İNSAN DENİLEN MUAMMA !

13.Yüzyılda İslam filozofu Ebu Hayyan Tevhidi'de 'İnsan nedir? 'diye sormuş, ki in-felsefe ilişkisine de somut bir örnek olarak gösterilmiş...

Önce birkaç söz;
-"Bilin; Halkın ekmeğidir adalet..."Bertolt Brecht...

-"Güç,fiziki kapasiteden değil,  boyun eğmeyen iradeden gelir..."Gandhi

-"Esas trajedi buydu.Bir adamın kötü olmaya cesaret etmesi değil,milyonlarca insanın iyi olmaya cesaret edememesiydi."John Fowles...

-"Okuma ve yazmayı öğrenmenin insana ne faydası var ki?Düşünmeyi başkalarına bıraktıktan sonra!'...Ernst R. Hauschkam...

-"Zulüm ve işkenceye kıllarını kıpırdatmadan seyirci kalan eğitimli kişiler;körlükleriyle mi aşağılıktır,yoksa vicdanlarıyla mı, bilinmez." George Orwell...

Kimimize göre felsefî veya filizofçadır bu sözler...Ama 'felsefe yapmışlar !' çıkışı,ya da tam isabet, bugünün gerçeğini söylemişler gibi sözleri de duyarız...Evde, işte, çarşıda, her yerde...

İnsanız...Kendi benliğimiz, bilgimiz yanında mevkimiz ve gücümüzün de yarattığı o muhteşem! cesaret ile de söylenir dururuz.

Dedik ya, insanız...Öyle diyo'lar...
*
"İnsan;
Tıyneti bakımından bir şahıs,
Ruhuyla bölünmez bir kişi,
Benliğiyle bir töz, 
Aklıyla bir tanrı, 
Birlikte çokluk, çoklukta birlik, 
Bedenli oluşuyla fani, 
Hareket eden canlı olduğu için ölü, 
Mükemmeli arayan olarak diri,
İhtiyaç sahibi olduğu için eksik ve
İsteyen varlık olarak tamdır..." diyor, Prof.Dr.Şahin Filiz,(1)...
*
Binlerce yıllık araştırmalar ve veri bolluğuna rağmen bu muammanın çözüldüğünü söyleyebilmek mümkün olmamış, Felsefi düşünce içinde Max Scheler'de;.
“İnsan bilgi periyodunun hiçbir döneminde, bizim dönemimizde olduğundan daha problemli olmadı; biz, birbirleri hakkında hiçbir şey bilmeyen bilimsel, felsefî ve teolojik antropolojilere sahip olmakla açık ve ahenkli insan düşüncesine de sahip değiliz." diyor ve ekliyor;
"İnsanı inceleyen bilimler büyüyerek çoğaldı fakat insan anlayışımızı açıklamaktan çok karıştırdı ve anlaşılması güç hale getirdi..." 
*
13.Yüzyılda İslam filozofu Ebu Hayyan Tevhidi'de 'İnsan nedir? 'diye sormuş, ki in-felsefe ilişkisine de somut bir örnek olarak gösterilmiş...
*
Gerçekten "İnsan, nedir?...
Günümüzde,
Eğitimli ya da değil, bir insana "insan nedir?" sorusunu  yöneltin, göreceğiniz ve duyacağınız cevaplar farklı ve birbirleriyle bağdaşmaz olacaktır, ki bu cevaplardan birisi teolojik geleneğin etkisinde, yani Adem/Havva, cennet/cehennem bağlamında olabilir.

Ya da, Antik Yunanın insan anlayışı, insanın akıl sahibi bir varlık olarak görülmesi gibi de...

Ayrıca doğa bilimlerinin ve genetik psikolojinin insan düşüncesi görüşü de mümkündür,  ki burada insanın doğadaki benzerlerinden yalnızca enerji ve yetilerinin karışımındaki karmaşıklık derecesiyle ayrıldığı görüşü ön plana çıkmaktadır.

Tabii ki,
Bu farklı insan görüşlerine paralel olarak , üç ayrı antropoloji geleneği de doğmuş;

Teolojik, Felsefi ve Doğabilimsel...
Ama, hâlâ "insan nedir?" sorusuna doyurucu bir cevap bulun(a)mamış da diyebiliriz...
İnsan, tarihinin hiçbir döneminde kendisi için günümüzdeki kadar "sorunlu' olmamış olmakla , insan denilen muammaya felsefi bir bakış da biz atalım.
*
Felsefe; bir 'Sorgulama Sanatı'...

'İnsan nedir?' sorusu da felsefe tarihinin cevabı aranılan temel sorusu, felsefi uğraşı da, insanın kendini tanıma çabası,evrendeki yerinin ne olduğunu öğrenme isteği ve yaşamına bir anlam verme çabasıdır denilebilir.
Gerçi , bunun dışındaki uğraşılardan doğan türevsel sorular da var, işte evren kaç boyutludur,toplumu en iyi yönetme şekli hangisidir, akıl nedir gibi...
İnsan nedir? sorusu, yaşamın anlamını sorgulayan kişiler için olduğu kadar
felsefenin çeşitli disiplinleri ve insanla ilgili çağdaş bilimler için de temel bir soru...
Psikoloji, sosyoloji, sosyal antropoloji gibi insan bilimlerinin ya da günümüzde
sosyal bilimler olarak adlandırılan disiplinlerin her biri belirli bir insan anlayışı veya görüşü üzerine kurulan bilimler... 
Dinden felsefeye, kültürden sanata, siyasete ve gündelik yaşama dair her şey insan için, birisi bile felsefenin dışında tutulamaz,aksi takdirde felsefenin alanını, işlevini ve anlamını daraltılmış oluruz. Bu ise 'insanın kendine ilişkin öyküsü' demek olan felsefenin de kadük kalması demektir, diyor Prof.Dr.Şahin Filiz...
*
“Felsefe insan için midir?
Afşar Timuçin'i tanıyor musunuz, bilmiyorum...
O, insana karşı sorumluluğunun bilincinde, çalışkan, üretken aydınlarımızdan birkaç kuşağa felsefeyi sevdiren, estetikle tanıştıran, yeni ufuklar açan, düşünce ve sanat dünyamızda kalıcı izler bırakmış bir değerimizdi.

“Gerçek insan olmak her anlamda dünyada olmaktır. Kendimize çekildikçe insan olma koşullarının dışına çıkarız. Filozofların çoğu insanı bencil bir varlık olarak tanımladılar. Kaba koşullarda elbette öyledir. Ancak insan bencilliğini aştıkça insanlaşır. İnsan başkaları için olabilen, başkalarına adanmış olması gereken bir varlıktır. Başkalarına adanmak başkalarının kölesi olmak değildir. Gerçek insan başkalarına kendini adadığı ölçüde sevinçlidir.”diyor...

Hayatı boyunca hiç ödün vermeden, kurulu düzenle uzlaşmadan (ve her şeye karşın bir dakika olsun umut etmekten vazgeçmeden) yaşamış...Sanat, düşünce ve siyaset dünyasında şöhret ve ikbal peşinde küçüldükçe küçülen insanlar kârlı köşeleri kapıp “erdemli insan” rollerini oynarken o doğru bildiği yoldan hiç şaşmamış...

Bir şiirinde söylediği gibi, kendini bir namlu gibi dosdoğru çizmiş...

Felsefenin, sanatın ve bilimin bir bütünden ibaret olduğunu düşünüyor.

“Sanatı dışta tuttuğunuz zaman felsefe yapamazsınız, bilimi dışta tuttuğunuz zaman sanat yapamazsınız. Bu üç alan birbirini doğrulayan, birbirine kan ve can veren alanlardır. Felsefenin yetersiz olduğu alan da salt felsefe bilgisiyle yetinme telaşıdır ki bu, felsefe yapmak açısından son derece yanlış ve tehlikelidir” diyordu.

Felsefeyi yaşamından hiç ayırmamış,Latinlerin “Önce yaşamak, sonra felsefe yapmak” mottosunun savunusu ile hep yazmış ,“Yaşamı daha da yaşanır kılmanın ötesinde felsefe yapmanın bir anlamı yoktur” diyor, ki haksız mı!

“Felsefe,korkaklıklarımızı yıkacaktır,bizim, kendimiz olabilmenin,özgür olabilmenin koşullarını getirecektir...Ben insanım ve benim seçimlerim önemlidir diyebilmemizi sağlayacaktır."

Bilmelisiniz ki, felsefe evrensel çerçevede yani bütün insanı düşünmektir. Felsefe yapmak ise bütün insanla ilgili yargılar ortaya koyabilmektir.

Günlük yaşamda “benim hayat felsefem…” ile başlayan cümleler duyarız... Ve herkes kendi koşulları içinde bilinçli ya da bilinçsiz felsefenin alanında, felsefe yapmak yalnızca filozoflara özgü değil ama felsefe öğrenmek bir birikim sağlamak zorunluluğunu ortaya koyar. Felsefe yapmak için felsefe bilmek gerekir. Felsefe bilmeden felsefe yapamayız. Bu, felsefe tarihinin ya da daha geniş çerçevede düşünce tarihinin içine yerleşmek demektir. Yani ben felsefe yapıyorsam, bugüne kadar felsefede ortaya konmuş görüşleri özümlemiş, onlarla hesaplaşmış biri olarak yapıyorum demektir. Yoksa çok zaman yapıldığı gibi felsefe bilmeden felsefe yapmak, kör bir kuyuya taş atmak gibidir.

Yani daha kaba biçimde söylersek, ben Platon’u bilmiyorum, Kant’ı, Descartes’ı, Auguste Comte’u bilmiyorum ama felsefe yapabilirim demek, çocuğun bile yapmayacağı bir şeydir.

Felsefe yapmak için yalnızca felsefe öğrenmek, yani felsefe bilgisi yeterli mi? derseniz, değil elbette. Zaten felsefe eğitiminin yetersizliği de burada kendini gösteriyor. Genellikle felsefe öğreten kurumlar yalnızca felsefe öğretiyorlar. Yalnızca felsefe dediğimiz şey, ayakları yere basmayan, yukarıda duran bir bilgi birikimi olabilir ancak. Hani hokkabazlar kadını yukarı kaldırır da şaşarız ya, nasıl kaldırıyor, hiçbir yere dayanmıyor diye… Böyle bir felsefe yapılabilir. Gerçi bizim hocalarımız da eskiden bir çeşit kesin bilgi verircesine bunu önerirlerdi, “Aman” derlerdi, “felsefeyi toplumbilimle, tarihle, başka alanlarla karıştırmayın.” Oysa insan yaşamına baktığımız zaman kültürün bir bütün oluşturduğunu görüyoruz. Yani felsefe, sanat ve bilim bir bütünden ibarettir. Sanatı dışta tuttuğunuz zaman felsefe yapamazsınız, bilimi dışta tuttuğunuz zaman sanat yapamazsınız. Bu üç alan birbirini doğrulayan, birbirine kan ve can veren alanlardır. Felsefenin yetersiz olduğu alan da salt felsefe bilgisiyle yetinme telaşıdır ki bu, felsefe yapmak açısından son derece yanlış ve tehlikelidir. Yani ben Baudeleire’i, Flaubert’i, Dostoyevski’yi bilmiyorsam nasıl felsefe yapabilirim…

Peki felsefe ne işe yarar, bize ne katar, zorunlu bir gereksinim midir? düşüncesine de,eğer insanı tanımak diye bir gereksinimimiz varsa bunu bize felsefe sağlıyor. Yaşamın ne olduğunu bilerek ya da bilmeyerek yaşamak var. Bilmeden yaşamak demek, bir anlamda içgüdüleriyle yaşamaktır...İnsan için de göreneklerle yaşamak demektir, yani anamdan, babamdan, dedemden böyle gördüm, ben böyle yaşarım!

Oysa yaşam tartışılması gereken, sürekli dönüşmekte olan bir güçtür. O zaman felsefenin bize sağladığı tek bir şey var, o da yaşamı öğrenmek. Daha doğrusu, yaşamı gerçekleştiren insanı öğrenmek. İnsanı bilmeden hiçbir üst düzey başarı elde etmemiz mümkün değildir...

Farklı  bir açıklama ile;Felsefe bilmiyorsak roman yazamayız,müzik yapamayız, kimya yapamayız. Kaba bir biçimde yapılmaz mı bunlar, yapılır. İnsanı tanımadan keman da çalarsınız, ama o çaldığınız kemandan tat almaz kimse…

Bir yazınızda felsefenin insanın günlük yaşamına yararını Epikuros’un ünlü ilacı Tetrapharmakon ile açıklıyordunuz. Neydi bu ilaç: Tanrılardan korkmaya gerek yok, ölümden korkmaya gerek yok, mutluluğa ulaşılabilir, acıya katlanılabilir…

İnsanı tanıdığım zaman ben kendimi de tanımış oluyorum. Montaigne bunu çok iyi ortaya koydu, ben’imi araştırıyorum çünkü insanı tanımak istiyorum diye… Kendimi araştırarak insanı tanırım, insanı araştırarak kendimi tanırım. Dolayısıyla dünyada doğru dürüst bir yere yerleşebilmem için insanı tanımam gerekiyor. Zaten felsefe insan içindir. Felsefe, yalan yanlış birtakım unvanlar elde etmek için değilse, gösteriş yapmak için değilse, “Vay adama bak, ne biçim konuşuyor!” gibi sonuçlar almak için değilse doğrudan doğruya insanı tanımak içindir.

Bir anlamda şöyle de diyebiliriz: Nasıl teknik, yaşamı kolaylaştırıyorsa, felsefe de bir başka anlamda yaşamı kolaylaştırıyor.

Ölüm karşısındaki dinginliğimiz, acılar karşısındaki tutarlı davranışımız, gelecekten korkmayışımız, yaşarken insanlarla al takke ver külah birbirimize girmeyişimiz… Hepsi bize felsefenin sağladığı verimlerdir.

“Felsefe yaşamın dışında bir etkinlik değildir” diyorsak, bu bizi “Felsefi bilgiyi edinmek bilincin kendi kendine ürettiği tasarımlarla değil, gerçekliğin bilgisiyle olacaktır” sonucuna götürür o zaman, öyle değil mi?

Tabii. Benim zihnimdeki kavramlar gerçekliğin yansılarıdır.

Demokrasi diyorsam, hukuk ya da tıp diyorsam bir gerçekliği karşılıyor. Yeter ki kafamdaki kavramlar bunları doğru karşılıyor olsun. Çünkü bu kavramlar gerçeklikle uyuşmadığı zaman havada kalır. Böyle olunca da onlarla üreteceğim fikirler yanlış olacaktır. Çünkü ben kavramları fikir üretmek için kullanıyorum. Ama zaten kavramlarım doğru içeriklerle oluşmamışsa, ortaya koyacağım fikirler de yanlış olacaktır.

Fakat bir anlamda düşünmek, gerçekliği yaratmaktır da. Öyle olduğu için insan gelişen bir varlıktır.

Yani var olan’dan olması gerekeni çıkarıyoruz. Yoksa insanlık gelişmezdi, uçaklar uçmazdı, demir yığınları denizin üzerinde yüzmezdi.

O halde şunu diyebiliriz:

İnsan, olan’ı algılayan bir varlık olmanın ötesinde, olasıyı kuran, yaratan bir varlık. 
Bu ise geleceği yaratmak demektir.
Felsefenin temeli yaşamla kurduğu ilişki mi oluşturuyor, Latinlerin dediği gibi, “önce yaşamak sonra felsefe yapmak mıdır?

"Tabii ki… Hiçbir zaman yaşamdan kopmuş bir felsefe etkinliğinin  yararlı olacağını düşünemeyiz. Bütün eski filozoflara bakalım, özellikle Stoa filozoflarına, bunların hepsi felsefeyi yaşam için yapmışlardır.

Epiktetos der ya, 'Önce kendini felsefede yetiştir, sonra göster insanlara felsefenin yarattığı adamı' diye…

İnsanda dünyayı değiştirme gücü görür Stoa filozofu. Öyle değil midir zaten… Biz yalnızca kendimizi ahlaklı, mutlu, esenlikli kılmak için felsefe yapmıyoruz. Bir de dünyaya doğru fikirler ulaştırmak için felsefe yapıyoruz. Dünyayı dönüştürmek gibi bir görevimiz de var."

Felsefenin öyle bir gücünün olduğuna inanıyor musunuz? sorusuna da;
"Yüzde yüz inanıyorum...Edebiyatın da böyle bir gücü var. Ben Dostoyevski’yi okuduğum zaman insanın geleceğiyle ilgili işaretler alıyorum. Zaten hiçbir felsefe, bilim ve sanat yoktur ki (tabii bunlar gerçek anlamda felsefe, bilim ve sanatsa) bize geleceği göstermesin ya da bize geleceği açmasın…"

Son soru sizin felsefeyle ilişkiniz üzerine olsun… Felsefe size ne kattı, yaşamınızda nasıl bir yer kapladı?

"Ben edebiyata meraklıydım, Fransız Dili ve Edebiyatı bölümüne gittim. Ama dersler bana çok eksikli göründü ve kendimde bir eksiklik hissettim. Tamam, edebiyatı çok seviyorum, elimden geldiğince de edebiyat yapıyorum ama burada bir sakatlık var. O zaman fark ettim ki ben felsefe bilmiyorum. Yani ben insanı tanımıyorum, insanı tanımadan da edebiyat yapmaya çalışıyorum. İnsanı tanıdıktan sonra yaşamı da tanıdım. Yaşamı tanıdıktan sonra hem edebiyatta hem de yaşamın kendisinde daha bir kolaylığım oldu. Annemin çekinikliklerini,babamın kaygılarını, bana düşmanlık edenlerin neden düşmanlık ettiğini de çok daha sağlam anladım ve kavradım, devletle ilişkimizin bozuk oluşunun nedenlerini de...

Yani pek çok şeyi ben felsefe yaparak daha iyi kavradım. Zaten felsefenin böyle bir katkısı olmayacaksa neye yarar ki felsefe yapmak. Hiçbir şeye yaramaz. Yaşamı daha da yaşanır kılmanın ötesinde felsefe yapmanın bir anlamı yoktur diye düşünüyorum. ' diyor.

Afşar Timuçin için, " insanlığın esenliği için verilen mücadelenin acılardan, zorluklardan, yoksunluklardan geçtiğini, felsefeden bilimden ve sanattan güç alan adanmış insanın bunu yük kabul etmeyeceğini de biliyordu." diyor, Volkan Alıcı'da...
*
Son söz;
"Ya ümitsizsiniz, ya ümit sizsiniz...
Ya çaresizsiniz, ya çare sizsiniz."
*
(1)Eğer düşünmeyi seviyor ve sorgulamaktan asla vazgeçmem diyor ve insana dair derinlikli bir yolculuk yapmak isteyenler için bir öneri yapıyorum.
Prof.Dr.Şahin FİLİZ'le "Felsefe ve İnsan" programı.
Her Cuma saat 18:00'de... www.youtube.com/@proffiliz
Suat Umutlu 
22 Mart 2025


SUAT UMUTLU

22.03.2025 23:11:00

YAZARLAR


TÜRKİYE YAŞLANIYOR, YAŞLI BAKIMINDA İHTİYAÇLAR ARTIYOR!

KARATAŞ, A PARTİ ADANA İL BAŞKANI SEÇİLDİ

“ADANACA” MİZAH ROMANI

BASIN KONSEYİNDEN ADANA’DA ETİK GAZETECİLİK EĞİTİMİ

DÜNYA ORMANCILIK GÜNÜNDE FİDANLAR TOPRAKLA BULUŞTU

“SUYUMUZ AZALIYOR ETKİN KULLANIM ŞART”

VALİ KÖŞGER’E ANLAMLI ZİYARET

CEYHANLI EMEKLİLERE 5 BİN TL BAYRAM İKRAMİYESİ

‘R’ HARFİNİ SÖYLEYEMEYEN ÇOCUKLAR İÇİN GİZLİ NEDEN: DİL BAĞI

SAĞLIKLI BESLENME TAKINTISI MENTAL HASTALIK BOYUTUNA VARABİLİR!

ADANA’DA İMAMOĞLU’NA DESTEK MİTİNGİ

“ ORMANLARI VE SU VARLIKLARINI KORUMAK ARTIK BİR TERCİH DEĞİL, ZORUNLULUK”

CHP'DEN OLAĞANÜSTÜ KURULTAY KARARI

CHP’YE ÜYE OLMAYANLARDA OY KULLANABİLECEK.

İNSAN ÖMRÜ UZUYOR: 2030’DA 100 YAŞINI AŞAN 1 MİLYON KİŞİ OLACAK

JMO: SU KRİZİ KAPIDA

TÜRKİYE LPG DERNEĞİ’NDE EYÜP ARATAY GÜVEN TAZELEDİ