Olanlardan başkasını suçlamak bir hastalıkmış biliyor musunuz? Özenle seçtikleri sözcüklerle kurdukları tümceleri yinelerlermiş sürekli! Nedeni yaklaşık çeyrek yüzyıldır ortaya koydukları uygulamalar da olsa, bir çırpıda onların üzerinden geçip, bunca yıldır olanları yok sayarak karşı tarafa yüklenirlermiş! Düşünsenize bir de buna gerek medya çığırtkanlarını, gerekse bir de sosyal medya trollerini de eklediğinizde ne olduğunu yaşıyoruz işte!
Bizler Adana’dan başlayarak Gaziantep’e dek yüzyılın yıkımını/ şubat depremini yaşadık! O günlerde Adana’nın durumunu çok iyi biliyorum; bir de Hatay’ı, Gaziantep’i, Kahramanmaraş’ı düşünsenize… Buralarda, aradan iki yılı aşkın süre geçmesine/ acıların sürmesine/ yitiklerin bulunamamasına karşın doksandokuz depreminden bu yana toplanan “deprem vergilerinin” nerede/ neden/ nasıl harcandığı sorusunun yanıtını vermeyip, yükseltilmiş özgüven ile kendilerini sürekli diğerlerinden üstün görerek tüm suçlamaları “karşıya” atıyorlar ya; işte bu hastalığın isminin “narsizm” olduğu söyleniyor!
***
İki yıl önce yaşanan “yüzyılın yıkımının” ardından “dün” İstanbul’da sallandı! Deprem uzmanları Marmara’da öteden beri sıkıntıların olduğundan söz ediyor! Bir de buna “iktidarın”, büyük hırsla iş makinelerini çalıştırmaya başladığı Kanal İstanbul için kolları sıvaması, bir de manken Tuğba Özay’ın videosunu paylaşarak “Marmara denizine ne zaman bu Amerikan gemisi gelse bu ülkede bir şeyler oluyor… Uzamanlar da Amerikan geminsin yine geldiğini yazmıştı, bu ülkede artık hiçbir şeye inancım/ güvencim kalmadı” sözlerine yer vermesi akılları karıştırdı!
Bunların üzerinde neden durulmadığını, Kanal İstanbul’un “tetikleyicilik” işlevinin neden araştırılmadığını, her deprem sonrasında çeşitli medya organlarında sözü edilen “ABD Gemisi” konusunda neden insanların içinde esinti oluşmasını sağlayacak girişimler gerçekleşmediğini, her geçen gün yurttaşın üzerine abanan “güvensizlik” olgusunun kazanılması için neden çaba harcanmadığını özellikle “iktidardan” sormak istiyorum! Amam, başkalarını suçlamadan “narsist” belirtiler ortaya koymadan…
***
Söylenenlere göre elbinin üzerinde, bölgede yaşamını sürdürenlere göre yüzbin dolayın insanımız Şubat depreminde yaşamını yitirmişti! Onlarca çocuğun, onlarca insanın bugün bile “nerede” olduğu bilinmiyordu! Çevre, Şehircilik, İklim değişikliği Bakanlığı, “yüzyılın yıkımından” ongün sonra yaptığı açıklamada Gaziantep/ Kahramanmaraş/ Hatay’da dörtyüzbine yakın yıkık, ellibinin üzerinde de “ivedi yıkılması” gereken yapıdan söz etmişti!
Evet, bir doğal yıkım olabilir, buna insanlar hazırlıksız yakalanabilir de; Çevre Bakanlığı’nın görevleri arasında olması gereken koşullardan biri de bu değil mi, yurttaşı doğru bilgilendirmek/ sağlam yapılarda yaşamamalarını sağlamak bunlardan birkaçı değil mi? Yok böyle denilmedi biliyorsunuz! Üstelik temelsiz/ kaçak/ niteliksiz yapılar, karşılığında “bedel” ödettirilerek ruhsatlandırıldı geçmişte! İnsanların yaşamasına “uygunluğu/ sağlıklılığı” onaylandı! Üstelik “tüm” bunlar, toplumda “bayram havası estirsin” istendi! “Yüzyılın yıkımı”, o narsizm yaklaşımının yanıtı oldu!
***
İstanbul’dan aradıklarım oldu; korkulu anlar yaşadıklarını belirttiler, sokakta olduklarını söylediler, nedeni yapıların niteliksizliği/ güvenilirsizliği… Bunu anlamak “bana” zor geliyor inanın! İnsanın en rahat, en güvenilir, en özgür olabileceği evlerinden dışarıda herkes; neden? Japonya’yı anımsadım; gidip görenlerden değilim, ancak deprem/ tsunami gibi doğa olaylarında insanların evlerinde olmaları salık verilirmiş! “Evleriniz, dışarıdan daha güvenlidir” denirmiş! Biz de “boş alanlar” aranıyor, görüyorsunuz!
İstanbul’da depremin ardından sosyal medyaya sığmayan “iktidarın” trolleri; depremi Ekrem İmamoğlu yapmış gibi, sonucunda şubat yıkımı gibi “can/ yapı” yitirilmiş gibi “altı yılda ne yaptın” sorusunu sormaya başladılar, çeyrek yüzyıldır toplanan “deprem vergilerini”/ şubat depreminde yitirilen onbinleri/ şu an bile nerede olduğu bilinmeyen yitikleri/ kışı konteynırlarda geçirenleri/ beslenemeyen çocukları “aynaya bakıp” sormak yerine… Her zaman ki gibi, Depremde de “narsist” yaklaşım sürdü!