Son sözü başlangıçta söylüyorum...
"Bir kitap beni nasıl değiştirebilir ki diyorsan elindeki kitaba bak o da bir zamanlar odundu.Ve o kitap içimizdeki donmuş değerleri parçalayacak bir baltadır..."
Oku, oku, oku !
*
Ana Gündem ,
"Her meslekten ehil insanlar, yaşanılan sıkıntılar hakkında, yani güne ve gündeme dair ne varsa çözüm yolları sunabilmeli ve anlatabilmelidir...
Ne yapılmalı ya da yetkili olanlar ne yapmalı ?" olmalıdır.
*
Yüz yıllık Cumhuriyetimizde...
Son yıllar "Zihinlerde Devrim !" ile mutsuz, umutsuz bir yığını ortaya çıkardı, hatta doğurdu, ki hızlanıyor da...
Netice;
Bir labirentin içinde aç, susuz bitap halde çıkışı arıyorsun, bulamıyorsun ve debelenip duruyorsun... Bu arada ekonomi politikalarının yarattığı sıkıntılarda da isyanları oynuyorsun...
Fakat;
Sonuç hep "sabır, şükür, dua" ...
Neden?
*
Alıştık artık, rahatsız edici ne varsa asla umursamıyoruz...
Derin bir rehavet ve ne olursa olsun, havasında mıyız yoksa yoğun bakımda uykuda(mı)yız !...
Asla düşünmüyor ve sorgulamıyoruz ve
her musibette mağdur edebiyatı (!) yapıyor , müsebbibi için de mutlak surette birilerini buluyoruz...
Bulmuyor muyuz, ki burada yaratıcılığımıza diyecek yok, zirvedeyiz.
Yine de çözümü, sorunları çıkaranlardan bekliyor veya umuyoruz, kişiye, zamana ve mekana bağlı olarak...
Neden?
Kimimiz Cehalet! diye haykırır mı bil(e)miyorum, bence önemli ve belirleyici... Bazen tereddüt etmiyorum desem yalan olur...Zira,
O cahiller herşeyi tam biliyor (!), doğruyu kabul etmiyor, anlamak istemiyorlar. Hatta sizi "adam" yerine koymuyorlar... Hiç karşılaşmadım diyen var mı!
Peki, Suç kimde?
"Bu hale nasıl gel(in)miştir." diye sorulduğunda;
benim gibi "eğitim" önemli faktör diyebilirsiniz ...
2024'de, Oxford' göre yılın kelimesi "Beyin Çürümesi/Brain Rot" idi...
Sizce bizim için doğru bir terim olabilir mi, cevabınızı merak ediyorum. Bu arada, bu çürümenin
toplumsal hayatı düzenleyen kurallarımız ve değer yargılarımızdaki yozlaşmayla bağlantısına ne diyorsunuz?
İnsanî ilişkilerimizde, iş hayatımızda, evimizde neleri yaşa(ma)dık, gözünüzü kapatıp hatırlamaya çalışırsanız.
anasına babasına güvenmeyen bir evladı , oğluna inanmayan bir ana bir babayı da göreceksiniz ...
Saygı,sevgi, doğruluk,dürüstlük... Hep dilimizde olsa da fiiliyatta yok gibi, sınıfta kalmadık mı sanıyorsunuz...
Hani, vatan,millet, bayrak her şeyimiz idi..
Sahip çıkabiliyor muyuz?
Nereden nereye geldik sorusunun cevabını verelim;
eğitimden nasibini alamazsan beynin çürür, hayatının her alanı her anı yozlaşmanın eseri olarak karşına çıkar.
Kısaca eğitim...
Yoksa 'anlat anlat heyecanlı oluyor.' geyiği (!) ile karşılaşıyorsunuz. Bunu biliyorsunuz...
Ne yapmalı?
Bence herşey o ilk adımla başlar, okumakla ...
Dere tepe, dağ taş kitap olmalı...
Günün her anında elde,cepte, çantada...
Çay bahçesinde, işyerinde...
Unutmadan asıl evinizde bir kitaplık olsun...
Raflarını gazeteyle,dergiyle, şiir, öykü ve romanlarla doldurun ... Bulabilirseniz Teksas, Tommiks'de olur.
Neden biliyor musunuz,
Okursa analar babalar, bir çocuk, bir genç...
Eminim ve inanıyorum ki iş,aş,eş denklemi kurulur.
Bireyler mutlu olursa, kamu düzeni güven verir, herkes 'asayis berkemal' der...
Böylece saygı sevgi çoğalır, sağlanan güvenle herkes görevini en iyi şekilde yerine getirir.
Gelecek planları da artık günlük aylık değil 5 yıllık, 10 yıllık yapılır... Yanılıyor muyum...
Netice itibariyle ülkemizde çağdaşlığın sınırları da genişleyerek dünyaya yayılır
Oku, oku, oku !
Haydi !
İlk kitap önerisi benden...
Onuncu Köy
Fakir BAYKURT...
*
Toplumcu bakışa sahip, sosyo-ekonomik ve siyasi sorunlar için çözüm arayan herkesin, buradaki roman kahramanı gibi düşünmesi elzemdir diye düşünüyorum.
Romanda, aydın,dürüst, idealist ve mücadeleci bir kişiliğe sahip bir öğretmenin, cehaletle ve cehaletten beslenen ağalar, din tacirleri ve aymaz bürokratlarla olan kararlı mücadelesi anlatılmaktadır...
*
Ahmet Atam diyor ki;
Bir ülke düşünün,
Gökyüzü gri, güneş doğmayı unutmuş,
Toprak soğuk, ve kökler suskun,
Her nefes, zincirlerin melodisine ayarlı.
Burada söz, sahibini bulmaz;
Adalet, kör kuyularda sürgün edilmiş.
İnsanlar,
Gözlerinde isyanı saklar,
Dillerinde susturulmuş haykırışlar.
Biri konuşsa, rüzgâr bile ürker,
Çünkü kelimeler bile,
Yasaklıdır bu yerde.
Her sabah,
Gökyüzüne dikilir gözler,
Bir umut,
Bir ışık bekler,
Ama yalnızca sessizliktir inen.
Çünkü özgürlük burada bir düş,
Hak, bir fısıltı,
Hukuk ise geçmişten bir masal.
Ve o masalı dinleyen bir çocuk,
Gönlündeki hayal kırıklığını,
Bir bayrak gibi taşır;
Ama rengi solmuş,
Çünkü umut uzun zaman önce.
Yok olmuş..
Bir ses duyulur ansızın,
Toprağın derinliklerinden,
Ve bir muhalif fısıldar:
"Özgürlük, kanla sulanmış bir ağacın meyvesidir."
Ve bir adam ekler:
"Hak, bedelini bilmeyene görünmez."
Der.
Sonra başlar kıpırtılar,
Her yürek bir çekiç,
Her göz bir meşale olur.
Zincirler kırılır nihayet.
Gri gökyüzü yavaşça maviye döner.
Ama bu dönüşüm,
Kan, gözyaşı ve inançla yazılır.
Çünkü hak ve özgürlük,
Ancak kaybedildiğinde anlaşılır.
Bir ülke düşün şimdi,
Yeniden doğmuş,
Toprak yeşermiş,
Gök yüzünde güvercinler,
Ama insanlar bilir ki,
O gök, o toprak, o nefesin,
Bedeli ödenmiştir, hem de peşin.
Ve bir ses yankılanır,
Bu kez hiç kimse korkmaz:
“Adaletin olmadığı yerde,
Her doğan gün karanlıktır.
Özgürlük olmadan,
Nefes almanın kıymeti yoktur.”
Der.
*
Suat Umutlu 26 Ocak 2025 21:15