Yaz akşamları bazen nenem
“Hadi kalk gidiyoruz,” derdi. Daha nereye gittiğimizi söylemeden kapıya koşardım, çünkü neresi olursa olsun nenemle gitmek güvenli gelirdi.
Ama Sinemaya gideceğimizi anlardım.
Yazlık sinemaya vardığımızda içeri girince ilk gördüğüm şey tahta sandalyeler olurdu.
Filmler çoğu zaman yarıda kesilirdi. Film kopardı. Perdeye gölge düşer, ışıklar yanardı. Ben de neneme yaslanır, “Nene, film niye durdu?” diye sorardım. Nenem, “Evladım, hayat dediğin şey böyle işte; tam mutlu oluyorsun, birisi çıkıp filmi koparır" derdi. O zaman anlamazdım, büyüyünce anladım: Nenem hem bilgeydi hem de hayatı böyle acı-tatlı bir mizahla anlatırdı.
Mahalle arkadaşlarımla top oynadığım günler… Ah, orada hem kahramandım hem trajedi kahramanı. Bir maçta beni kaleye koyarlardı, diğerinde oyuna bile almazlardı. Nedenini hiç anlamazdım. Ama yine de mutluydum…
Gasnaklı uçurmak ise çocukluğumun hem en büyük özgürlüğü hem en büyük yenilgisi oldu. Herkesin uçurtması göğe doğru cesur bir yolculuğa çıkarken, benimki sanki “Ben bu kadar yükselemem, başım döner der gibiydi. Rüzgâr biraz sert esti mi, uçurtma değil ben uçacak gibi olur, canhıraş bir çığlıkla ipi tutmaya çalışırdım. Arkadaşlarım beni izler, “Koş, koş!” diye gülerdi. Koşardım tabii, çünkü çocukken bir uçurtmanın peşinden koşmak bile insanı dünyanın sahibi gibi hissettirirdi.
Ama tüm bunların içinde bir sessiz hüzün de vardı. Bazen kalabalık içinde bir anda durur, göğe bakardım. Hiçbir şey söylemezdim ama içimden “Keşke zaman böyle durabilse” diye geçirirdim. Çocuk aklı işte… Zamanın durmayacağını bilmiyordum. Şimdi büyüdüm, anladım ki durmasa bile insan bazı anıları kalbinde saklayarak zamanı yenebiliyor.
O yazlık sinemanın kendine özgü havası, nenemin ağır ama güven veren adımları, top oynarken üzerime gelen toz bulutu, uçurtmamın sakinliği ...Şimdi hepsi içimde bir yerlerde hâlâ yaşıyor. Geri dönüp baktığımda hem gözlerimi nemlendiren hem de beni gülümseten bir manzara görüyorum: Büyümeye çalışan küçük bir çocuk… Dünyayı anlamaya çalışan ama çoğu zaman anlamasa da pes etmeyen…
Belki de çocukluk dediğimiz şey, tam da oydu: Hem gülmek hem içi burkulmak, hem koşmak hem düşmek, hem uçurtmayı salıp göğe bakmak hem de ipi sımsıkı tutmak. Hüzünle mizahın el ele verdiği, insanın kendini en gerçek hissettiği o tuhaf, o güzel zamanlar.
Aydın Sihay