFA ETTİ

CHP’Lİ OYA TEKİN: BİZİM MAKAMIMIZ SOKAKLAR

75. YIL SANAT GALERİSİ NE OLACAK?

ADANALI ÇİFTÇİLER, SULAMA MAĞDURU

ADANA VALİLİĞİNDEN AÇIKLAMA VAR!