Türkiye’de patronları “en fazla üzen” konuların başında işçi ücretleri gelir. Asgari ücret artışlarından önce hemen ağlamaya başlar bu güruh:
-Maliyet artışlarını karşılayamazsak işçi çıkarmaya gidebiliriz!
En çok kazandıkları zamanlarda olduğu gibi kriz dönemlerinde de aynı şarkıyı söylemekten geri durmazlar. Hükümetler genel olarak patronları koruma eğiliminde olurlar. Eskiden böyleydi. 2024 Türkiye’sinde ise işçiler doğrudan “düşman kuvvetler” olarak mütalaa ediliyor. Sadece çalışan işçiler değil, emekliler ve de memurlar da aynı safta sıralanıyor.
Bunlara karşı “ne yapılabilir?” sorusuna verilecek yanıtı herkes biliyor:
-Örgütlü mücadele gerekiyor?
İşçilerin ve memurların sendikaları var. Memurların toplu sözleşme yapma yetkileri var ama grev hakları yok. İşçilerin ise hepsi var!
En büyük işçi örgütü Türk-İş… Açık yazılımıysa, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu… 6-7 Eylül 1952’de İzmir’de kuruldu. Devlet tarafından her dönemde “yakınlık” gördü!..
Türk-İş de devlete karşı “aşırı saygılı” olmaya dikkat etti. Devlet büyüklerini üzmemek için kendi üyelerinin ezilmesine göz yumdu. Tıpkı baltaya sitem eden ağaç gibi:
-Sen beni kesemezdin, eğer sapın benden olmasaydı!
Türk-İş liderleri bakımından her dönemde işçi haklarını kesen baltanın sapı oldular!
1963 yılında Maden-İş sendikasının Kavel kablo fabrikasında yaptığı “yasa-dışı” grev sonunda sendikalara grev hakkı tanındı. Türk-İş uzaktan izledi. 1966’da Kristal-İş’in Paşabahçe Şişe Cam Fabrikasındaki grevine destek değil köstek oldu.
Türk-İş yönetiminden umudunu kesen sendikalar 1967’de Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’i kurdular.
DİSK işçilerin üretimden gelen gücünü kullanarak hızla büyüdü. DİSK demek, grev demekti. Toplu sözleşmeler DİSK sayesinde işçilerin belini doğrultan ücret artışları anlamı haline geldi.
Türk-İş o yıllarda da klasik “sorumlu sendikacılık” çizgisini sürdürdü. DİSK “1 Mayıs Bahar Bayramı değil, İşçi Bayramıdır” diyerek 1976’da Taksim’e çıktı.
Türk-İş yönetimi “Türk işçisinin 1 Mayıs ile ilgisi yoktur, o komünistlerin bayramıdır” dedi. Bu demeçleri veren yöneticiler uçaklara atlayıp; Berlin’de, Paris’te, Moskova’da, Varşova’da yapılan 1 Mayıs törenlerine uçtular!
12 Eylül 1980’de sendikal faaliyetler yasaklandı. DİSK yöneticileri idam istemiyle yargılanırken Türk-İş, genel sekreterini Cunta Hükümetine bakan olarak verdi.
Türk-İş gerek devlet, gerekse patronların yüreklerine su serpen “itidalli” yöneticileriyle her dönemde işçilerin sırtına saplanan hançer olmaktan vazgeçmedi.
2024 itibatrıyla Türkiye ücret ve maaşlılar açısından en ağır dönemi yaşıyor. Ücretler ve maaşlar güneş altındaki kar gibi eriyor. En büyük işçi örgütü Türk-İş, “değişik şehirlerde basın toplantıları” yapacaklarını söylüyor. İşçi taleplerini okurlarına yansıtacak basın mı kaldı?
Bir türlü akıllarına gelmiyor, işçilerin üretimden gelen güçleri var! Kuruluşundan 72 yıl sonra bile uzlaşmacı çizgisinden bir milim sapmayan bu yapı işçilere değil işverenlere huzur ve güven vermeye devam ediyor:
-Türk-İş’in makbul liderleri!