Okuduğum kitabın içinde yitip gittiğim için kapının çaldığını fark etmiyorum.
Kucağımda mırlayarak uyuklamakta olan sevgili kedim birden kulaklarını dikip,
kucağımdan yere atlayıp, kapıya yönelince arkasından gidip kapıyı açıyorum.
Kapının önünde ellerinde siyah evrak çantaları ve çantalarına uyumlu olsun diye
giydiklerini sandığım siyah takım elbiseleriyle ciddi bakışlı (hem de çok ciddi) iki
kişi duruyor.
Benim gibi, takım elbiselileri sevmeyen kedim içeri kaçıyor.
Gülümseyerek ''buyrun'' diyorum.
Ciddiyetlerinden minnacık bir ödün vermeksizin başlarını sallayınca gülümsememi geri alıyorum.
Adamlardan solda duranı hemen söze giriyor ''Akil İnsanları Toplama Merkezi'nden geliyoruz'' diyor.
Adamların ciddiyetinden ürktüğümden mi yoksa kravatlarının deseninden rahatsız olduğumdan mı nedir yanlış anlıyorum.
''Acilen insan mı topluyorsunuz? Niye aceleniz mi var?'' diyorum.
Sessizlik.
Sağda duran adam ceketinin sol iç cebine yavaşlatılmış çekim ağırlığıyla elini sokup
çıkardığı kartı adeta gözüme sokuyor.
Kartta fotoğrafın yanında şunlar yazılı ' Fotoğrafta görülen kişi A.İ.T.M. yetkilisidir. Sakın karşı gelmeyin. Yoksa burnunuzdan fitil fitil getirebilir''
Kalbim pır pır ederken kartı uzatıyorum.
Geçmişin o kahredici, o yok edici, acı günleri geçiyor aklımdan.
''Beni toplama kampına mı götüreceksiniz yoksa? 'Sağda duran adamla solda duran adam konuşmama bir anlam veremiyorlar.
Sessizlik.
Ciddiyetlerine şaşkınlık katarak yüzüme dik dik bakıyorlar.
Soldaki konuşuyor yine ''Beyefendi görevimiz gereği akil adam arıyoruz. Listede sizin de adınız var onun için geldik diyor.''
''Aman n'olur beni listeden çıkarın annem bana çocukluğumdan beri oğlum sen hiç akıllanmayacak mısın der durur.'' diyorum.
Diyorum ama sağda duran adam kartta yazılanları hatırlatınca içeri davet etmek zorunda kalıyorum.
Evde kedi var deyip birer çift terlik uzatıyorum. Ayakkabıları çıkıp beyaz çorapları görününce o haşmetli ciddiyetlerinden eser kalmıyor. Rahatlıyorum.
Yuvarlak masanın etrafında üçken teşkil edecek şekilde oturuyoruz. Çantalarından bir tomar kağıt çıkarıp masaya yayıyorlar.
''Test yapacağız'' diyor sağda oturan. Yüreğim şöyle bir havalanıp yerine oturuyor.
Aniden sırtımdan soğuk bir ter boşanıyor.
''Yıllardır testten geçiyoruz yetmedi mi?'' diyorum.
Yanıt yok.
Kağıtlardan bir kısmını
önüme sürüyorlar.
Sorulara şöyle bir göz gezdiriyorum.
Birinci soru şöyle: Kendinizi akıllı buluyor musunuz? Sorunun karşısında üç kutucuk var. Üstlerinde sırasıyla şunlar yazılı EVET/HAYIR/EH BİRAZ.
İkinci soru şöyle: Akıllı buluyorsanız ne zamandan beri buluyorsunuz? YIL olarak yazınız.
Şu soru dikkatimi çekiyor : Ülkede yaşananlar akıl sağlığınızı bozuyor mu? Eğer bozuyorsa zil takıp oynuyor musunuz?
Aralarda bir soru da şöyle: Aklınızı kaçırdığınız zamanlar oluyor mu?
Eğer yanıtınız evetse: Nereye kaçıyor? Sonra buluyor musunuz?
Bu ve buna benzer hayli ilginç ve zor sorular.
Hazırlıksız yakalandığım için çok zorlanıyorum.
Üç saatin sonunda kağıtlarını ve ciddiyetlerini toparlayıp gidiyorlar.
Akıllı olup olmadığımı bir hafta içinde bana bildirilecekmiş.
Anneme kalsa bunlara hiç gerek yok.
Çünkü daha dün bana ''Oğlum sende hiç akil fikir yok'' dedi.
AYDIN SİHAY
Adana