İfral TURGUT

Tarih: 17.12.2024 16:34

MAHZUN PRENSES VE SARAYDA HAYAT

Facebook Twitter Linked-in

Süreyya İsfendiyari…Son derece zengin bir ailenin dünyalar güzeli kızı.  Film yıldızı olmak istiyordu. Ailesi onaylamadı. O da boyun eğdi.

Paris’te gezideyken, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin kız kardeşi Prenses Şems, kendisini İran’a davet etti. Haber anneye ulaştırıldı. Annesi davetin anlamını biliyordu. Doğrudan sordu Süreyya’ya, “Böyle bir evliliği istiyor musun?” Süreyya’nın cevabı kaderini de belirlemişti. “Şah’ı tanımıyorum. Ama resimlerine bakılırsa hiç de fena bir erkek değil. Akıllı, sportmen. Tanıştığımda beğenirsem neden evlenmeyeyim?”

Yalnızca dış görünüşe bakarak karar vermiş, yüklendiği sorumluluğu hesap edememişti. Tanıştılar, karar verildi, nişanlandılar ve 12 Şubat 1951’de de tüm dünyanın konuştuğu bir düğünle evlendiler.

Hayatı hayal ettiği gibi olmamıştı. Annesine içini döktü

-“Yaşadığım hayatı tasavvur edemezsin anne. Bilemezsin bu yalnızlık nasıl canımı yakıyor. Sarayda hiçbir kadınla konuşamıyorum, dertleşebileceğim kimse yok.”

Sosyal görevler ve Şah’la çıktığı geziler dışında sarayın içinde esaret hayatı yaşıyordu. Dünya basını tarafından yakından izleniyor, dergilere kapak oluyordu. Ama Saray gelenekleri yüksek sesle konuşmaya başlamıştı: Süreyya erkek çocuk doğuramıyor. Avrupa’nın en şöhretli doktorları da çare olamadı Süreyya’ya. Saray meclisi toplandı ve kararını verdi.: Kuma gelmesini kabul ederse, boşanmaktan vazgeçebilirdi Şah.

Karar, annesiyle St. Moritz’de tatildeyken geldi. Şah cevap bekliyordu. Kuma sözü çıldırttı Süreyya’yı. Tepkisini, “Karşılaştığım bu onur kırıcı durumdan sonra, bir de elalemin maskarası mı olayım istiyorsunuz?” Aşağılanmış hissetti kendini. Boşanmayı tercih etti.

Annesinin öngörüsü gerçekleşmişti. “Biz, 7 yıl önce Tahran’a yaşamayı, eğlenmeyi seven, hayat dolu bir genç kız yollamıştık. Geriye mahzun, yaşından beklenmeyecek kadar ciddi bir kadın geldi,” diyordu, “Mahzun Prensesin” hüzünlü annesi.

Bu yaranın kolay kapanması mümkün değildi. Bir gün Ingrid Bergman’ın bir filmini seyretti. Gerçekleştiremediği hayali aklına geldi, güzel kadının. Sinema dünyasına girdi ve “Bir Kadının Üç Yüzü” adlı filmde rol aldı. Artık artistti. Sonra, ünlü aktör Maximilian Schell ile doludizgin bir aşk başladı ama uzun sürmedi. Bu alemin aşkları böyleydi zaten.

Karakteri değişmişti adeta. Kavgalara karışıyor, karakollara düşüyordu. O fırtınalı günlerde, karşısına yönetmen Franco Indovina çıktı. Mutluydu, büyük bir aşk yaşıyorlardı ama Franco bir uçak kazasında öldü. İkinci aşkını da kaybetmişti.

Artık kendisiyle baş başaydı. Ta ki, Paris’teki evinde ölü bulununcaya kadar. Arkadan kardeşi Bijan da öldü. Söylentiler çıktı, öldürüldüklerine dair. Hep oluyordu böyle şeyler.

Hiç mi seveni, hiç mi akrabası yoktu diyeceksiniz. Olmaz olur mu? Onların da işi zordu. Yıllarca Süreyya’nın bıraktığı 80 milyon dolarlık servetin nasıl paylaşılacağıyla uğraştılar 

Erkek egemen toplumlarda, prenses bile olsa, kadının kaderi değişmiyor. Hele bir de erkek doğuramamak gibi günahı varsa…

ŞAH HİÇ BİR EŞİNE MUTLULUK VEREMEDİ.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —