“Adalet Tanrıçası’nın gözleri neden bağlıdır? Belki bu terazide eşit ağırlıkların tartılmadığını bildiği için. Öyle midir, değil midir, bilemem. Fakat Adalet Tanrıçası, herhalde, sanık sandalyesinde oturtulan bilim adamlarından çok ama çok utanmıştır.”
Sözler bana ait değil. Yine, tıpkı Server Tanilli gibi, faşizmin kahpe kurşunlarıyla can veren Uğur Mumcu’ya ait. Adalet Tanrıçası’nın gözleri kapalı olmasaydı, mutlaka utanırdı sanık sandalyesinde bir bilim adamını görmekten. Ama duruşmanın sonunda da, daha kararı duymadan gurur duyardı, sanığın savunmasını duymaktan.
Ne demişti Tanilli: “Kalemimden çıkmış her cümlenin, her kelimenin ve hecenin altında, entelektüel şeref ve haysiyetim yatmaktadır.” Bu bir savunma değil aslında. Bir tokat, kendini yargılayanlara karşı. Hele o yargılayanlar entelektüel şeref ve haysiyetten yoksunsa.
Server Tanilli, Devlet Güvenlik Mahkemesi yargıçlarının yüzlerine karşı, “Mahkemelere asla hesap vermem,” diye haykırmıştı. Görevini yapmış bir bilim adamının huzuru ve rahatlığı içindeydi. Kendini ihbar edenler görevini yapmıştı. DGM savcısı da bu ihbar doğrultusunda hazırladığı iddianame ile Tanilli’yi demir parmaklıklar arkasına göndererek görevini yapmak için çırpınıp duruyordu. Hem de yargıladığının kendisini yetiştiren bir hukuk hocası olduğunu unutarak. Hepsi görevlerini yapmanın peşindeydi. Ama sadece birisi, çağının, insanlığının, onurunun ve meslek namusunun kendisine verdiği görevi yaparken, diğerleri kendilerini görevlendirenlerin uşaklığını yapma peşindeydiler. Birisi ömür boyu gururla yaşar, öldükten sonra da minnetle anılırken, diğerleri utancın iğrenç bataklığında debelenip duruyordu.
Bir üniversite öğretim üyesi, bir bilim adamı seçimini yapar: Ya egemen sınıfın yanında yer alır, arabalar, katlar, villalar, paralar içinde yüzer, ya suya da sabuna da dokunmadan sürüngenler gibi yaşar, ya da Tanilli gibi inandığı gerçekler uğruna, ölümü bile göze alıp, kendi gibilerin gönlünde sonsuza kadar yaşar. Tanilli yerini seçmişti. Erkekçe, yiğitçe, mertçe ama çalımsız, gösterişsiz.
“Bilim adamının mahkemelere karşı sorumluluğu var mıdır? Hayır. Bilim adamı, bilimsel görevini yerine getirirken, mahkemelere hesap vermez. Böyle bir yol tutulursa, o toplumda hem bilim ilerleyemez, hem de tarihte çok acı örneklerini gördüğümüz büyük yanlışlıklar yapılmış olur mahkemelerce; giderek, adalet ağır yaralar alır,” demişti. Aslında şöyle demek istemişti kibarca: Siz kim oluyorsunuz ki, bana hesap soruyorsunuz? Siz değilsiniz benim muhatabım. Siz değilsiniz benim kendisine karşı sorumlu olduklarım. Tarihte şimdi sizin yaptıklarınızı yapan binlerce aymaz oldu. Mahkum ettiklerinin hepsi tarihin onur sayfalarını süslerken, muadillerinizin hepsi tarihin çöplüğünde çürüdü gitti.
Yer darlığından yazamamıştım. Tanilli, savunmasını Attilâ İlhan’ın şu dizeleriyle tamamlamıştı:
“O sözler ki, kalbimizin üstünde,
Dolu bir tabanca gibi, ölüp ölesiye taşırız.
O sözler ki, bir kere çıkmıştır ağzımızdan,
Uğrunda asılırız…”
TIPKI NAMIK KEMAL’İN DEDİĞİ GİBİ:
"Zalim olsa ne rütbe bi-perva,
Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız!
Merkez-i hake atsalar da bizi,
Kürre-i arzı patlatır çıkarız!"
SENİ, SİZLERİ UNUTMAYACAĞIZ; UNUTTURMAYACAĞIZ.