Değerli Okurlar,
Teknoloji, sadece bir araç değil, aynı zamanda vicdan, adalet ve kültür gibi insani değerleri şekillendiren bir irade ve ideoloji taşıyor; yani büyük bir güç...
Dijital dönüşümün getirdiği potansiyel ve riskleri dengelemenin yolu; köle gibi takip etmek değil, kendi değerlerimizle kodlamaktan geçiyor.
Hepsi bu...
Bugünün dünyası¹...
Düzenin kaybolduğu, adaletin silikleştiği, ekonomik krizlerin, çevre felaketlerinin ve savaşların büyüdüğü bir zaman diliminde, Mario Levi'nin dediği gibi, "Onca kötülüğün hüküm sürdüğü bir dünyada iyi olmayı seçmek bir isyandır, birçok insanın sandığı gibi ahmaklık değil."
Bu söz, iyilik için erdemli bir başkaldırı çağrısıdır. 'BEN' olmaktan 'BİZ' olmaya giden yolun ilk adımıdır ve dünya, ancak düşüncede birleşenlerin dayanışmasıyla kurtulabilir.
"Azınlık Raporu" filmini izleyenler hatırlayacaktır: 2054’te cinayetler, medyumlar sayesinde işlenmeden engelleniyor, ta ki sistemin başındaki kişi cinayetle suçlanana kadar... Bir tarafta “Kader mi, özgür irade mi?” sorusunu sorduran bu hikâye, teknolojinin de kusursuz olmadığını gözler önüne seriyordu. Artık bu hikâye sadece perdede değil; özel ya da tüzel tüm veri merkezlerinde de hayat buluyor.
Bu durumda, "Herhangi bir gelişmiş teknoloji, sihirden farksızdır" diyen Arthur C. Clarke ile "Teknolojik ilerleme, bize geri gitmek için daha verimli yollar sundu" diyen Aldous Huxley'i haklı çıkaran bir süreç yaşıyoruz. Belli ki bizleri filmlerle hayal dünyasında gezdirirken, arka planda büyük bir ideal için mesailer yapılıyormuş…
Değerli Okurlar,
“Kodlanan Gelecek” serisinin ilk yazısında², dijital çağın özgürlük ve esaret ikilemini tartışmış, “Veri, gözle görünmeyen zincirdir; onu kim tutarsa, geleceği o yazar” demiştik. İkinci yazıda³ ise Palantir gibi küresel aktörlerin veri egemenliği üzerinden kurduğu gözetim mimarisini sorgulamış, “Ayının inine saklansan bile, o veri gözü seni buluyor” diyerek dijital pranganın derinliğini göstermiştik.
Şimdi üçüncü yazıda, artık yalnızca "gören taş”ı değil, o taşı kodlayan eli sorguluyoruz.
Zira teknoloji, sadece bir araç değil, bir irade, bir yönelim ve bir ideolojidir. Şunu unutmayın; algoritmaların da bir ruhu var, onu yazan kodlayanın ruhu o kodun içinde saklı. Ve sadece zaman içinde yaşarız, anlarız o ruhun kötü niyetli mi yoksa iyi niyetli mi olduğunu…
Peki, adaletin terazisi artık veriyle tartılıyorken vicdan kodlanabilir mi?
Bu noktada iki önemli söz var: “Teknoloji, insanlığa hizmet etmeli, insanın efendisi olmamalı” diyen Christian Lous Lange ve “Teknoloji bize güç verir, ama bu gücü nasıl kullanacağımızı söylemez” diyen Jonathan Sacks.
İngiltere'de Adalet Bakanlığı’nın “Cinayet Tahmin Projesi”, bireylerin geçmiş suç kayıtları, sosyal davranışları ve yaşadıkları yer gibi verileri analiz ederek, “Bu kişi gelecekte bir suç işleyebilir, cinayet bile!...” diyebiliyor.
Durham Polisi’nin HART sistemi %98 doğruluk iddia etse de masum insanların hayatını karartabilir demektir bu.
ABD'de, COMPAS algoritması, önyargılı verilerle siyah bireyleri daha riskli göstererek adaletsizliği derinleştirmiş.
West Midlands Polisi ise kodlama hataları nedeniyle benzer bir sistemi çöpe atmış.
Bazı usuller ilk bakışta etkileyici çözümler gibi görünse de burada mesele insan hayatı. Bir makine, verdiği rapora göre bir insanı nasıl 'potansiyel suçlu' ilan edebilir? Bu ne kadar adildir? diye soranlar vardır mutlaka.
Abraham Lincoln’un dediği gibi: "Güç, insanın karakterini sınamanın en iyi yoludur."
Biraz düşünmek gerekir; adalet, insan vicdanına değil de algoritmaların ruhuna teslim edilirse neler olabilir?
Bu nedenle, tehlikenin ve riskin farkında olan ve kötülüğe isyan etmek bir erdemdir diyen vatandaş olunmalıdır desek de vatandaşlık artık sadece bir nüfus cüzdanı değil, aynı zamanda dijital bir kimlik oldu. MOBESE, e-Nabız, HES ve e-Devlet gibi sistemler bizi verileriyle tanımlıyor; her adım, her işlem ve her davranışımız bir iz ve algoritmalar tarafından analiz ediliyor, sınıflandırılıyor ve yönlendiriliyor... Bu durumda, vatandaş mıyız, yoksa veri seti miyiz? diye sormak gerekmez mi?
Dijital okuryazarlıkta ki eksikliğimiz, algoritmalar karşısında bizi savunmasız bırakıyor. Teknoloji, çağımızın adeta kalemi ve kâğıdı gibi olsa da, veri hakları bilinmiyor, sorgulanmıyor ve şeffaflık eksikliği de maalesef sisteme güvenimizi zedeliyor.
Dostlar,
Dijital vatandaşlık, salt erişim hakkını değil, denetim hakkını da kapsamalı; bu sistemin nesnesi değil, öznesi olmalıyız. Kısacası, veriyle yönetilen değil, veriyi yönetebilecek 'bilinçli vatandaş' olabilmeliyiz.Zira,yapay zekâ modelleri, sadece bilgide değil, kültürel kodlarda da değişime ve dönüşüme sebep oluyor. Dil, davranış, estetik ve ahlak gibi tüm kültürel kodlar, algoritmaların eğitildiği veri setlerinden etkilenirken, eğer yerel değerlerimizle uyumlu değilse bir çürüme, yozlaşma da kaçınılmaz olacaktır.
O halde soralım,
"Kod, kültürü yeniden mi yazıyor? Türkiye’deki yapay zekâ modelleri yerel dil ve kültürle uyumlu mu, yoksa evrensel modellerde silikleşiyor mu?"
Unutmayın; verilerde yerel deyimler bile tanınmadıkça dilimiz sadeleşir ve anlam derinliği kaybolur. Örneğin, 'elinin hamuruyla' gibi bir deyim kaybolabilir. Hızlı içerik tüketimi de duygusal bağları zorlaştırır; empati ve sabır zayıflar ki, bir yüzeysizlik salgın hale gelebilir.
Düşünün, veri merkezli böyle bir yaşam, geçmişimizi adeta 'mazi' sayan, kültürel bir köksüzlüğün içinde başlar ki, bu tarihsel belleğimizde bir kopuş demektir.
O halde, bir soru daha: İnsanî vasıflar da tehlikede mi?
Evet, tehdit altındalar. Empati, algoritmaların kararlarında zaten yok ve vicdan, veri analizine indirgenemiyor. İnsan, teknolojiyi kendi değerleriyle biçimlendirebilirse, bu vasıflar korunabilir. Aksi hâlde, o algoritmalar kültürümüzü de biçimlendirir hatta yok eder.
Steve Jobs’ın dediği gibi: "Teknoloji hiçbir şeydir. Önemli olan, insanlara inancınız olması; onların temelde iyi ve akıllı olduklarına inanmak. Onlara araç verirseniz, harika şeyler yaparlar."
Biliyorsunuz, eskiden hikâyeler, masallar ve atasözleri kuşaktan kuşağa sözle aktarılırken, artık algoritmaların filtrelediği içerik akışına teslim olduk. Örneğin, YouTube algoritmasında Keloğlan gibi, Dede Korkut gibi masalların yerine popüler animasyonlar öneriliyor ki, bu kültürel hafızanın popülerlik kıstasıyla biçimlenmesi, dönüşümü demektir.Köy meydanında ya da evinizdeki sohbet bile yerini dijital “takipçi” ilişkisine bırakmadı mı? Instagram’da “beğeni” almak, mahallede “selam vermek”ten daha görünür hâle gelmedi mi?
Sosyal bağlarımız için algoritmik ölçülmüyor diyebilir misiniz? El emeğiyle üretilen kültürel ürünlerimiz bile yerini hızlı tüketilen dijital içeriklere bıraktı. Bir kilim dokumak aylar sürerken, bir TikTok videosu saniyeler içinde milyonlara ulaşabiliyor. Bu durum; sabır, ustalık ve emek gibi değerleri de geri plana atıyor. Veya, eskiden “ayıp” ya da “günah” gibi kavramlar toplumsal düzenimizi belirlerken, bugün bu davranışlarımız da puanlanıyor. Mesela Çin’de sosyal kredi sistemi, kişilerin davranışını dijital puanla ölçüyor. Vicdan dahil her şey veri tabanlı denetimde!...
Dedik ki, kod yalnızca teknik bir işlem değil, bir iradenin ve bir ideolojinin de dijital izdüşümü. Ben Parker’ın sözünü hatırlayalım: "Büyük güç, büyük sorumluluk getirir." Peki, kimdir bu kodlayan ruh, puan veren eller?
Bir hikaye ile cevap arayalım;
"Tarihte İngiliz denizciler, gemilerdeki fareleri yok etmek için kurnaz bir strateji kullanırlardı: Bir fareyi aç bırakıp yamyamlaştırır, sonra diğer fareleri yemesi için gemiye salarlardı. Bu yöntem İngilizler için her yerde ve her durumda kullanılan bir yöntemdir. Zira, İngilizler tecrübelerden ve tarihten hep dersler alarak geleceklerini, iç ve dış politikalarını yönlendirirler; bazen seçtikleri fare ile milliyetçiliği hedeflerler, bazen ekonomiye yön verirler, bazen de dini sembollerle fareleri semizletip yamyam fareye dönüştürürler ki, bir nesli, bir ekonomiyi ve bir devleti veya bir bölgeyi yeniden düzenlemek için kullanırlar."⁴
İşte bugün de teknoloji devleri, finansal elitler ve otoriter rejimler, algoritmaları birer ‘yamyam fare’ gibi kullanıyor; veriyle beslenmiş kodlarla toplumu manipüle ederek kendi ideolojilerine göre şekillendiriyorlar. Google, Amazon, Microsoft, BlackRock, Pentagon ya da Çin’in sosyal kredi sistemi… Bu eller, sadece sistemleri değil, bireyleri, toplumları ve kültürleri de yeniden yazıyor. Kodun tarafsız olduğu düşüncesi bir yanılsama; zira kodu yazan, ideolojisini de topluma taşır.
Değerli Okurlar,
Algoritmacılar kanun koyucularımız oldu. Sadece sistemleri değil; insanları, toplumları ve kültürleri de kategorize ediyorlar.Çoğu zaman görünmeseler de etkileri;mahkeme kararlarında, sokak kameralarında, sosyal medya algoritmalarında ve sağlık sistemlerinde bariz.
Zaten, bu ellerin sayısız riskli çalışması yok mu? John F. Kennedy’nin dediği gibi: “Dünya artık çok farklı. İnsan, yoksulluğu da, yaşamı da yok edebilecek güce sahip.”
Gerçekten de, Pentagon’un geliştirdiği Project Maven, drone görüntülerini analiz ederek hedef belirliyor ancak yanlış hedef tanımlaması, sivil kayıplarına yol açıyor. Yine, ABD yargı sistemindeki COMPAS algoritması, Çin’deki Sosyal Kredi Sistemi, Ukrayna Savaşı’nda kullanılan Palantir Gotham gibi yazılımların bir ülkenin savunmasını özel bir şirkete bağımlı hâle getirmesi, Clearview AI gibi yüz tanıma sistemlerinin, milyonlarca kişinin sosyal medya fotoğraflarını izinsiz toplayarak mahremiyeti ihlal etmesi, Amazon Rekognition ile polisin, barışçıl göstericileri fişlemesi ve demokratik hakları baskılaması gibi örnekler, kodun ardındaki iradenin, o kötü ruhun teknolojiyi bir baskı aracı olarak nasıl kullanılabileceğini gözler önüne seriyor ve o ellere karşı yalnızca eleştiri de maalesef yeterli değil… Karşı mekanizmaları kurmak, bilinçli adımlar atmak bir zarurettir.
Türkiye’nin dijital dönüşüm süreci ise hem potansiyel hem de yapısal riskler barındırıyor ki, halkın lehine çevirebilmek için bazı somut adımlar şart:
Liyakati Kodlamak: Yapay zekâ projelerinde yetkin gençlerle, mesela TÜBİTAK bünyesinde, teknikten etik ve kültüre uzanan bir “Algoritmik Etik ve Kültür Enstitüsü” kurulmalı ve kamu projelerinde uzman ekipler, siyasi sadakatten değil, liyakatten seçilmelidir.
Şeffaflığı Zırh Yapmak: Devletin elindeki veri hazinesinin nasıl işlendiği ve kimin eriştiği açıkça belirtilmelidir. e-Devlet üzerinden bir “Veri İzleme Paneli” oluşturulmalı ve her kamu algoritması için “açıklanabilirlik raporu” zorunlu hale getirilmelidir.
Dijital Okuryazarlık Seferberliği: Belediyeler ve üniversiteler aracılığıyla “Veri Hakları Atölyeleri” düzenlenmeli ve okullarda “Dijital Vatandaşlık” dersi müfredata girmelidir.
Yerli ve Kültürel Kodlama: Yapay zekâ modelleri, yerel dil ve kültürle uyumlu olmalıdır. Kültürel veri setleri oluşturulmalı ve üniversitelerde “Yerli AI ve Kültürel Kodlama Laboratuvarları” kurulmalıdır.
Bağımsız Denetim ve Etik Kurullar: Algoritmaların kararları, yalnızca teknik değil, etik açıdan da denetlenmelidir. Üniversiteler bünyesinde “Algoritmik Etik Kurulları” kurulmalı, her kamu projesi teknik denetimin yanı sıra etik denetime de tabi olmalıdır.
Uluslararası İşbirliği ve Hukuki Güvence: Türkiye, dijital haklar konusunda küresel etik platformlarda aktif rol almalıdır. Avrupa Birliği’nin AI Act benzeri düzenlemeleri desteklenmeli, yerel uyarlamaları yapılmalıdır. TBMM’de “Yapay Zekâ ve Dijital Haklar Komisyonu” kurulmalı ve KVKK, algoritmik kararlar için özel düzenlemelerle güncellenmelidir.
Değerli Okurlar,
"Egonu her sabah kapıda bırak ve gerçekten harika bir iş çıkar. Az şey bundan daha iyi hissettirir" diyen Robin S. Sharma'yı ve "Değişimi anlamanın tek yolu, ona dalmak, onunla hareket etmek ve dansa katılmaktır" diyen Alan Watts'ı not edelim.
Hayal dünyasından çıkmak için önce şunu kabul etmeliyiz: Kod dediğimiz, salt bir işlem değil, bir irade ve bir ideoloji taşıyan bir güçtür ve bu güç halkın değilse, özgürlük yalnızca bir xyz denklemi olarak kalır.
Bakınız, Alan Kay’in dediği gibi: “Geleceği tahmin etmenin en iyi yolu, onu yaratmaktır.” Bir tarafta, kodlanan gelecek hâlâ yazılıyorken bizler teknolojiyi kullanırken kölesi olmayalım. İşte bu yüzden veri haklarını öğrenelim, algoritmaları sorgulayalım... Dijital vatandaşlık bilincimizi uyandıralım ki, zincire vurulan değil, özgür bireyler olarak yol alalım.
Unutma ki, yaşadığımız dijital çağda, vicdanlı ellerin kodladığı algoritmalar, adalet ve özgürlükle birleşirse barış hüküm sürer...
Bugün 1 Eylül, 'Dünya Barış Günü.' Algoritmaların yamyam fareler gibi toplumu manipüle etmesine de izin vermeyelim. Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesini hatırlayalım ve yaşatalım... O, geleceğin ve barışın anahtarıdır.
Suat Umutlu / 01 Eylül 2025
Dipnotlar:
(¹) https://adanaulus.com/kose-yazilari/gelecekten_gelen_uyari_algoritmalar_ve_adalet_arayisi-162802.html
(²) https://adanaulus.com/kose-yazilari/kodlanan_gelecek_insan_mi_esaret_mi_-163476.html
(³) https://adanaulus.com/kose-yazilari/kodlanan_gelecek_2_palantir_goren_tas_mi_gozeten_pranga_mi-163485.html
(⁴) Feyzi Coşkun'un, Mehmet Koyuncu alıntısı paylaşımı.
https://www.facebook.com/share/p/1HnVNLUCKn/