Nevruz Çin seddi’nden Adriyatik’e, Türkistan, İran, Afganistan Hindistan, Moldovya Macaristan, Makedonya ve Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada kutlanan bir Türk Ergenekon bayramıdır. Nevruz kutlamalarıyla ilgili birçok kültürde bir çok rivayet olmasına rağmen, ben sizlere, bir damlayken göl olan, denizlere kavuşmak için dağları taşları eriten bir nehir gibi, hiç bir tarihin sayfalarına ve coğrafyanın sınırlarına sığmayan, Türk Ergenekon bayramı olarak kutlanan Nevruz’dan bahsetmek istiyorum.
Türk Ergenekon destanlarındaki Nevruz şöyledir; “Kök-Türk okunun ulaşmadığı bir yer yoktu. Tüm kavimler, Kök-Türkler’den öç almak için birleştiler. Yaptıkları vuruşmadan üstün gelen Kök-Türkler’i hazmedemeyen düşmanları bir av yerinde toplanarak ancak hile ile yenebilecekleri kararına vardılar. Bir tuzak hazırlayarak galip geldi düşmanlar. Düşmanları Kök-Türk Büyüklerinin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri kul edinip herkes birini alıp gitti.
“Kök –Türk Hanı İL-Han’ın oğularının hepsi savaşta ölmüştü fakat “Kıyan/Kayan adlı bir küçük oğlu vardı. O yıl evlendirmişti. İL-Han’ın “Negüş/Tukuz adlı bir de yeğeni vardı. Bu ikisi savaşta birilerinin eline esir düşmüşlerdi. 10 gün esirlikten sonra bir gece düşmanın elinden eşleriye kaçıp kurtularak yurtlarına dönmüşlerdir. Aynı zamanda geldiklerinde kaçıp gelen dört malını da (deve, at,öküz,koyun) alarak düşmanın bulamayacağı, insan yolu düşmeyecek, geldiklerinden başka yolu olmayan bir yere güçlükle varabildiler. Öyle bir yola girmişlerdi ki bir deve, bir at güçlükle yürürdü. Eğer ayağını yanlış bassa param parça olurdu. Vardıkları yerde akar sular, çeşmeler, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. O yeri görünce Tanrı’ya şükrettiler. Hayvanlarının kışın etini yediler, yazın sütünü içtiler, derisini giydiler.”
O yere “ERGENEKON” adını koydular.
Ergenekon, kelime anlamıyla sarp yalçın bir geçit anlamındadır. Çin kaynaklarında ecdat mağarası olarak tanıtılan bu yer, etrafı demir dağlarla çevrili bir ova olarak ifade edilir.
Dörtyüz yıl Egenekon’da kalan bu iki Kök-Türk evladının soyu öyle çoğaldı ki artık bu etrafı demir dağlarla çevrili ovaya sığmadılar. Bu sebepten oturup konuştular. Atalarından işitikleri kadarıyla, Ergenekon dışında geniş yerler, güzel yurtların olduklarından bahsettiler. Ve eskiden asıl yurtlarının oralarda olduklarını anlattılar evlatlarına. Dağların arasında yol bulup göçmek istediler fakat yol bulamadılar.
Bir demirci, “bir demir madeni olduğunu, eğer demiri eritirlerse bir yol bulabileceklerini”anlattı. Ve dağın geniş yerine bir kat odun bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü, arka yanını böylece doldurduktan sonra yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerde kurdular. Ateşi yakıp körüklediler. Ateş kızdıktan sonra demir yağ gibi eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu.
O günü (21 mart), o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar. O günden beri yeni yılın başladığı gece Kök-Türkler’in bayramıdır. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce kağan bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yapar. Bugünü mukkades bilip Tanrıya şükrederler.
İşte dörtyüz yıllık esaretin sonunda yaşadıkları coğrafya’dan dağları eriterek çıkan atalarımızdan kalan geleneği maalesef günümüzde insanlar, bugünün anısına birbirlerini çekiç ve örs yerine koymaktadırlar.
Oysa varlığmızın sebebi olan atalarımızın binlerce yıl önce yaptığı bu özgürlük eylemini günümüz şartlarında olumlu bir yapıya dönüştürerek, etrafımızda demir bir dağdan daha katı ve hiç bir yumuşak adıma geçit vermeyen din, dil, ırk, cinsiyet gibi ayrımcılıkları, ateşe verip eriterek, neden bizler de kalplere bir deve yükü kadar yol açmıyoruz acaba?
Geleneklerimizde bayramların insanların birbirlerini kucaklama günü olduğu untulmamak kaydıyla, her defasında çekiç’i demir örs yerine taşa vurmanın yanlışını kim telafi edecek acaba?
Aklın ve bilimin ışığında ülkemizdeki her türlü somut ve soyut erozyonu önleyerek, insanın birbirleriyle kucaklaştığı, bu günün anlamını saptırmadan yeni bir toplumsal birliktelik yaratmak ümidiyle, NEVRUZ’un gelecekte tüm dünya’da kardeşlik, özgürlük, barış ve yenilik günü olmasını dilerim. Bu günün anısına sadece bir günlüğüne dünya’da barış ve huzur olsun isterim tüm yüreğimle.
Saygılarımla.
Hilal uludağ