Geçtiğimiz yıl kira zammı yüzde yirmibeşle sınırlıydı. Temmuz ayında alınan kararla oniki aylık Tüketici fiyat endeksi ya da kısaca TÜFE verileri göz önünde bulundurularak hesaplanması benimsendi. Her ay açıklanan Tüik enflasyon verileriyle birlikte yapılacak olan kira zammı da ortaya çıkmış oldu! En son açıklanan verilerde, oniki aylık ortalamaya göre TÜFE’deki artış yüzde 56,35 olarak belirtildi. Geçtiğimiz ay yirmibin lira olan kira bedeli onbirbinikiyüzyetmiş lira artarak otuzbirbinikiyüzyetmiş liraya yükselmiş oldu!
Yeni yıla girmeden, pasta/ börek/ çay oturumları yapılarak asgari ücretin belirlenmesine “katkı” koyan komisyonun “emekçiyi kurtarıcı” çabalarını anımsayın… Ücretlilerin yaşamına nitelik katacak, ancak işvereni/ patronu üzmeyecek bir “artış” için çalışmalar sürdürüldüğü yineleniyordu sıkça! Yılda bir kez yapılan asgari ücret artışı yüzde otuz olarak açıklandı! Ücretlinin “nitelikli yaşamı”, daha aylıklar alınmadan “açlık sınırının” altına düştü! Önce de olduğu gibi işveren/ patron, daha kasasından “ücretler” çıkmadan ürünlerinin etiketlerini değiştirdi! Yaşandı bunlar!
***
Yaşananlar garip değil mi? Komisyonlar kuruluyor, toplantılar yapılıyor, ancak çalışanın “yaşamını” ilgilendiren kararlar da çalıştıranların “kazanması” öncelik taşıyor! Seksenli yıllarda çok konuşulan Turgut Özal’ın kullandığı “ben zenginleri severim” tümcesi, kimin için geçerli değil ki? Ekonomi konuşulurken de, enflasyon tartışılırken de, fiyatlara yeni düzenlemelerin getirileceği söylenirken de “patronun” daha da büyümesi düşünülerek çabalar harcanır!
Oysa bir de “patronun” iş makinelerini çalıştıran, onunla üretim yapan “ücretli çalışanlar” var! Onlar da yaşamak, sorumlu oldukları ailelerinin geçimini/ gereksinimini karşılamak zorundadır! Yeni yılla birlikte açıklanan, şubat ayında ilki alınacak olan “asgari ücret” yirmiikibin lira! Bununla kirasını ödeyecek, çocuğunu okula gönderecek, tenceresi kaynayacak, mevsimsel gereksinimini karşılayacak, sosyal yaşamına katkı sağlayacak, elektrik/ su/ doğalgaz faturalarını ödeyecek… Bunlardan hangilerini yaşamından atabilir, ya da tümünü yapması için aldığı aylığını her birine nasıl paylaştırmalıdır? Korkunç bir durum değil mi?
***
Geçtiğimiz günlerde “fahiş” satışlara ilişkin “boykot edin” biye bir açıklama yapılmıştı anımsayın… Markete gidiyorsunuz, tencerenizde yemek yapmak için “temel ürünleri” alacaksınız, yanına tuzunu/ yağını/ soğanını koymak zorundasınız! Fiyatı “fahiş” olduğu için hangisini ayırmanız gerekir? “Fahiş” derken, marketlerde son bir ayda yağın ederi yüzde onbeş/ yirmi dolayında zamlandı! “Temel ürünlerden” hangisine “zam” gelmediğini söyleyebilirsiniz? Ya da “boykotu” hangi ürüne yapmalı?
***
Kira, diyoruz! Canlının en temel hakkıdır barınmak, doymak, yaşamak! Kiraya gelen “zam”, asgari ücrete gelen “zammın” neredeyse iki katı! Ücretli çalışan emekçi daha işin başında “ev kirasını” ayırmak zorunda! Kalanla da geçimini sağlamak zorunda! Çalışanın nitelikli yaşamından söz ediliyordu! Ekmek küçülerek, temel gereksinmelerden uzak durarak, sıkıntı/ kaygı artırılarak hangi “nitelikli” yaşamdan söz edildiğini anlayabilene aşk olsun…
Ne olacak şimdi? Asgari ücretli çalışanın aldığı aylık gereksinmelerine yetmiyor, emeklinin içinde bulunduğu koşulları söz etmiyorum bile… Ne olur bunun sonu? İnsanların aç kalarak, ya da borçlanarak dayanma gücü nereye dek sürebilir? İstediğince “iktidarın” çeşitli kanatlarından “son yirmi yılda aylıkları katladık, kimseyi enflasyona ezdirmedik” açıklamaları gelsin; tamamı “algı”, tamamı “yaşayanın aklıyla oynama” biçimi! Bunlar “şükret” ile aşılamayacak!