Vaktiyle köyün birinde bir ağa varmış. Ama bu ağa, ağa adına layık biri değil; eski siyah-beyaz Türk filmlerindeki kötü ağa tipi.
Köylüye yapmadığı eziyet, etmediği kötülük kalmamış. Akla gelmeyen yalan, iftira, dolandırıcılık, ayak oyunuyla köylünün malına mülküne el koyar. onların aç ve sefil kalmasından adeta zevk alırmış.
Her fırsatta, kendisinin bu memleketin en büyük ağası olduğunu söylermiş ama kimse yutmazmış tabi. Hatta yakın köylerin ağaları onu ciddiye bile almaz, yalanlarına, palavralarına gülüp geçermiş.
Komşu köylerdekilerin mallarına göz diktiği de olurmuş. Ama öbür ağalar, ”Höst,” deyince, kabuğuna çekilir, uzun zaman sesi soluğu çıkmazmış. Yine ne yapar, eder, bir fırsatını bulur, hır çıkarmaktan geri kalmazmış.
Adamlarının tamamı dalkavukmuş. Yaptığı yanlışları onlar da görür ama bunu söylemeye cesaret edemezlermiş. Söylemeye kalkanları da hemen işten atar, aç susuz bırakırmış. Dalkavukları kısmen de olsa rahat yaşamanın ona yalakalık yapmaktan geçtiğini bilir ve ne yaparsa yapsın, onaylarlarmış. Ağa da en çok yağ çekene, en büyük menfaati sağlar, son kullanma tarihi geçeni de büyük bir mutlulukla kaldırır atarmış.
Böylece yılar geçmiş. Ağa yaşlanmaya, tabiat da hükmünü icra etmeye başlamış. Hastalanmış ağa. Önceleri, ”Bana bir şey olmaz, ben en büyüğüm,” falan demiş ama hastalık git gide ağırlaşmış; ağa yürüyemez, düşünemez, doğru dürüst konuşamaz olmuş.
Sonunun yaklaştığı iyice belli olunca, bir gün bütün köylüyü evine çağırmış Gelmiş köylüler, istemeye istemeye. Dilinin döndüğü kadar onlara demiş ki,
-“Ben size ömrüm boyunca kötülük ettim. Hiç sevilmedim çünkü ben de kendimden başka kimseyi sevmedim. Çocukluğum hep bir nefret ortamında geçti. Şimdi öbür dünyaya biraz huzur içinde gidebilmem için sizden bir ricam var. Ben ölünce, beni gömmeden önce elimi ayağımı bağlayıp, bir atın arkasında köy meydanında, içiniz soğuyuncaya kadar sürükleyin.” Köylüler itiraz etmiş ama çok ısrar edince, “Ne yapalım, bu da onun vasiyeti,” diye kabul etmişler.
Ağa sonra muhtara dönmüş, “Muhtar, bu zarfı al. Ölüm haberimi alınca camide selam verilmeden önce aç ve gereğini yap,” demiş. Muhtar da vasiyeti yerine getireceğine söz vermiş ve “Galiba bizlerden gasp ettiği tarlaları geri verecek,” diye düşünmeye başlamış.
Ve ağa ölmüş. Muhtar hemen zarfı açmış. Zarfın içinden bir başka zarf çıkmış. Üzerinde “Jandarma komutanlığına,” diye yazıyormuş. Muhtar zarfı komutana vermiş ve dönmüş. Diğer köylülerle beraber, ağanın vasiyetini yerine getirmeye başlamışlar.
Ağa cesedi atın arkasında, bir oraya bir buraya sürüklenirken, jandarmalar köyü basmış ve bütün köylüyü toplayarak, içeri tıkmış. Köylüler kendilerini kurtarmak için, bin bir türlü yeminle sadece ağanın vasiyetini yerine getirmeye çalıştıklarını söylemişse de, komutan inanmamış. “Ben her şeyi biliyorum,” demiş ve delil olarak da muhtarın kendisine verdiği yazıyı göstermiş. Şöyle yazıyormuş, kağıtta;
-“Komutanın, geçen gün muhtar bütün köylüyü toplamış, bizim eve gelmişti. Öleceğimi anlayınca, ‘Bu namussuz ölünce, bunu köy meydanında bir ata bağlayıp, sürükleyelim. Böylece hiç olmazsa içimiz biraz soğur’ diye karar aldılar. Ne olur bu kötü muameleye engel ol.”
BÖYLEDİR, BAZI İNSANLAR.
BEN “İNSAN” DEDİM AMA, ÖZÜR DİLEYEREK SORUYORUM;
• BUNLAR İNSAN MIDIR? SİZ HİÇ BÖYLESİNİ TANIDINIZ MI?