KLEPTOKRASİ

“Devlet için en büyük tehlike, yönetenlerin kendi çıkarlarını halkın iyiliğinin önüne koymasıdır.”  Aristoteles

“Devlet için en büyük tehlike, yönetenlerin kendi çıkarlarını halkın iyiliğinin önüne koymasıdır.”  Aristoteles 

Değerli Okurlar,

Öncelikle zihnimizde bir canlandırma yapalım: Ortada kocaman bir devlet hazinesi var ve üzerinde "Halkın Parası" yazıyor. Etrafında takım elbiseli, sakallı, üniformalı, cüppeli, sosyalist, faşist, teokrat, sosyal demokrat kılıklı tipler, her biri hazineye birer hortum bağlamış ve paraları kendi ceplerine akıtıyor. Arka planda ise halk, yani bizler, elimizdeki boş cüzdanlarla bakıp duruyoruz.

​Ne diyorsunuz?

İşte bu görsel, bizim konumuzun yani kleptokrasinin özü ve herkesin elbette olur bir sözü diyerek;

Yunanca klepto (çalmak) ve kratos (iktidar) köklerinden türeyen bu kavram, devlet gücünün kamu kaynaklarını sistematik biçimde kişisel çıkarlar için kullanması anlamında. Zaman ve mekan sürecinde ideolojiler farklı olabilir; ama ortak nokta hep aynıdır: halkın parasının gaspı. Bu nedenle kleptokrasiyi, ideolojilerin makyajıyla halkın cebine uzanan bir el olarak da tanımlayabiliriz.

Prof. Dr. Cihan Dura¹’ya göre kleptokrasi “bir siyasal grubun ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması”dır. Burada ideolojiler yalnızca kostümdür; sosyal adaleti, milli iradeyi ya da kutsal düzeni savunuyor görünmek, gerçekte kamu kaynağını kendi çıkarına dönüştürmek için bir örtüdür.

Karl Marx’ın da dediği gibi:

 “Devlet, egemen sınıfın ortak işlerini yürüten bir komiteden başka bir şey değildir.” 

**

Kleptokrasinin anatomisi hakkında;

"Devlet hazinesi, halkın alın teridir; hortumcuların ganimeti değil…”

1. Üretimin çökertilmesi, ithalatın yükselmesi. Yerli üretim bilinçli olarak geri çekildiğinde, iç pazar dışa bağımlı hale gelir; böylece iktidara yakın sermaye grupları beslenir. Üretmeyen toplum hem umut hem de ekonomik bağımsızlık kaybeder. 

 “Devlet gücü, halkın refahını korumak için değil; ayrıcalıklı azınlığın servetini artırmak için kullanıldığında yozlaşma başlar.”diyor Adam Smith...

2. Özelleştirme adeta modern peşkeş. Limanlar, enerji tesisleri, madenler ve kamu işletmeleri şeffaflıktan yoksun ve eleştirmenlerin “adrese teslim” dediği ihalelerle el değiştiriyorsa, halkın ortak mirası parselleniyor demektir.

3. Demokrasi söylemiyle kamuflaj. Boş vaatler, büyük projeler ve medyada yaratılan “başarı” algısı; muhalefeti fişleme, susturma ve cezalandırma mekanizmalarıyla tamamlanır. Demokrasi sadece sandıkla değil, cüzdanla da ölçülmelidir.

John Locke’un uyarısı akılda tutulmalıdır:

 “Yönetenler, halkın emanet ettiği serveti kötüye kullandığında, bu bir hırsızlıktan başka bir şey değildir.” 

4. Eğitim, sağlık ve kültürde ideolojik kadrolaşma. Akademik liyakat yerine sadakat, kamu desteklerinin belirli vakıf ve yapılar etrafında toplanması, eleştirel düşüncenin törpülenmesi kleptokratik düzenin kültürel ayağını oluşturur.

 

5. Medyanın işlevsizleşmesi. Bağımsız medya ekonomik baskılar ve düzenleyici müdahalelerle zayıflatıldığında, gerçeklerin yerine manşetler geçer; reklam ve lisans mekanizmaları sansür aracı haline gelir. 

Montesquieu’nun hatırlattığı gibi:

 “Bir devlette özgürlüklerin yok oluşu, çoğu zaman hazineyi yönetenlerin keyfi tasarruflarıyla başlar.”

Tarihten bazı örnekler verelim;

Mobutu’nun Zaire’si, Marcos’un Filipinler’i ve Abacha’nın Nijerya’sı, eleştirmenlerin de sıkça vurguladığı gibi, kamu kaynaklarının sistematik yağmalandığı rejimler olarak kayıtlara geçmiştir.

Mobutu dönemi için 1997'de Independent gazetesi, “ülkenin zengin maden ve tarım kaynaklarının yakın çevreye aktarıldığını” yazarken; Seattle Times, Zaire’deki düzeni “kurumsallaşmış hırsızlık sistemi” olarak tanımlamıştır.

Türkiye’de ise kamu kaynaklarının iktidara yakın sermayeye aktarıldığına dair tartışmaları duyuyor ya da okuyorsunuz.Keza özelleştirme süreçlerinin şeffaflığı, büyük projelerin maliyeti ve etkinliği, vakıf/fon mekanizmalarının denetimi de sıkça gündeme gelmekte... Elbette ki, eğitimdeki atama ve müfredat politikaları, medyadaki reklam/denetim mekanizmaları da eleştiri alanlarından...

​Kısaca diyebiliriz ki;

Kleptokrasi, sadece bir yönetim biçimi değil; bir toplumun belleğini, üretimini, kurumlarını ve geleceğini sistematik biçimde çürüten bir rejimdir. Sadece ekonomik değil; eğitimden tarıma, medyadan kültüre kadar her alana yayılmıştır ama  en tehlikeli yanı halkın buna alıştırılmasıdır: yoksulluğa, cehalete, biat etmeye ve sessizliğe...

​Kleptokrasiye karşı durmak, sadece siyasi değil; etik, kültürel ve teknolojik bir sorumluluktur ve o hortumu kesmek mümkündür. Bunun için üç temel gücün uyanması gerekir: birey, toplum ve devlet.

​Birey olarak bilgiye ulaşmalı, sorgulamalı, eleştirel düşünmeyi de öğrenmeliyiz. Yaklaşan DijiÇağ'da algoritmaların değil, aklın rehberliğinde hareket eden bilinçli birer yurttaş olmak zorundayız.

​Toplumda dayanışma kültürünü yeniden inşa etmek, sivil toplum örgütleriyle denetim mekanizmalarını güçlendirmek gerekiyor. Medya okuryazarlığı ve dijital farkındalıkla manipülasyona karşı da direnç kazanmalıdır.

​Devlet; liyakat, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerini anayasal güvenceye almalı, teknolojiyi de salt gözetim değil, katılım ve denetim için kullanmalıdır.

Dikkatinizi çekmek istediğim farklı ve çok önemli bir konu daha var: DijiHayat ...

Yukarıda söylediğim gibi DijiÇağ çok yakın ve  teknolojiye aşırı bağımlı birer köle olarak bu araçları bilinçli kullanırsak, kolektif bir direnişe dönüşebilir ki, böylece yapay zekâ, açık veri, dijital katılım araçları halkın denetim gücünü de artırabilir...

DijiHayat'ın, hortumu kesmek için "dijital makas" olup olamayacağını ise yaşayıp göreceğiz.

​Değerli Okurlar,

​Halkın parası, halkın geleceğidir ve onu korumak sadece bir hak değil, bir görevdir. Kleptokrasinin ideolojik maskelerine karşı, aklın ve bilimin ışığını yaymak,  DUR! diyebilmektir gerçek direniş.

Toplumsal gelişmenin de çürümenin de temelinde yöneticilerin tavırları yatar. Aristoteles, Politika’da ideal devlette yöneticilerin kendi çıkarlarını değil, kamunun yararını gözetmesi gerektiğini vurgular. Bu anlayış, kleptokrasiye karşı Atatürk’ün akıl ve ilim rehberliğinde yürüttüğü mücadeleyle paralellik gösterir.

 

"Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar."

Mustafa Kemal Atatürk 

Suat Umutlu

20 Eylül 2025

Dipnot:

(¹) Prof.Dr.Cihan DURA, sosyal medya paylaşımlarından.

https://www.facebook.com/share/p/174pYrUyev/


SUAT UMUTLU

20.09.2025 19:57:00

YAZARLAR


“LÜTFEN AMBULANSA YOL VERİN” ANONSU UYGULAMASINA DİKKAT!

ŞEHİT VE GAZİLERDEN VALİ KÖŞGER’E ZİYARET

“MUHALİFLER ARTIK YASALAR ÖNÜNDE EŞİT DEĞİL”

ÖZDAĞ 2 GÜNÜNÜ ADANA’YA AYIRDI

Aydın SİHAY Yazdı /BABAMIN SİNEMASI

ÇUKOBİRLİK PAMUK TABAN FİYATI AÇIKLADI

7 YILDA 74,5 MİLYON TON ATIK GERİ KAZANILDI

ÖZDAĞ: ZEYDAN KARALAR’I ZİYARETE GİDECEĞİM

32. ADANA ALTIN KOZA FİLM FESTİVALİNDE TEMA: BARIŞ, ÖZGÜRLÜK VE UMUT

AMARCORD İZLEYİCİYLE BULUŞTU

TGC: ERİŞİM ENGELİ TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERE AYKIRIDIR

ADANA’YA BİN ÖĞRENCİ KAPASİTELİ KIZ ÖĞRENCİ YURDU

ADANA CHP’DE İLÇE KONGRE TARİHLERİ BELLİ OLDU

Fikri SAĞLAR Yazdı/ HUKUK VE ADANALI GENÇLER

“BAĞLANTI HATASI” 31 EKİM’DE VİZYONDA

AK PARTİ’DEN ADANA’DA TÜRKİYE BULUŞMASI

ADANA ALTIN KOZA’NIN 2025 JÜRİLERİ AÇIKLANDI