Annesi yarı İtalyan bir sokak şarkıcısı, babası ise yine sokaklarda gösteri yapan Tiflisli bir göçmendi. Daha çok küçükken annesi onu genelev işleten anneannesine bırakıp, İstanbul‘a gitti. Savaştan dönüp kızını almaya gelen babası da onu, nedense genelevde bıraktı. Tam üç yıl. .
Gözleri mikrop kaptı; kör olma tehlikesi yaşadı ama azmi sayesinde kurtuldu 14 yaşındayken babası onu genelevden aldı; sokaklarda şarkı söyletmeye başladı.
16 yaşında ilk aşkı P’tit Louis ile tanıştı. Aşk evliliğe, evlilik yoksulluğa dönüştü. Bir kızları oldu ama ne yazık ki. iki yaşındayken menenjitten öldü. Edith içkiye başladı. Bu alkolizme giden yolun başlangıcıydı.
Bundan sonra hayatı hep sokaklarda, ucuz barlarda geçmeye başladı. ”O kadar batmıştım ki yukarı çıkmaya çalışmıyorum, bile,” diyordu. Doğal olarak, toplumun sadece alt kesimini tanıyordu. Pislik, iğrençlik ve çirkinlik dışında pek bir şey görmesi mümkün değildi. Artık, barların, kadın satıcılarının, fahişelerin tam ortasındaydı. Erkek arkadaşı Albert de bedenini satmaya zorluyordu talihsiz kadını.
Albert’ten kurtulmalıydı. Tam o sırada bir kabare sahibi Louis Leplée, Edith’i sokakta şarkı söylerken dinlemiş, onu kabaresinde şarkı söylemeye ikna etmişti. Edith La Môme Piaf adıyla başarıyı bir gecede yakaladı. Louis Leplée, onun sahne adını “Piaf” yaptı. Tam şanssızlıklar bitti derken, Louis Leplée, bir saunada garip bir şekilde öldürüldü.
Buna rağmen Edith, kabare ve varyetelerde, daha sonra da radyo çalışmaları ve çıkardığı plaklarla büyük ün kazandı. 1940’ların sonunda yaptığı Amerika turnelerinde söylediği İngilizce şarkılarla dünya listelerinin ilk sırasına yerleşti.
Artık bir otoriteydi. 1944’te, Yves Montand‘ı; 1950’lerin başında ise Charles Aznavour‘u keşfederek beraberinde turnelere götürdü.
Sevmeyi seviyordu. Hayatına bir çok erkek girdi. Yves Montand gibi bir dev dahil. En çok sevdiği erkek ise orta siklet dünya şampiyonu boksör Marcel Cerdan‘dı. Ama Cerdan evliydi, Fransa’da tanınan bir insandı. Bir gün Edith’le buluşmak üzere New York‘a giderken uçağı düştü. Kazadan kurtulan olmadı.
Cerdan öldükten sonra yıkıldı. Ağrı kesici, alkol ve morfine bağımlı hale geldi. Sonra yağmurlu bir günde geçirdiği trafik kazasında omuriliği sakatlandı ve ömrü boyunca yarı kambur bir şekilde yürümek zorunda kaldı.
Edith, defalarca evlendi boşandı. Son eşi kendisinden 20 yaş küçük Yunan Theo Sarapo idi. Bu sefer de karaciğer kanserine yakalandı ve 10 Ekim 1963’te, henüz 48 yaşındayken kendisine biraz mutluluk ama bir sürü acı yaşatan bu dünyadan ayrıldı.
Şarkıcıydı o. Ahlaksızdı. Kaldırım Serçesiydi. Din adamları namusun gerçek anlamını bilmeden ve kendilerinde herhangi bir namus sorumluluğu taşımadan, hep başkalarının namusuna ayar verirler. Katolik Kilisesi Paris Başpiskoposui Kaldırım Serçesinin hayat tarzını beğenmediği için cenaze törenini yapmayı reddetti. Ama Pere-la-Chaise mezarlığına giden kortejin arkasındakilerin sayısı on binleri, mezarlıktaki törene katılanların sayısı ise yüz bini geçmişti.
“Ben hep, her şeyi sonuna dek, sevgiyle yaşamayı seçtim. Ölüm benim için ürkütücü bir şey değil. Ben ancak, şarkı söyleyemediğim zaman ölürüm,” diyordu.
Ölümden korkmuyordu ama yalnızlıktan korkuyordu. Son röportajının son bölümü şöyle idi:
- Bir kadına öğüt verecek olsaydınız, ne derdiniz?
- Sev.
- Bir genç kıza?
- Sev.
- Peki bir çocuğa?
- Sev.
AH, BİR BİLEBİLSEK, BİR BECEREBİLSEK, BİR BAŞARABİLSEK;