(Bu yazının ilhamı Kemal Kılıçdaroğlu’nun duruşmasında yaptığı konuşma ile Kayyım uygulamaları ve bazı hukuksuzlukların üst üste gelmesi oldu. Hiçbir yorum yapmadan sadece ansiklopedik bilgi vermek istiyorum. Ama önce iki ant metni.
- CUMHURBAŞKANLIĞI ANDI: “Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
- MİLLETVEKİLLİĞİ ANDI: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”)
1932'de Naziler seçimleri kazandı(!), Hitler hükümetin dizginlerini ele geçirdi. Alman halkını eğitmek(!) istiyordu; “Kültür ve Kamu Aydınlatma Bakanlığı”nı kurdu, başına da dostu Goebbels’i getirdi.
Halkı eğitmek için, film, radyo, tiyatro ve basının tamamen kendi kontrollerinde olması gerekiyordu. Editörler ve gazeteciler, bakanlık emir ve talimatlarını takip etmeleri için Reich (imparatorluk, krallık, devlet ve zenginlik) Basın Odası'na kayıtlı olmaya mecbur edildiler. Bakanlık Berlin'deki günlük konferanslarda dağıtılan ve gazetelere iletilen haberleri aynı şekilde yayınlamak zorunda kaldılar.
Bu talimatları yerine getirmeyen gazeteciler veya editörler işten atıldılar ya da toplama kampına gönderildiler. Goebbels, "Hala bir nebze onuru kalanlar gazeteci olmamak için çok dikkatli olacaktır," diye açıkça ilan etti.
Rejim, ülkenin özgür basınını yok etti. Yüzlerce muhalif gazete kapatıldı. Yahudilere ait yayınevleri zorla "Aryanlara" devredildi. Süreli yayınlar ele geçirildi. Propaganda Bakanlığı'ndan gelen talimatlar aynen uygulanıyor, gazetelerde haberler tek tip çıkıyordu. Radyo, film, haber filmleri, tiyatro ve müzik üzerindeki denetim doğrudan Propaganda Bakanlığı'nın elindeydi.
Kullanılan tekniğin adı ilginçti: BÜYÜK YALAN TEKNİĞİ. Nasıl yalanlar söylenmeliydi? Özetliyorum:
- Çok sesli propagandanın etkisi zamanla yitirilir. Haberleri hep aynı kaynaktan verin.
- Düşmanı etkisiz bırakmak için bazı belgeler sızdırın, zamanı gelince de kullanın.
- Propaganda sırasında yalan söyleyin. Nasıl olsa inanan çıkacaktır. Halk ne duymak istiyorsa o yalanı söyleyin.
- Yeterince büyük bir yalan söyleyin ve sürekli tekrar edin. Sizin hedefiniz düşünmeden inananlardır. Tembel zihin propagandayı daha kolay sindirir.
- Yapılamayan her şeyi muhalefete ve dış güçlere yükleyin.
- Bir yalanın etkisi azalmaya yüz tutunca, yenilerini uydurun.
DEDİĞİM GİBİ…HİÇ BİR YORUMUM YOK. SADECE ANSİKLOPEDİK BİLGİ.