Oktay EROL

Tarih: 14.05.2025 23:45

SIĞINMACILARIN SON DURAĞI…

Facebook Twitter Linked-in

İlki, ikibinonbir yılında başlamıştı! Suriye’de yurttaşlar tedirgindi, can güvenlikleri olmadığı belirtiliyordu, sırtlarında neyi taşıyabilirlerse “o kadar” eşya/ gereç alarak kaçmak zorundaydılar! Eşlerini, çocuklarını kurtarmak zorundaydılar! Suriyelinin gideceği yer İsrail olamayacaktı, Arap ülkeleri de hiç olamayacağına göre, “bir” Türkiye kalıyordu! Geçmişten, özellikle Hatay ile Kilis çevresinde yaşayan bildikleri/ tanıdıkları bile vardı! ikibinonbir yılının mayıs ayı girmeden ikiyüzelli kişilik bir grup, Cilvegözü sınır kapısından Reyhanlı’ya giriş yaptı!

Anadolu insanı konukseverdir, “konukluğunu” bilen kim olursa olsun ağırlamasını bilir! Hele öyle yurdunda yaşama özgürlüğü olmayan birine yaşına/ dinine/ rengine bakmadan yardımcı olmayı insan olmanın gereği sayar! Kendi ekmeğine, kendi emeğine, kendi yaşam biçimine, kendi alışkanlıklarına, kendi geleceğine zarar vermedikçe korur, doyurur, insan sayar!

***

İkibinyirmidört yılında yapılan bir açıklamada, Suriyelilerin “geçici koruma” kapsamında olduğu, kayıtlara göre de üçmilyon Suriyeli sığınmacının Türkiye’de bulunduğu belirtildi! Bu sayı kimilerine göre onmilyonun üzerindeydi! Gerek Suriyelilerin gerekse Afganlıların kaçak olarak sınırlardan girdikleri çektikleri videolarla gündeme bile gelmişti! Tüm bunları bir yana bırakmış olsa bile, ülkemizde başbakanlık yapan Binali Yıldırım’ın sosyal medya hesabı üzerinden “Türkiye, AB'nin güvenliğini sağlayan bir ülkedir. Türkiye olmazsa mülteciler Avrupa'yı istila eder ve büyük bir sorunla karşılaşılır" paylaşımını yaptığına bile tanık olduk!

“Türkiye olmazsa Suriyeliler Avrupa’yı istila eder” anlayışı kısa sürede üzerine koymuş, “iktidara” yakın bazı isimlerden “sığınmacılar olmazsa sanayimiz durur, tarım/ hayvancılık yok olur, Suriyelilerin de Türk topraklarında hakkı var” denk gelmiştik; anımsayın! Sığınmacılar gelmeden önce bu yurdun toprakları ekilmiyormuş, hayvancılık yapılamıyormuş, sanayi denilen yapıdan kimsenin haberi bile yokmuş; bu yurdun yurttaşının verdiği uğraşı tanımayan/ bilmeyen aymazları da bildik/ tanıdık!

***

Sabah, eve yakın olan bir fırında, yeni çıkacak ekmeği bekliyordum. Fırının hem kürekçisi, hem de bezecisi sakallı yaşları yirmibeş/ otuz yaşlarında gençlerdi. Benim gibi sırada bekleyen biri, “Suriyeliler, sığınmacılar her yerde” dedi. Hemen yanındaki “nasıl olmasın ki, bizimkiler bunların yaptıklarını yapmıyorlar ki” diye karşılık verdi. Yine aynı yaşlarda ekmek satışı yapan genç “abi, haklısın, bunlar sabahın yedisinde geliyorlar, gecenin onbirine dek çalışıyorlar, bunların yaptıklarını bizimkiler yapmıyor, sekiz saat çalışacağını söylüyor” dedi!

İşveren için bulunmaz Hint kumaşı sığınmacılar! İstediğin kadar çalıştır, istediğin kadar ücret ver, istediğin sözü söyle, bağır/ çağır/ kız… Bunların hiçbirini “bizimkilere” yapamadıklarından, kızamadıklarından, istediği aylıkla çalıştıramadıklarından dolayı sığınmacıyı daha çok seviyorlar! Yanımdaki, fırın yetkiline son sözünü söyledi: çalıştırdığın senin kölen değil her şeyden önce. Elbette sekiz saat çalıştıracaksın, duygularıyla oynayacaksın, hak ettiğini vereceksin… İlerleyen süreçte sana kazandırıyor diye tüm çalışanları sığınmacıdan seçersen, “bizim” işsizlerimizi buradan uzak tutarsan, sıkıştıklarında ilk gözlerine kestirdikleri sen olacaksın; peki, o zaman ne yapacaksın, kazancını nasıl yiyeceksin bakalım…”

***

İkibinonbirde yurtlarından kaçanların “geçici korumalığı” artık bitmiş olmalı! Esad’ın gitmesini bekleyenlerin “bayram sevinçlerini” yaşamaları gerek artık! Bir ülkenin içinde bu kadar sığınmacı, bu kadar yurdundan kaçmış olamaz; bugüne değin olduysa bile, bu denli uzun süre “konuklukları” düşünülmekteyse artık bitmeli, hepsi birer birer yurtlarına geri dönmeli, bu yurdun ergilerini/ bu yurt için ataları Kurtuluş Savaşı vermiş yurttaşlarına bırakmalı! 

Suriye’de yeni yönetim geçmişin yaralarını sarmayı, kendi yurttaşlarını kucaklamayı istekli, ya da bizde “iktidar” sığınmacıların yurtlarına gönderilmesinde ne denli gönüllü? Şu bilinmeli; “geçici korumanın” uzadığı her gün hem ekonomik, hem sosyal dengeler, hem de toplumsal erinç yönünden her gün yeni bir onarılmaz yara açıyor! Halk doymuyor/ yaşayamıyor/ sosyalleşemiyor, sokaklar duygudaşlığı unuttu; ondört yıldır süren konukluk artık bitmeli, “gönüllü geri dönüş” izlenceleri gündemde tutulmalı! Bu son durak olduğu anlayışı ortaya konmalı!

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —