"Bir millet, ancak aydınlarının omuzlarında yükselir; suskunluk ise çöküşün ilk adımıdır.” – Anonim
Önce bir anekdot;
Kanunî Sultan Süleyman her nedense imparatorluğun birgün çökebileceği kaygısına kapılmış. Bunun koşullarını zamanın âlim ve bilge kişisi Yahya Efendi’ye sormuş.
Yahya Efendi şu yanıtı vermiş:
-Sultanım, eğer bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık yaygınlaşırsa, kuzuları kurtlar değil de çobanlar yerse, devletin hazinesi boşalırsa, yoksulların ve kimsesizlerin feryadı göklere yükselirse, halkın devlete olan güveni ve saygısı azalırsa, bütün bunları görüp işitenler de “neme lazım” derse çöküş başlamış demektir.
Huuu, huuu, kıssadan hisse alan var mı? Huuu…(1)
*
Yani bir çağrımız var;
“Huuu, huuu, kıssadan hisse alan var mı?” sorusu, bu sorunlara karşı uyanık olmaya ve sorumluluk almak, pasiflik yerine, toplumun ve Cumhuriyet’in korunması için aktif bir duruşun gerekliliği...
*
Devam edelim;
Türkiye, tarihinin en kritik yol ayrımlarından birinde; ekonomik çöküş, adaletsizlik, kamu kaynaklarının talanı, eğitim sisteminin çökmesi, toplumsal güvenin erimesi, kutuplaşma vs...
Türkiye, tarihinin belki de en karmaşık dönemlerinden birini yaşarken, bu sorunlar, bir devletin çöküşünü hazırlayan zehirli tohumlar iken sormak gerekmez mi, bu tohumlar yeşerirken, “aydın” dediklerimiz nerededir?
Bugün adeta bir ayna gibi karşımızda o zehirli tohumlar fakat duruyor, fakat bu aynaya bakıp kıssadan hisse alan var mı, acaba!
Prof. Dr. Cihan Dura diyor ki; "Atatürkçü aydının görevi, Türk milletinin varlığını devam ettirmek, gönençli ve çağdaş bir toplum inşa etmek için inançla çalışmaktır."
Ama bugünün “sözde aydın”ları, bu ülküye ne kadar sahip çıkıyor, bu çöküşü durdurmak için ne yapıyorlar?
Ülkenin kanayan yaralarına sanki duyarsızlığın gölgesi düşmüş...Türkiye’nin sorunları, adeta bir yangın gibi her yanı sararken , somut çözümler üretiliyor mu, yoksa sadece X’te paylaşım yapıp geçiliyor mu?
Bugün adaletsizlik, sıradan vatandaşın feryadını göklere yükseltirken o aydınlar bu feryadı duyuyor mu, yoksa “neme lazım” diyerek susuyor mu?
Eğitim sistemi, gençleri yetiştirmek yerine umutsuzluk üretiyorken, geleceğin kaybı önümüzde iken , o aydınlar, bu çöküşü tersine çevirmek için çalışmak yerine, nedey sadece eleştiriyle yetiniyorlar?
Toplumsal güven sekteye uğramış, kutuplaşma ve ötekileştirme ile artık halkın devlete ve birbirine güveni yok olurken bu ayrıştırıcı hareketlere karşı el ele mücadele etmek gerekmez mi?
Kutuplaşma, toplumun her katmanına sirayet etmiş durumda. İnsanlar, fikir ayrılıkları yüzünden komşusuna, arkadaşına, hatta akrabasına düşman gözüyle bakıyor. Aydınların bu kutuplaşmayı azaltmak için birleştirici bir rol üstlenmesi gerekirken, çoğu zaman kendileri de bu ayrışmanın bir parçası oluyor.
Sanki, aydının cahilce algısı ya da bakışı böyle bir ülküsüzlük ve duyarsızlık , yaşadıklarımız...
Bizim "aydın” dediklerimiz, çoğu zaman sorumluluktan kaçan, sadece laf üreten bir kitle gibi ... Oysa gerçek aydın, ülkenin sorunlarıyla yanıp tutuşan, gece gündüz çare arayan, toplumu ileri taşıyacak işler yapandır.
Ancak, bugünün “Atatürkçü” aydınlarının çoğu, Cumhuriyet’in temellerine tek bir tuğla eklemeden, sadece geçmişe methiyeler düzmekle yetiniyor, politikaya sırtlarını dönerek “daha yüce” işler yaptıklarını sanıyorlar. Oysa politika, yani iktidar kavgası, toplumun kaderini belirleyen bir arenadır ve Cumhuriyet kurumlarının yıpratılmasına, kamu varlıklarının talan edilmesine, haksızlıkların yaygınlaşmasına seyirci kalmak demek aydının en büyük ihanetidir. Bu ihanet, sadece suskunlukla değil, aynı zamanda “neme lazım” diyerek sorunları görmezden gelmekle de kendini gösterebilir...
"Aydınların çoğu, sorunları tespit etmekte usta, ama çözüm üretmekte yetersiz." diyebilir miyiz?
Zira, bir çözüm önerisi, bir eylem planı var mıdır?
İşte bu, aydının cahilce algısının bir yansımasıdır, ki sorunu görmek, ama çözmek için adım atmamak.Dahası, kendilerini toplumdan soyutlamak, halkın günlük dertlerini anlamamak, kahvehanede, sokakta, fabrikada konuşulanları duymamak ve kendi elit dünyalarında, entelektüel tartışmalarla vakit geçirmek ...
Oysa gerçek aydının, halkın içinde, halkla birlikte olması ve onun derdini kendi derdi bilmesi gerekmez mi?
“Türk milletini yaşatma” ülküsü değil mi, Atatürkçü aydının varlık nedeni, ki bu ülkü, Türk milletinin gönençli, çağdaş ve kendine özgü kimliğiyle varlığını sürdürmesi için inançla çalışmasını gerektirmez mi?
Mümtaz Soysal’ın bir eleştirisinde, bu durumu çarpıcı bir şekilde özetliyor: “Onların sahipliği, laf üretmekten öteye geçmeyip sözde devrimciliğin kutsal yerlerinde tören düzenlemekle sınırlı!...
Atatürkçü aydın, iç ve dış düşmanlara karşı durmak için somut işler yapmalı, birkaç paylaşım yapmak, makale yazmak veya nostaljik Atatürk methiyeleri düzmek cahilce bir algı, halktan kopukluktan başka bir şey değil midir?...
Sokaktaki vatandaşın, işçinin, çiftçinin derdini anlamak, kahvehanede, fabrikada, köyde konuşulanlara kulak vermektir önemli olan.... Halkın içinde olmak ve onun feryadını kendi feryadı bilmektir, aydın olmak ...
İşte,Yahya Efendi’nin “neme lazım” uyarısı bu duyarsızlığa işaret ediyor, ki eğer aydın, bu görevlerden birini bile yerine getirmiyorsa, Dura’nın deyimiyle , “Atatürkçü aydın” değildir, zaten...
Ana unutmayalım, "Neme lazım” demek, sadece aydının değil, toplumun tüm kesimlerinin ortak günahıdır.
Yahya Efendi’nin Kanuni’ye verdiği o yanıt, bugün Türkiye’nin çöküş riskine karşı bir yol haritası ve Cihan Dura’nın “Türk milletini yaşatma” ülküsü de, bu çöküşü tersine çevirmenin anahtarı gibi , ki öncelikle cahilce algıların esiri olmaktan vazgeçmeliyiz. Toplumun sorunlarına duyarsız kalmak demek sadece Cumhuriyet’in değil, geleceğin de kaybı olduğunu bilmeliyiz...
Bu nedenle, BEN olmaktan BİZ olmaya,halkı aydınlatmaya, iç ve dış tehditlere karşı fikir ve eylemle mücadele etmeye, ama öncesinde “neme lazım” demeyi de bırakmak gerekiyor.
Unutulmamalıdır ki "Aydın olmak, yalnız bilgili olmak değil, o bilgiyi milletin hayrına kullanmaktır.” diyen Ziya Gökalp'e kulak vermek, “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” diyen Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamak, O'nun gibi görmek,duymak, konuşmak ve uygulamak gerekir.
Suat Umutlu
(1)Cihan Dura, "Kıssadan Hisse Alan Var Mı?
https://www.facebook.com/share/p/1DSrE5pm8F/