Savarona yatı Hamburg’ta yapılmıştı. Başka ülkelerden de talipleri vardı. Ama Atatürk’ün bu yatı çok arzuladığını duyan Hitler, “Bu yat hiç kimseye verilmeyecek, Atatürk’e gönderilecektir,” diye talimat verdi.
1 Haziran günü, Ata’nın odasına giren Kütüphanecisi Nuri Ulusu, Sarayın penceresinden dışarı bakarken, Sarayburnu önlerinden Savarona’nın geçtiğini gördü ve “Paşam Savarona geliyor,” sevinçle haber verdi.
Atatürk yattığı yerden kalktı ve bir süre geminin Dolmabahçe önlerine doğru süzülüşünü seyretti. Sonra da Ulusu’ya, “Hazırlanın, hadi gemiye gideceğiz,” dedi. Bu onun Savaronaya ilk ayak basışıydı. Çok beğendi gemiyi ve “Bir çocuğun oyuncağını bekler gibi ben de bu gemiyi beklemiştim. İşte geldi, bindim. Şimdi mezarım mı olacak bu tekne benim,” dedi.
Savarona’ya yerleşince çağırdı, Nuri Beyi ve “Nuri oğlum, son okuduğum kitapları getirdin mi? Hepsini kamarama muntazam koy, herhalde pek dışarı çıkamayacağım için bol bol okuma fırsatım olacak. Sonra, galiba Şükrü Kaya Bey de gelecek, burada kalabilir; o da okumayı çok sever, tamam mı,” diye talimat verdi. Ata’yı çok iyi tanıyan Nuri Bey, “Efendim, son okuduğunuz kitapların hepsini Ankara’dan getirdim, hepsi hazır” deyince, “Aferin cucuk, (çocuk) aferin,” diye takdirini bildirdi.
Ertesi gün Şükrü Kaya geldi. “Paşam çok zevkli, Allah size sağlıkla uzun gezmeler versin,” deyince hazin bir gülüşle “İnşallah inşallah,” dedi Atatürk. İlk defa sözlerinde bir ümitsizlik vardır.
Savarona’ya gelişiyle sağlığı biraz düzelse de, hastalık iyice ağırlaşmıştı. Artık kitap okuyacak mecali de kalmamıştı. Sadece plak dinliyordu. Bir gün yine plak dinlerken “Nuri oğlum, galiba yolun sonu geldi, bana çok iyi hizmet ettin, Allah hepinizden, senden razı olsun. Hepiniz iyi çocuklarsınız, güzel günlerimiz geçti,” deyince Nuri Bey ellerine sarıldı. Hem öpüyor hem ağlıyordu.
Günden güne eriyordu. “Bir evimize gidebilsek,” demeye başladı. Evimiz dediği Çankaya Köşkü’ydü. Milletin evi.
Artık hastalığı duyulmuştu. Yabancı gazeteler getirtti. Hayır, Anafartalar’ın, Çanakkale’nin, Sakarya’nın, Büyük Taarruz’un kahramanını kimse bu şekilde görmemeliydi. 48 kiloya düşmüştü. Dolmabahçe’ye dönmesine karar verildi. Ama nasıl?
24 Temmuz’u 25 Temmuz’a bağlayan gece yarısı, Kılıç Ali, Salih Bozok ve Polis Memuru Faik Çelen Atatürk’ü büyük bir hazineyi taşır gibi, gece yarısı oturur vaziyette dışarı çıkarırlar. Sahilde nöbet tutan asker ve çevredeki polisler, bir bahane ile Hasan Rıza Soyak tarafından uzaklaştırılmış, yatın ve saray bahçesinin elektrikleri de söndürülmüştü. Son derece dikkatliydiler çükü en küçük bir harekette kemikleri birbirine sürtmekte ve çok acı vermekteydi.
Dolmabahçe’de çağın tıbbı neye elveriyorsa hepsi yapılıyordu. Son muayenesinde, Dr. Neşet Ömer İrdelp Ata’ya yaklaşıp, “Efendim dilinizi uzatır mısınız," deyince Atatürk dilini hafifçe çıkardı. "Lütfen biraz daha uzatır mısınız," deyince de dilini birden geri çekip, kafasını yan tarafa doğru çevirdi ve doktorun yüzüne bakıp, “Ve aleyküm selâm,” dedi. Gözleri kapandı ve bu son sözüydü Komaya girmişti.
10 Kasım… Saat 09:05. Acı haber dalga dalga bütün dünyaya yayıldı. Bir millet ağlamakta, dünya ağlamakta, insanlık yas tutmaktaydı.
Naçiz vücudun toprak olmadı Atam. Seni Türkiye’nin tüm illerinden ve Kıbrıs’tan getirilen toprağa sardılar. Ömrünü verdiğin vatan yaptığın topraklara.
RUHUN ŞAD OLSUN.