Yazar: Taus Ultumu
*
1.Bölüm
Yıl: 2050
Mevsim: Sonbahar
Yer: Muğla
Muğla’nın taş evlerle çevrili bir mahallesinde, zeytin ağaçlarının yaprakları sonbahar rüzgarıyla usulca dökülüyordu. Yağmur ailesinin müstakil evi, bahçesindeki nar ağacının dalları yere değecek kadar meyveyle doluydu. Evin reisi Bekir, 70’ine merdiven dayamış, ama hâlâ dimdik ayakta bir devlet memuruydu. Bulgaristan’dan göçeli 50 yıldan fazla olmuştu; o günleri hatırladıkça içindeki vatan hasreti bir an olsun dinmiyordu. Sabah erkenden kalkmış, masanın başına oturmuş, emeklilik maaşını hesaplıyordu. “Kira yok, şükür,” diye mırıldandı, “ama Selami’nin sınav masrafları, Fadime’nin okul taksitleri, Naşit’in bitmeyen internet faturası… Acaba bir 5 yıl daha çalışsam mı?”
Mutfakta Adile, Aydın’ın Kurtuluş kasabasından getirdiği tarhana tarifini uygulamakla meşguldü. 2050’de bile elektrik fiyatları uçmuş, doğalgaz desen hayal olmuştu. “Sobayı yakalım bari,” dedi kendi kendine, “hem tarhana kaynar, hem ev ısınır.” Ülkenin ekonomik durumu aileyi zorluyordu; marketten yumurta bile tane tane alınır hale gelmişti. Adile’nin aklı arada Hatice’ye kayıyordu. Afyonkarahisar’da elektrik tesisatçısı Yılmaz’la evli olan kızı, 7 yaşındaki Gülseren’le hayata tutunmaya çalışıyordu. “Geçen aradı, ‘Anne, mazot pahalı, Yılmaz iş bulamıyor,’ dedi,” diye iç geçirdi Adile. “Biraz para göndersek mi?”
Bu sırada salonda Naşit, elinde zorlukla aldığı ikinci el bir dizüstü bilgisayar, sanal gerçeklik gözlükleriyle bir şeyler kurcalıyordu. 14 yaşında ama ticarete kafası zehir gibiydi. “Anne, bu eski VR gözlükleri tamir ettim, internette satsam 500 lira eder!” diye seslendi. Adile, “Oğlum, gözün bozulacak, bırak şu ekranı,” diye cevap verse de Naşit çoktan bir satış platformunda ilan açmıştı. Ülkenin gençleri ya işsizdi ya da böyle küçük girişimlerle ayakta kalmaya çalışıyordu.
Fadime ise odasında hemşirelik sınavına hazırlanıyordu. 16 yaşında, kararlı bir kızdı. Televizyonda haberler açık kalmıştı: “Sağlık sistemi çöktü, hastanelerde hemşire açığı rekor seviyede!” Fadime içinden, “İyi ki bu mesleği yapmak istemişim, omul bitince hemen iş bulurum insanlara yardım ederim,” diye içinden geçirdi. Ama ders kitaplarının fiyatı, yeterli paralarının olmaması onu üzüyordu. “Babam emekli olmasa bari,” diye dua etti sessizce.
Selami, mutfak masasında hukuk fakültesi deneme sınavını çözüyordu. 18 yaşında, çalışkan ve idealistti. Abisi Muhittin gibi öğretmen olmak istemiyor, “Bu ülkede adalet lazım,” diyordu. Ama sınav ücretleri, özel ders masrafları gözünü korkutuyordu. Babasına seslendi: “Baba, bu yıl kazanamazsam seneye de çalışırım, sen emekli ol, rahat et.” Bekir gülümsedi ama içinden, “Oğlum, bu ekonomiyle nasıl rahat edeyim?” diye geçirdi.
Trabzon’da öğretmenlik yapan Muhittin ise bayram için aradı. “Anne, baba, selamlar! Bayramınız mübarek olsun,” dedi telefonda. Bekar, 30’una yaklaşmış, ama hâlâ evlenmeyi düşünmüyordu. “Burada kiralar uçtu, maaş yetmiyor, bir de evlilik mi?” diye espri yaptı. Adile, “Oğlum, bir yuva kursan,” dese de Muhittin, “Hele bir ülkenin hali düzelsin,” diye geçiştirdi.
Dışarıda sonbahar rüzgarı hızlanmış, nar ağacının dalları sallanıyordu. Bekir, masadan kalktı, pencereye yürüdü. “Bu ülke hep böyle mi olacak?” diye düşündü. Adile yanına geldi, “Bekir, çorba hazır, hadi içimizi ısıtalım,” dedi. Aile, masanın etrafında toplandı. Naşit hariç – o hâlâ VR gözlük satmanın peşindeydi.
---
2. Bölüm
Yıl: 2050
Mevsim: Sonbahar
Yer: Afyonkarahisar
Afyonkarahisar’ın gri sokaklarında, Hatice’nin küçük dairesinde hava her zamankinden ağırdı. Elektrik tesisatçısı kocası Yılmaz, işsizliğin pençesinde kıvranıyordu. 2050’de enerji krizi yüzünden inşaat sektörü çökmüş, Yılmaz’ın elindeki tornavida bile paslanmaya yüz tutmuştu. “Bu evde yemek yok!” diye bağırdı bir akşam, masaya yumruğunu vururken. Hatice, 24 yaşında, yorgun gözlerle ona baktı. “Yılmaz, tehditlerinle mi doyuracaksın bizi?” dedi, sesi titreyerek. Yedi yıldır evliydiler ama son bir yılda kavgalar bitmek bilmiyordu.
Hatice, o gece kararını verdi: Boşanma davası açacaktı. Sabah erkenden Afyon’un adliyesine yürüdü, elinde arzuhalcıya yazdırdığı buruşuk bir dilekçe. “Gülseren’i bu kavgaların ortasında büyütemem,” diye mırıldandı. 7 yaşındaki kızı Gülseren, odasında oyuncak bebeğine sarılmış, anne-babasının seslerini duymamak için kulaklarını kapatıyordu. Aklı karışıktı; bir yandan babasını seviyor, bir yandan annesine de hak veriyordu. Ama en çok istediği, Muğla’daki anneannesi Adile’nin yanına gitmekti. “Anneannesi yemeğini de yapar, sobayı da yakar, hem orada kavga da olmaz,” diye hayal kuruyordu.
Yılmaz, Hatice’nin kararını duyunca çıldırmış , cahil cesaretiyle dolup taşıyordu. “Benden boşanırsan seni yaşatmam!” diye bağırır ve kapıyı çarpıp çıkmıştır. Sokakta, işsiz arkadaşlarıyla buluşur, bir yandan içip bir yandan da öfkesini kusar; “O ev benim, Gülseren'im kızım benim, Hatice’ye gününü gösteririm!” diyerek tehditler savurur. Ama o, içi boş bir kabadayıydı; ne parası vardı ne de planı. Ekonomik çöküş, onun gibi binlerce erkeği çaresiz bırakmamış mıydı, zaten...
Bu arada Hatice, Muğla’daki ailesini arar...“Anne, boşanıyorum,” der ağlayarak.
Adile’nin yüreği sıkışmıştı. “Kızım, keşke yanımızda olsan, Yılmaz’a güvenip Afyon’a gitmen hataydı,” der. Kocası Bekir telefonu alır ve “Hatice, sabret kızım,davanı aç, gerekirse buraya dön. Gülseren’i de bize gönder, çocuk bunalmasın.” Hatice gözyaşlarını sildi, “Baba, param yok ki, otobüs bileti bile alamam,” diye cevap verdi. 2050’de ulaşım fiyatlafı da yüksekti, ne yapsın ki...
Gülseren, okul dönüşü annesinin yanına oturdu. “Anne, babam bizi bırakır mı?” diye sordu masumca. Hatice sustu, cevap veremedi. Kızının gözlerinde hem korku hem umut vardı. “Anneanneme dedeme gidelim, n'olur,” diye yalvardı Gülseren. Hatice, “Bir yolunu bulacağım,” diye söz verdi ama nasıl yapacağını bilmiyordu.
O akşam Afyon’da yağmur başladı. Hatice pencereden dışarı bakarken, “Bu sonbahar her şeyi alıp götürecek mi?” diye düşündü. Telefonuna bir mesaj geldi; Yılmaz’dan: “Benden kaçamazsın.” Hatice’nin eli titredi ama kararlıydı. Artık geri dönüş yoktu..
---
3. Bölüm
Yıl: 2050
Mevsim: Sonbahar
Yer: Muğla
Muğla’da sonbahar iyice çökmüştü; zeytin ağaçlarının yaprakları sokakları halı gibi kaplamış, havada nemli bir serinlik vardı. Bekir, sabah erkenden evrak çantasını hazırlarken kendi kendine gülümsüyordu. “İyi ki emeklilik yaşı 75’e çıkmış,” dedi, “4 yılım daha var, bu maaşla aileyi ayakta tutarım.” 2050’de devlet memurları altın değerindeydi; özel sektör çökmüş, işsizlik rekor kırmıştı. Bekir, masasına oturup çayını yudumlarken, “Hatice’yi de geri getirsem mi?” diye düşündü. Afyon’daki kızının boşanma davası onu endişelendiriyordu.
Adile mutfakta, “Bekir, sobayı yak, üşüdüm,” diye seslendi. Fadime yanlarında, hemşirelik okulunun ikinci sınıf kitaplarını karıştırıyordu. 16’sından beri hayalini kurduğu mesleğe adım adım yaklaşıyordu. “Anne, stajda hastanede çalışmaya başladım,” dedi heyecanla, “ama ekipman eksik, iğne bile bulamıyoruz.” Ülkenin sağlık sistemi hâlâ toparlanamamıştı ama Fadime’nin gözleri parlıyordu. “Bir gün bu düzeni değiştireceğim,” diye içinden geçirdi.
Bu sırada Naşit, evin salonunda değildi. 14 yaşında, okulu bırakmış, mahalledeki internet kafede esnaf Ahmet’in yanında işe başlamıştı. Ahmet, “Bu çocuk bilgisayardan anlıyor, zekası ticarete yatkın,” diyerek Naşit’i yanına almıştı. Naşit, eski VR gözlükleri tamir ediyor, ikinci el bilgisayar, telefon vs. yenileyip satıyordu. İlk haftasında 300 lira kazanmış, eve gururla gelmişti. “Baba, okul bana göre değil, ben böyle de para kazanırım,” dedi. Bekir kaşlarını çattı, “Oğlum, diploman olsun, sonra ne yaparsan yap,” diye uyardı ama Naşit çoktan kafenin müdavimi olmuştu. İnternet kafeler, 2050’de gençlerin hem eğlence hem iş merkeziydi; elektrik kesintileri yüzünden evde oturmaktansa burası daha cazipti.
O gün öğleden sonra Hatice’den telefon geldi. “Baba, davayı açtım, Yılmaz tehdit ediyor ama pes etmeyeceğim,” dedi. Sesinde hem korku hem kararlılık vardı. “Gülseren’i size göndersem?” diye sordu. Bekir, “Kızım, otobüs parasını ben yollarım, sen de gel, bu ev hepimizin,” diye cevap verdi. Adile araya girdi, “Hatice, dayan, torunumu özledim” dedi.Hatice’nin gözleri doldu, “Baba, param olursa gelirim,” dedi. Afyon’daki evde kira borcu da birikmiş, Yılmaz ise ortalıkta yoktu.
Muğla’da akşam çökerken, Naşit kafeden koşarak geldi. “Baba, bir bilgisayar sattım, 500 lira kazandım!” dedi, cebinden parayı çıkardı. Bekir şaşırdı, “Oğlum, bu para ablanın otobüs bileti eder,” diye hesap yaptı. “Hatice’ye gönderelim mi?” Naşit, “Tabii baba, ablamı kurtaralım,” dedi. Ticari zekası aileye umut olmuştu. Fadime, “Naşit, seninle gurur duyuyorum,” diye gülümsedi.
Dışarıda rüzgar uğulduyordu. Bekir, masaya oturdu, “Bu sonbahar bize şans getirsin,” diye dua etti. Adile sobayı yaktı, tarhananın miş kokusu eve yayıldı. Aile, Hatice ve Gülseren’i geri getirme hayaliyle birleşmişti.
--
4. Bölüm
Yıl: 2050
Mevsim: Sonbahar
Yer: Trabzon ve Muğla
Trabzon’un soğuk rüzgarları, Muhittin’in öğretmenlik yaptığı okulun camlarını titretiyordu. 30’una yaklaşmış, azimli bir öğretmendi ama son zamanlarda yüzünden huzursuzluk eksilmiyordu. 2050’de eğitim sistemi darmadağındı; sınıflar kalabalık, ders araçları yetersiz, öğretmenlere sözlü ve fiili saldırılar ise sıradanlaşmıştı. Geçen hafta bir veli, “Bu çocuk neden düşük not aldı?” diye bağırarak Muhittin’in üstüne yürümüştü. Özlük hakları da erimiş, maaşlar bir dönem kiraya bile yetmez olmuştu. Muhittin, akşamları odasında, “Bu mesleği bırakıp başka bir yol mu arasam?” diye düşünüyordu. Ama ne yapacaktı? Ülkede iş yoktu ki.
Muğla’da ailesini aradı. “Baba, anne, ben iyiyim ama bıktım,” dedi telefonda. “Neredeyse elli yıldır ülkeyi yönetenler, eğitimde, sağlıkta bir bütünlük kuramadı ki... Çocuklara okuma yazma öğretmek bile mucize artık.” Bekir, “Oğlum, sabret, buraya dön, hep beraber bir çare buluruz,” diye teselli etti. Adile, “Muhittin, öğretmenlik senin hayalin değil miydi?” diye sordu. Muhittin iç çekti, “Hayaldi, ama bu şartlarda kabus oldu.”
Bu arada Muğla’da işler hareketlenmişti. Naşit’in kazandığı parayla Hatice’ye otobüs bileti alınmış, Gülseren’le birlikte Afyon’dan yola çıkmışlardı. Hatice, “Baba, geliyorum, ama Yılmaz peşimi bırakmaz,” diye mesaj attı. Bekir, “Kızım, burası senin yuvan, korkma,” diye cevap verdi. Naşit, internet kafede Ahmet’e, “Ablam gelince ona da tamirciliği öğreteyim mi?” diye sordu. Ahmet güldü, “Bu ailede herkes mi tamirci, girişimci?” diye söylendi...
Fadime ise hemşirelik stajında yoğundu. Hastanede yataklar dolu, ilaçlar kısıtlıydı. “Eğitim de sağlık da aynı bataklıkta,” diye mırıldandı. Ama pes etmiyordu; bir hastanın teşekkür gülümsemesi ona güç veriyordu. Eve dönünce Adile’ye, “Anne, Muhittin ağabey haklı, bu ülke düzelir mi?” diye sordu. Adile sustu, sobaya odun attı.
O gece Hatice ve Gülseren, Muğla’ya vardılar. Gülseren, anneannesine sarılıp, “Sanki tarhana kokusu!” diye sevindi. Hatice ise yorgun ama umutluydu. “Baba, Yılmaz’dan boşanırım da, o tehditleri ne olacak?” dedi. Bekir, “Kızım, burası kalabalık, korkma,” diye teskin etti. Telefon çaldı; Muhittin’di. “Abla, hoş geldin, ben de dönmeyi düşünüyorum,” dedi. Hatice şaşırdı, “Öğretmenliği bırakacak mısın?”
Dışarıda sonbahar yağmuru başladı. Aile, sobanın etrafında toplandı. Bekir, “Neredeyse elli yıldır bu ülkeyi yönetenler ne yaptı?” diye sordu sessizce. Cevap yoktu, ama Yağmur ailesi birbirine tutunuyordu.
---
5. Bölüm
Yıl: 2050
Mevsim: Sonbahar
Yer: İzmir ve Muğla
İzmir’in sokaklarında sonbahar yaprakları rüzgarla savrulurken, Selami, 22 yaşında, Ege Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki son dersine giriyordu. Üniversite sınavında başarılı olmuş, Muğla’dan İzmir’e uzanan zorlu bir yolculukla hayalini gerçeğe dönüştürmüştü. Diploması eline yakındı ve tek bir hedefi vardı: Hakim ya da savcı olmak. “Bu ülkede adalet lazım,” diye düşünüyordu, “suç ve suçluyla mücadele benim işim olacak.” Ama 2050 Türkiye’si ona umut kadar korku da veriyordu.
Enflasyon uçmuş, işsizlik rekor kırmıştı. Zenginle fakir arasındaki uçurum bir kanyon kadar derinleşmiş, insanlar mahallelerine, fikirlerine, ceplerine göre ayrışmıştı. Selami, kampüste arkadaşlarının “Biat et, bir torpil bul, yoksa aç kalırsın,” dediğini duydukça midesi bulanıyordu. Cehalet ve biat kültürü her yere sızmıştı; adalet arayanlar değil, güçlüye boyun eğenler kazanıyordu. Selami, “Ben bu düzeni değiştireceğim,” diye kendine söz verdi. Ama nasıl? Ülkenin hali onu hem ateşliyor hem yoruyordu.
Muğla’da ailesiyle telefonda konuştu. “Baba, mezun oluyorum, hakimlik sınavına gireceğim,” dedi. Bekir gururla, “Oğlum, seninle iftihar ediyorum, ama bu ülkede hakimler bile tehdit altında,” diye uyardı. Hatice araya girdi, “Selami, benim boşanma davam hâlâ sürüyor, Yılmaz avukatımı korkuttu, adalet nerde?” Selami sustu, ablasının sesindeki çaresizlik içini acıttı.
Bu arada Muğla’da, Hatice ve Gülseren eve dönmüş, Naşit internet kafedeki işinde ustalaşmıştı. Fadime hemşirelik stajını bitirmiş, ilk maaşını almıştı. Ama Muhittin hâlâ kararsızdı; Trabzon’dan Muğla’ya dönmeyi düşünüyordu. “Öğretmenlik bitti, başka ne yaparım?” diye soruyordu. Adile, “Hepiniz buraya gelsin, bu aile dağılmasın,” diye yalvardı. Bekir, “Selami mezun olsun, bir yol buluruz,” dedi.
İzmir’de Selami, kütüphanede ders çalışırken bir haber gördü: “Hakimlere baskı artıyor, adalet sistemi çöküşte.” Kafasını kaldırıp pencereden dışarı baktı. Zenginlerin lüks arabaları geçiyor, sokakta işsiz gençler sigara içiyordu. “Bu uçurumu kapatacağım,” diye mırıldandı. Ama önce sınavı kazanmalı, sonra bu bozuk düzenle savaşmalıydı.
Muğla’da soba yanıyor, tarhana kokusu eve yayılıyordu. Selami’nin hayali, ailenin umudu olmuştu. Ama sonbahar bitmeden daha çok mücadele vardı.
---
6.Bölüm
Yıl: 2058
Mevsim: Sonbahar
Yer: Muğla ve Çeşitli Şehirler
Muğla’da sonbahar yine yapraklarını döküyordu, ama Yağmur ailesinin evi artık daha sessizdi. Bekir, 75’inde emekli olmuş, devlet memurluğundan kalan mütevazı maaşıyla geçiniyordu. Yorgundu; yılların yükü omuzlarını çökertmişti. Adile ise elden ayaktan düşmüş, sobayı bile zor yakar olmuştu. “Çocuklar büyüdü, şükür,” diye mırıldanıyordu, ama gözleri hep torunu Gülseren’i arıyordu.
Hatice, yıllar süren boşanma savaşını kazanmış, Yılmaz’dan kurtulmuştu. Afyon’daki kabus dolu günleri geride bırakıp Muğla’ya, anne-babasının yanına dönmüştü. Gülseren artık 15 yaşında, zeki ve hassas bir genç kızdı. “Anneanne, bir gün ben de avukat olacağım,” diyordu, annesinin çektiği çileleri unutmamıştı.
Trabzon’u bırakıp Muğla’ya dönen Muhittin, özel bir dershanede hem öğretmenlik hem idarecilik yapıyordu. 38’inde, geç de olsa aşık olmuştu. Ceren, aynı dershanede çalışan bir matematik öğretmeniydi; sakin, güler yüzlü bir kadın. Muhittin, “Ceren, evlenir miyiz?” diye sormuş, Ceren’in “Evet” demesiyle yüzü ilk kez yıllardır gülmüştü. Aile, “Muhittin sonunda yuva kuruyor!” diye seviniyordu.
İzmir’de Selami, 30 yaşında, Cumhuriyet Savcısı olmuştu. Hukuk fakültesinden sonra sınavları geçmiş, adalet için gece gündüz çalışıyordu. Ülkenin selameti onun omuzlarındaydı; enflasyon, işsizlik, adaletsizlik hâlâ bitmemişti ama Selami pes etmiyordu. “Bu düzen değişecek,” diyordu, her dosyayı titizlikle inceliyordu. Muğla’ya geldiğinde ailesine, “Baba, anne, sizin emeklerinizle buradayım,” diye sarılıyordu.
Fadime, hemşirelikte yükselmiş, bir hastanede çalışıyordu. Naşit ise internet kafe işini büyütmüş, kendi küçük dükkanını açmıştı. “Askere gidip döneyim, işimi daha da büyütürüm,” diyordu. Bekir, “Oğlum, vatan borcunu öde, sonra ne istersen yap,” diye nasihat ediyordu.
O sonbahar akşamı, aile sobanın etrafında toplandı. Adile, “Hepiniz büyüdünüz, artık gözüm açık gitmez,” dedi. Bekir elini tuttu, “Adile, bu çocuklarla gurur duyuyorum,” diye cevap verdi. Dışarıda rüzgar uğulduyordu, ama ev sıcacıktı.
---
7.Bölüm
Yıl: 2060
Mevsim: Sonbahar
Yer: Muğla ve Çeşitli Şehirler...
Muğla’da iki yıl geçmiş, Yağmur ailesinin evi yetim kalmıştı. Bekir ve Adile, 2059’da arka arkaya vefat etmiş, zeytin ağaçlarının gölgesine gömülmüştü. Aile, “Onlar bizi bir arada tuttu,” diyerek gözyaşı dökmüştü. Ama hayat devam ediyordu.
Muhittin, Ceren’le evlenmiş, dershanede mutlu bir hayat sürüyordu. İlk çocuklarını bekliyorlardı; “Adını Bekir koyarız,” diyorlardı. Fadime, hastanede tanıştığı laborant Melih’le evlenmiş, yakında bir kızları olacaktı. “Adile olsun adı,” diye karar vermişlerdi. Fadime, “Anne-babam görseydi,” diye iç geçiriyordu.
Selami, savcı olarak suçla mücadelede kararlıydı. Ülke hâlâ toparlanamamıştı ama o umudunu kaybetmemişti. “Adalet bir gün kazanacak,” diyordu. Naşit, Kırklareli’nde askerliğini tamamlamış, Muğla’ya dönüp işini büyütmüştü. “Kendi markamı kuracağım,” diye plan yapıyordu.
Hatice, Gülseren’le Muğla’da sakin bir hayat kurmuştu. Gülseren, üniversiteye hazırlanıyor, “Avukat olup Selami dayım gibi hak,hukuk,adalet için çalışacağım,” diyordu. Sonbahar yaprakları yine dökülüyordu, ama Yağmur ailesi köklerinden aldığı güçle ayaktaydı.
Sobanın sıcaklığı yoktu artık, ama aile birbirine sarıldıkça ısınıyordu.
SON...
[13:14, 01.04.2025] baskanmedya: