İklim Kanunu Teklifi'nin Meclis Genel Kurulu'nda ilk 4 maddesi kabul edilmişti. 15 Nisan’da görüşmelere devam edilecekti. Yasa teklifinin, muhalif partilerin ve sivil toplum örgütlerinin etkili direnci ile komisyonlarda yeniden revize edilerek Meclis’e getirilmesi bekleniyor. İnsanı, doğayı ve hayvanı koruyan bir yasa olarak yasalaşmasını beklemekteyiz.
Dünya liderleri 12 Aralık 2015'te Paris'te düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı'nda (COP21) iklim değişikliği ve olumsuz etkileriyle mücadele etmek için tarihi bir anlaşmaya vardılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da 2021 BM Genel Kurulu’nda sürpriz bir şekilde Paris Anlaşması’nı onaylayacaklarını duyurarak, 2053 net sıfır hedefi ilk kez açıkladı. Anlaşma 6 Ekim 2021’de TBMM’de onaylandı.
2022 yılından başlayarak uyum yasaları ve kanun süreci başlatıldı. Bu kapsamda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı kuruldu. Emisyon Ticaret Sistemi, Yeşil Taksonomi ve İklim Kanunu taslağı hazırlandı. 2025 yılında Paris Anlaşması’nın ikinci NDC (NDC: Nationally Determined Contributions) güncelleme dönemi yaklaşırken, Türkiye bu sürece uyum için İklim Kanunu’nu Meclis’e taşıdı.
Düzenleme ile ilgili eksiklikleri ve yapılan eleştirileri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz. Muhalefet partileri ve iklim aktivistleri ile Sivil Toplum Kuruluşları (STK) itirazları;
-İklim değişikliğiyle mücadeleden çok emisyon ticareti ön plana alınmış, "karbon piyasası düzenlemesi" olduğu, fosil yakıt kullanımını azaltmadığı gibi, çevresel koruma açısından yetersiz olduğu,
-Düzenleme sürecinde sivil toplum kuruluşlarının görüşlerine başvurulmadığı bu nedenle de şeffaflığa önem verilmediği,
-Doğal sistemleri koruyacak yeterli tedbirleri içermediği ve bu nedenle çevresel sürdürülebilirlik açısından eksik olduğu,
-İklim değişikliğiyle mücadelede bilimsel verilere dayalı net hedefler içermediği, etkinlik ve uygulanabilirliğinin sorgulanmadığı,
-İklim değişikliğinin halk sağlığı üzerindeki etkilerine karşı yeterli düzenlemeler içermediği, hava kirliliği ve iklim kaynaklı sağlık risklerine karşı önlemlerin yetersiz olduğu,
-Su kaynaklarının etkin yönetimi ve iklim değişikliğine karşı dirençli tarım uygulamalarının teşviki yer alacağı öngörülürken, bireysel su kullanım haklarına el konulacağı,
-Su yönetimi konusunda su kaynaklarının verimli ve sürdürülebilir kullanımını teşvik ettiği belirtilmesine karşın, uygulanma sürecinde su yönetimiyle ilgili düzenlemelerin nasıl hayata geçirileceği ve bu düzenlemelerin gerek bireyler ve gerekse sektörler üzerindeki etkileri, uygulama aşaması hakkında neler yapılacağının belirsiz olduğu,
-Bireylerin ulaşım özgürlüğünün kısıtlayacak herhangi bir hüküm yer almamasına karşın, karbon salınımını azaltmak amacıyla toplu taşımayı teşvik eden emisyon bazlı vergi veya teşvik politikalarının gündeme gelebileceği,
-Tasarıda alışveriş özgürlüğüne dair hiçbir düzenleme olmamasına karşın, karbon ayak izi etiketlemesi ve gıda zincirinin izlenebilirliği gibi kavramların gelecekte uygulanabileceği
şeklinde özetleyebiliriz.
Meclis'te geri çekilen yasa teklifine siyasi itirazlar ve mesleki sivil toplum örgütlerinin itirazları da yüksek düzeyde devam etti.
Her fırsatta köylünün, çiftçinin, hayvan üreticisinin sorunlarını Meclis'e taşıyan CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer de, ‘’İklim değişikliği dediğimiz zaman akla gelen sadece insan sağlığı ve sera gazı emisyonu ile sınırlı olmamalı. Çünkü iklim değişikliğinin etkilediği insan sağlığının yanında hayvan sağlığı, bitki sağlığı ve çevre sağlığı ile ilgili unsurlar da var. Bu anlamda mevcut olan kanun tasarısında herhangi bir önlem ya da denetim ile ilgili bir bilgi söz konusu değil” şeklinde değerlendirmede bulundu.
CHP İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı yasanın asıl amacının iklim yasası olmadığını özlü bir şekilde şöyle açıklamıştı:
‘’İklim Kanunu aslında Meclis’e hiç gelmedi… Komisyona gönderilen kanun, bir ticaret kanunuydu. Karbon piyasalarıyla, Emisyon Ticaret Sistemi gibi piyasa araçlarıyla iklim krizini çözebileceğimizi sanmak saflıktır. Karbon ticaretiyle bunu yapamazsınız. Diğer ülkelerdeki Emisyon Ticaret Sistemlerinin beklenen azaltmayı sağlamadığını görmek zorundasınız. Peki, sözde İklim Kanunu’nun amacı neydi? Mehmet Şimşek, 'Sürdürülebilirlik finansmanının dünyada 2032 yılında 31 trilyon dolara ulaşması öngörülüyor. Henüz arzuladığımız payı alamıyoruz' demişti. Mehmet Bey, piyasalara 'Bakın, İklim Kanunumuz bile var' diyecekti.
Şimdiden soruyorum: Bu paraları alınca ne yapacaksınız? Bu paralar yurttaşa temiz hava, temiz su, temiz enerji olarak mı dönecek? Elektrik ve ısınma faturaları mı düşecek? Binaların üstüne güneş panelleri mi kurulacak? Yeşil enerjideki payımızı artırmak, enerji bağımsızlığımızı sağlamak ve böylece dış ticaret açığımızı düşürmek için mi kullanılacak?
Gençler iyi ücretli, doğa dostu işler için mi eğitilecek? İklim krizi cilt kanseri gibi hastalıkları tetikliyorken, bu paralar halk sağlığına mı aktarılacak? Kömür sektöründe çalışan on binlerce yurttaşa ekmek kapısı mı açacak? Sanayimizin fosil yakıt endüstrisinden uzaklaşmasına mı aktarılacak? Türkiye, raylı sistemlerle mi örülecek?
Bunları soruyorum, çünkü çözümün görülmesini istiyorum. İklim krizi bir finansman meselesi değil, bir adalet meselesidir. Bir vizyon meselesidir. Özel jeti olanlara vergi gelmeyecek, ama kirletme hakkı satın alan şirketler, fiyatları yurttaşa yansıtacak, öyle mi? Bunun adı 'İklim Kanunu' olamaz. Gerçek İklim Kanunu’nu biz yazacağız. Öncelikle iklim krizinden etkilenen halkımızı koruyacak; Cumhuriyetimizi ikinci yüzyılda, insan ile doğa arasındaki çarpıklaşan ilişkiye çekidüzen veren yenilikçi zihniyetle yükselteceğiz.’’
İkinci kez ABD Başkanı seçilen Donald Trump, gelir gelmez Paris İklim Anlaşması’nda çıktı. Trump, Paris Anlaşması’nın;
-ABD ekonomisine "haksız mali yük" getirdiğini, kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıt sektörlerinin zarar göreceğini, bu durumun iş kayıplarına neden olacağını, ABD'nin enerji üretiminde rekabet avantajını kaybedeceğini,
-Paris Anlaşması’nın, ABD’yi diğer ülkelere kıyasla daha fazla sorumluluk altına soktuğunu ancak gelişmekte olan ülkelerin daha az yük taşıdığını, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin sera gazı salınımını artırmasına izin verdiğini, ABD’ye ise sınırlama getirdiğini, ABD’nin enerji ve çevre politikalarının uluslararası denetime açılmasını istemediği nedenleriyle anlaşmadan ayrıldığını belirtmişti.
Trump böylece Paris Anlaşması’ndan çekilerek; kömür madencileri, enerji lobisi ve “Rust Belt” olarak bilinen sanayi bölgelerindeki seçmen tabanına bu popülist mesaj ile 2016 seçim kampanyasında kullanılmıştı.
Rust Belt, Amerika Birleşik Devletleri'nin çoğunlukla Ortabatı'da ve Büyük Göller'de yer alan bir bölgenin adıdır. Bir zamanlar güçlü olan sanayi sektörünün daralmasından ötürü sanayinin azalması nedeniyle ekonomide düşüşü, nüfus azalması ve kentsel bozulmayı ifade etmektedir.
İklimi ve doğayı en çok kirletip iklim değişikliğine neden olan ABD Paris İklim Sözleşmesi'nden çekilirken, diğer gelişmiş ülkeler de neden oldukları iklim değişikliğinin maddi sorumluluğuna Türkiye gibi sıfır emisyon hedefini bozmada en son sıralarda yer alan ülkeleri, bu işte asıl sorumluluğu ve suçu olanlarla birlikte, aynı kategoride yaptırımlarda sorumlu ve muhatap tutmak doğru değildir.
Getirilmekte olan düzenleme karbon ticareti düzenlemesidir. İdari para cezaları ile halkı cezalandırmaktan başka bir şey değildir.