Üç Y, yani yolsuzluk, yoksulluk, yasakları bitirmek için geldiler; üçünde de sınır ötesine geçerek milleti bitirdiler. En son, okuyucu şikâyetini bahane ederek, “uygunsuz içerik” diye, Nazım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı” adlı kitabının Halk Kütüphanelerinde bulunmasını yasakladılar.
Kuvâyi Milliye Destanı, Türk Kurtuluş Savaşını anlatıyordu. 1965’e kadar, aynı adla, yayımlandı, okundu. 1965 yılından sonra, “Kurtuluş Savaşı Destanı” adıyla yayımlanmaya başladı.
Nâzım Hikmet yazmıştı. Hapishanede değil, hapishanelerde. 12 yılını almıştı yazmak. Yazdığı yerleri şöyle not etmişti, Nazım: "939 İstanbul Tevkifhanesi, 940 Çankırı Hapishanesi, 941 Bursa Hapishanesi". Aşağılık kalemler, “Nazım’ı “Kurtuluş Savaşı Destanını yazmak bile kurtaramadı,” demişti sonradan.
Kuvâ-yi Milliye, “Ulusal Güçler” demekti. Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgisini takiben Mütareke döneminde ortaya çıkan milis gruplardı. O gruplar vatan savunması uğruna sınırsız fedakarlığı göze alarak bir araya gelmiş kişilerin oluşturduğu manevi gücün yarattığı bir ruhtu. Adına “Kuvayı Milliye Ruhu” dediler.
O ruhun gücünü bilen ve neler yapabileceğinden korkan satılık Saray, karşısına hemen “Kuvayı İnzibatiye’yi” çıkardı. Hilafet Ordusu olarak biliniyordu. Ruhunda uşaklık yatan Damat Ferit hükûmeti, 7 Nisan 1920 tarihinde kurmuştu. Uşaklık, çünkü kurulma iznini bile İngilizlerden almıştı.
Kuvayı Milliye, Millî Mücadele Ruhunun tam da kendisiydi. O ruh Misak-ı Milli’nin mücadelesini yaptığı, “tam bağımsızlık” ilkesine bağlı olmaktı. Türk milletinin, her medenî millet gibi ticarî, hukuki ve ekonomik özgürlüğe sahip olması, milletin istiklâl ve istikbâline kastedenlere karşı millî birlik içinde olması demekti.
Ve hortladı aymazlar. Hani, çok okur, ya bu güruh. Hani, çok bilirler ya içeriğin olumlusunu, olumsuzunu. Hani, çok hassaslar ya, milliyetçilik konusunda. Şikayetçi olmuşlar, böyle bir kitabın Halk Kütüphanelerinde olmasından. Ve en az onlar kadar hassas olanlar, Kurul Toplantısı bile yapmadan yasaklamışlar kitabı. Biz de yuttuk tabi.
Ama gerçek sebep, o destanda şöyle sözler bulunması olabilir mi, mesela?
Paşalar arkasındaydılar.
O saati sordu.
Paşalar, “Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve gözler, çakmak çakmaktı.
Yürüdü, uçurumun
Başına kadar.
Eğildi durdu.
Ve devam…
“Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak, Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.”
Şu sözlere bakar mısınız? “Sarışın kurt, uçurum, Kocatepe, Afyon Ovası, Karanlıkta Akan Yıldız.” Ne kadar tehlikeli, ne kadar ulusal birliği bozucu, içeriği ne kadar uygunsuz, değil mi? Anlamı ne? Neyi, kimi çağrıştırıyor bu sözler?
SİZ İNADINA, BULUN O KİTABI, ALIN VE OKUYUN SİNDİRE SİNDİRE.