Nazım ALPMAN

Tarih: 15.03.2025 09:31

KAFKA SAKIN KUSURA BAKMA!

Facebook Twitter Linked-in

Ülkemizin “hafıza” konusunda ağır yaralı bir tarihe sahip olduğu biliniyor. Bu eksikliğimizi de her fırsatta önümüze koymaktan da büyük bir haz alıyoruz:

 -Biz hafızasız bir toplumuz, yaşadıklarımızı çabuk unutuyoruz!

Valla çok doğru bir tespit! Bunu ilk defa söylüyormuş gibi herkesin beşer kez tekrar etmesinin hiçbir zararı da olmuyor.  

İktidar yıllarında (çeyrek asır) devlet yönetiminde eşi benzeri görülmemiş yeniliklere imza atan AKP, ismindeki “kalkınma” kelimesinin hakkını ziyadesiyle verdi.  İktidarla birlikte yürüyen işadamları ve işkadınları acayip derecede kalkındılar!..

Kalkınmadan önce gelen “Adalet” ise daha sonra gecikmeli olarak ele alındı. İlk yıllarda yargı Gülen Cemaatine “taşeron” teşkilat olarak ihalesiz verildi. Gayet güzel gidiyordu bu firma… İftiraları gizli tanık üzerinden iddianame haline getiriyorlar, sonra yakaladıklarını içeri atıyorlardı:

-İspat et bakalım böyle olmadığını!

-Neyi ispat edeceğim?

Neyi istiyorsan onu!

-Böyle yargılama mı olur? Suçum ne?

-Sen bilirsin!!!

Bu “taşeron” teşkilat; zat-ı muhteremlerini “dönemin başbakanı” olarak dosyalara sokunca ortalık karıştı:

-Heeeyt ulan sizin yedi sülalenizi öperim ben!

Dediğini yaptı, taşeron teşkilatı öptü!

Uzmanlar olaya itidalli yaklaşarak “öpülmüş teşkilatın davası olmaz” diyorlardı ama oldu. Ortasında, içinde, başında, kıçında kim varsa hepsine davalar açıldı.  

Adalet mevzuu bu dönemden sonra ele alındı. Ülkenin en önemli sorunu olan “hafıza” meselesi de yargı üzerinden çözüldü!

Nasıl mı?

Geçmişin defterleri birer ikişer değil, beşer onar sayfalık hamlelerle açıldı. Olay tarihinde “suç” olamayan eylemler tarihçi titizliğinde ele alındı, yeni suçlular ortaya çıkartıldı. Bu “sorunsal içerikli çalışma” yeni bir çığır açtı:

-Arkeolojik yargı!

Artık savcılar yakın tarih doktorası yapacak kadar geçmişe dönmüşlerdi:

-Siz 1978’de Kahramanmaraş olaylarını bahane ederek İstanbul’da toplantı ve gösteri yasalarını ihlal eden gösterilere katılmışsınız, ne diyorsunuz?

-Ben 1990 doğumluyum savcı bey!

-Peki, anneniz ve babanızın da bu eylemlere katılmamış olduğunu ispat edebilir misiz?

-Edemem! O tarihte ikisi de ayrı şehirlerdeki üniversitelerde okuyorlarmış.

-Okul tatillerinde şehirlerarası otobüslerin mola yerlerinde de karşılaşmış olamazlar mı?

-Valla onu da bilemem!

-Gördünüz mü, masumiyetinizi ispat edemiyorsunuz!

Tarih tezleri konusunda daha derinlikli çalışmalar da olmuyor değildi:

-Kurtuluş Savaşı sırasında İzmir’de karaya çıkan Yunan askerlerine hoş geldiniz dediniz mi, demediniz mi?

-Demedim!

-Bunu ispatlayabilir misiniz?

-Ederim!

-Buyurun söz sizin!

-O tarihte daha benim büyükbabam doğmamıştı.

-Demek ailece Kurtuluş Savaşına katılmadınız ha? Yaz kızım zanlının büyükbabasının da mevcutlu olarak duruşmaya getirilmesine…

-Yuh artık!

-Mahkemeye hakaret ettiği gerekçesiyle ikinci bir dava için suç duyurusuna karar verilmesi hususunda…

Bu yöntemle açılan davalar entelektüel camianın en çok yakındığı “unutkanlık” sorununu da çözüyordu. İlerde bu dönemi inceleyen araştırmacılar, Franz Kafka’nın “Dava” adlı ünlü romanının ne kadar yumuşak bir eleştiri olduğunu görerek şöyle diyebilirler:

-Kafka, sakın kusura bakma! 


 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —