Gecenin karanlığı çöktü mahalleye. Apartmanda herkes çekildi evine. Kimileri dizisini seyrediyor, kimileri haberleri izliyor, kimileri de misafiriyle ya da ailece sohbet ediyorlar.
Ben de öyle, evimdeyim. Ama ben bunların hiçbirini yapamıyorum. Gözlerim karşı duvarda, perdelerde, pencerelerde, her yerde seni görüyor, seni izliyor ve seni düşünüyorum.
Bir elimde ucuzundan bir Pamukkale, diğer elimde cigaram, çıktım balkona. Sokak ışıkları parlıyor, mahalle sessiz, sakin ve suskun. Belli ki herkesin bir derdi var, onu yaşıyor. Benim derdim, tasam, düşüncem sensin.
Bir yandan da Nesimi’yi dinliyorum. “Duydum feryadını, kırıldı belim / Gelmek mümkün değil, bağışla beni” diyor. Beni anlatıyor. Ben de sana gelememiştim. Ama şimdi düşünüyorum da, yanlışın daniskasını yapmışım.
Koşullar ne olursa olsun gelmeliydim sana.
Gene de gelmeliydim sana, sultanım!
Tam üç koca yıl geçti aradan.
Şerefsiz bir tümör peydah oldu, tehdit etti akciğerimi, aldılar. Kalbimde büyüme ortaya çıktı.
İnsan ömrünü uzattılar, uzatmasına da, organlar uyum sağlayamadılar bu sürece. Sağlık kuruluşları, eczane ve ev üçgeninde geçiyor yaşamım.
Tam bir yıldır gitmiyor ellerim klavyeye, yazamıyorum. Oysa bilirsin, beynimde şekillenen düşünceyi dilimin kalıplarına aktararak ya da klavyeye dökerek başkalarıyla paylaşmayı ne de çok severdim.
Oya sen yaşasaydın, yanı başımda olsaydın, omuz verseydin bana, bir başka dönerdi bizim dünyamız. Galile bile ölçemezdi bizim dünyamızın hızını.
“Özveri” senin diğer adındı. Karşılık beklemeden vermek, paylaşmak, sevmek senin karakterindi, kişiliğindi.
Bilirsin, bir türküde “unutmak kolay mı deme, unutursun Mihribanım” der. Oysa ben, unutamadım seni, unutamıyorum sultanım!
10 Mayıs 2024.
Mahmut TEBERİK