24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanmış, yeni Türk Devleti’nin bağımsızlığı kabul edilmişti. 2 ay sonra, 13 Ekim 1923’de Ankara, Hükümet Merkezimiz oldu.
Artık, rejimin adı konmalı, devlet başkanı da seçilmeliydi. Üstelik bazı yabancı ülkeler Lozan Antlaşması’nı onay için Türkiye’deki yeni rejimin adının açık şekilde ilan edilmesini istiyorlardı. Bunun için, İcra Vekilleri Heyeti’nin istifası ve Meclisten güven oyu alacak bir kabinenin acilen oluşturulması gerekiyordu.
Bilinen olaylardan sonra, 28 Ekim 1923 akşamı Mustafa Kemal, bütün kabineyi Çankaya Köşkü'ne davet etti. Tarihimizin en önemli gecelerinden biriydi. Mustafa Kemal ertesi günü Cumhuriyeti ilan edeceklerini bildirdi.
O gece İsmet Paşa’yla sabaha kadar çalışarak, her şeyi son bir kez yeniden gözden geçirdiler.
İşte, iç ve dış şartların doğurduğu bu hızlı gelişmeler sonucu, 29 Ekim 1923 akşamı Cumhuriyet ilân edildi.
Artık bütün dünya çağdaş Türkiye ile tanışıyordu. Demokrasiye giden yol aydınlanmıştı. "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" kuralı, Türkiye Cumhuriyetinin vazgeçilmez, vazgeçirilemez. İlkesi olmuştu. Demokrasinin bütün kurallarının zamanı geldikçe uygulanması, Türk milletinin, siyasal haklarını dilediği gibi kullanması, ülkede çoğulcu demokrasinin işlerlik kazanması, yeni Türkiye’nin, yeni yol haritası idi.
Ancak çağdaşlaşmayı amaçlayan, büyük devrimlerin yapıldığı bu dönemde, muhalefetteki aymazlar aralarına katılan gericilerin ve Cumhuriyet rejimini yıkmak isteyen fırsatçıların gizli faaliyet odakları haline geldi. Bu yüzden, şartların henüz uygun olmadığı bir dönemde, çok partili rejim, ister istemez bir süre daha ileriye bırakıldı. Her şey adım adım gerçekleştirildi. Ama misyonlarını bugünkü torunlarına devreden yobazlar, zaman zaman yer altındaki karanlık mahfillerde saklansalar da, her fırsatta, kendi terminolojileriyle “huruç” ederek hainliklerini sürdürüyorlar.
DEMEK İSTİYORUM Kİ,
BİZ DE,
• YAŞATMAYA SÖZ VERDİK; YAŞATACAĞIZ.