Adnan Gümüş

Tarih: 18.05.2024 15:45

VİCDANSIZ HÜRRİYETSİZ MAARİF VE OTORİTERLİK: FİKİR/İDE, DİN MEZHEP TELKİNİ

Facebook Twitter Linked-in

Aristoteles’in “Neler yapılabilir?” ve “Ne yapmalı?” soruları bireysel düzeyde kişinin, kolektif düzeyde toplumun ne/kim olacağı, nasıl bir ortaklık/dayanışma oluşturacağı ve nasıl bir hayat sürdüreceği ile ilgili sorunun/açmazın iki ana yüzünü gösteriyor: Hayat; bilgi ve tercih sürecidir.

Bilgi nedir sorusu bir şeyin bilgisine nasıl erişebilirim sorusunu, tercih nedir sorusu da tercihin dayanacağı ölçütler nelerdir sorularını içermektedir.

Lenin’in ne yapmalı sorusu aynı minvaldedir.

N. Hartmann “Ethik” eserinde insan bir kez hayata geldiğinde yaşamamazlık, seçememezlik edemez demektedir, yani hayat aynı zamanda bir “ahlak” açmazıdır, değer problemidir. “Değerli olan ve yapılması gereken, birbirinden ayrılamaz temel bir sorunun iki farklı yüzüdür. Ne yapmam gerektiğini ancak hayatta neyin değerli olduğunu ‘görürsem’ hesaplayabilirim ve neyin değerli olduğunu ancak bunun kendisini değerli bir eylem, bir görev olarak, içsel bir yapma isteği olarak hissedersem ‘görebilirim.”

Değerli olanın değerini görme öncelikle ilgili şeyin bilgisinden ve sorgulanmasından geçmektedir. Görebilme her şeyden önce özgür iradeden geçmektedir.

OTORİTERLİK (RIZAYA DAYALI İKTİDAR) BİLGİYLE, VİCDANLA, İRADEYLE ÇELİŞİKTİR

A. Hitler, yasa ve seçimlere dayalı iktidar olmuş, Almanların meşru bir lideriydi, otoritesi Almanya yasaları ve halkının rızasına dayanıyordu.

M. Weber, birine istediğini yaptırma gücüne iktidar, ona rızasını sağlayarak bir şey yaptırma gücüne otorite demektedir.

Sorunun rasyonalitesi, rızadan önce insanın üstünde bir “iktidar” veya “otorite” makamı olmasını varsaymasıdır. Daha en başından insanı ancak otorite altında bir varlık saymasıdır. Adorno ve arkadaşlarının “otoriter kişilik” deyimi sorunun ana kaynağının “otorite” arayışından kaynaklandığını iddia etmektedir.

İktidardakiler iktidarlarını meşrulaştırmak için rıza üretimine, “otorite” oluşturmaya çalışmaktadır. Kendilerini boyunduruk altına alan iktidarları bizzat kendilerinin tasvip etmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bunun en yaygın yolu sınıflı zümreli oluşu içselleştirmiş geleneklere inançlara başvurulmasıdır.

SEZGİSİNİ İRFANINI ELE GEÇİRME, İRADESİNİ KIRMA, BOYUNDURUK ALTINA ALMA

İnsanın his ve duyguları tümden yok edilemez ama büyük ölçüde ele geçirilebilir. İnsan birilerinin boyunduruğuna girebilir.

Dahası insan boyunduruk altına alınabilir. Bunun en bariz örneği “kölecilik” idi, patriyarka da kadını erkeğin boyunduruğu altına sokmadır.

Birlikte özgür iradeye dayalı dayanışma yerine belli bir aile, aşiret, din, mezhep, kilise, tarikat bağlılığı boyunduruk altında bir insan anlayışını temsil etmektedir.

Tanrının temsilcisi kral/reis/şeyh anlayışı, mutlak monarşiler halkın boyunduruk altına alınmasının en uç formlarıdır.

“Maarif modeli” taslağı; dışsal baskıyla boyunduruk altına alınmanın daha ötesinde boyunduruğa rıza gösteren pasif bir insan modellemektedir.

RIZA DEĞİL BİLİNÇLİ SEÇİM KRİTİK EŞİĞİ OLUŞTURUYOR

Dayanışma ile boyunduruğa girme arasında ince ayrımlar karşıt olguları göstermektedir. Boyundurukluk durumunda rıza üretilmesi ana faili oluşturmaktadır. Diğer yanda kişinin ve toplumsal grupların neyi nasıl yapacağını, neyle nasıl bir birlik veya dayanışma oluşturacağını bilgi, akıl, vicdan temelinde kendisinin seçmesi, bilgi ve özgürlük kritik eşikleri oluşturmaktadır. Değer ve fikir/ide eğitiminin en başı bilim, matematik, mantık, felsefe, sanat eğitimiyle başlar, temeller buradadır, neyin önemli olup olmadığına karar verebilmek öncelikle bilgisine ve rasyonalitesine dayanmaktadır. Geriye kalan boşluklar bu bilgi bilinç rasyonaliteye, yaşam deneyimleri ve düşünce eklenerek özgür vicdanla ilerletilmek durumundadır. Yani rıza başka sorgulama yüzleşme ve özgür iradeyle dayanışma başkadır.

VİCDANSIZ MUHAFAZAKARLIK VEYA MUHAFAZAKÂR OTORİTERLİK

J. W. Dean Dean “Conservatives Without Consciense” (2006) çalışmasında, neomuhafazakar liberalizmi “vicdansız muhafazakarlık” olarak tanımlamaktadır: “Basitçe ifade edersem, benim bulgum muhafazakar otoriterliğin giderek artan varlığıdır. Muhafazakarlık, sözde modern aşamasından (1950-94) postmodern olarak adlandırılabilecek bir döneme (1994’ten günümüze) belirgin bir şekilde evrildi ve bunu yaparken de en eski otoriter köklerine geriledi. Otoriterlik Amerikan hükümeti ve siyaseti bağlamında iyi anlaşılmamış ve çok az tartışılmıştır, ancak şu anda muhafazakârlar arasında hakim olan düşünce ve davranışı oluşturmaktadır. Ampirik çalışmalar ise otoriterlerin sıklıkla özgürlük düşmanı, antidemokratik, eşitlik karşıtı, son derece önyargılı, kötü ruhlu, güç düşkünü, Makyavelci ve ahlak dışı olduklarını ortaya koymaktadır. Bunlar aynı zamanda bu ulusu daha önce hiç görmediğimiz felaketlere sürükleyebilecek kapasitede vicdansız muhafazakarlar olarak adlandırılabilir.”

AKP’NİN “MAARİF MODELİ” “DİN TELKİNİ”Nİ AMAÇLAMAKTADIR, VİCDANSIZ DİNCİ MÜTAŞERİK OTORİTERYENLİKTİR

İnsanın değer ve fikirleri/ideleri teokratlara/kelamcılara bırakıldığında ideoloji bilimi olmaktan çıkar, aksine fikir ideoloji aşılamaya döner, din telkinine döner. Yahudiler, Hristiyanlar, Hindular, Müslümanlar, farklı mezhep ve tarikatlar için bazı akait ve ameli farklı olabilir ama anlayış aynı anlayıştır: Kendi amentüsü ve amelini dayatmak, maarif taslağındaki ifadesiyle “Telkin etmek”.

AKP’nin maarif taslağı din mezhep telkini taslağıdır, Sünnilik, tarikat telkinidir.

AKP’nin terbiye anlayışı dinle mezheple tarikatla terbiyedir.

Dinle mezheple terbiye insanın bilinçli vicdanlı seçim ve yaşamasını değil bilincinin vicdanın mezhepçe ele geçirilmesini hedeflemektedir. İrfan ayrı bir tartışma konusu ama telkin sonuçta hürriyeti şart olan kişinin açık sezgisini/hür irfanını bile yok etmektedir, yani aynı zamanda irfansız bir otoriterliktir. Bilinçsiz vicdansız otoriterliktir. MÜTAŞERİK (müteahhit, taşeron, tarikat, şeriatçı şerikliğine dayalı) bir otoriterliktir.

BİLİM OLARAK İDEOLOJİ: DEĞERLER VE FİKİRLER/İDELER BİLGİSİ VE SORGULAMASI ŞART, SEÇİM SERBEST

İletişim ve işletme fakülteleri maalesef daha ağırlıklı olarak kandırmaca fakülteleri oldu. İlahiyatlar da azcık “metafizik/teori” taşıyordu bünyesinde ama giderek ve güncel haliyle hepten “İslamcı kelâm” fakültesi oldu. Bunlar üzerinden değerler bilgisi veya fikirler ideler bilgisi edinilmesi zor gözüküyor.

Tüm kültürün dine indirgenmeye ve ahlakın dine mezhebe bağlanmaya çalışılması zaten bilim ve felsefeden uzak toptan indirgemeci ve sakat bir yaklaşım.

“Din Kültürü” ve “Ahlak Bilgisi” nötr/yansız olarak, bilimsel pedagojik olarak tüm tin bilimlerinin, felsefenin, tarihin, sosyolojinin, psikolojinin, ekonominin, siyaset biliminin, sosyal bilgi ve bilimlerin, antropolojinin konusunu oluşturmaktadır.

Okullarda verileceği sınır her tür fikir ve değerin bilgisini tartışmak, tanımaktır, yoksa çocuklara belli bir kültürü ve belli bir fikri telkin/aşılamak değildir.

Okulun yeri, rolü evrensel insani değerlerin bile ancak sorgulanmasıyla, eleştirel olarak yüzleşilmesi ile sınırlıdır, gerisi neyi ne kadar benimseyip benimsemeyeceği çocuğun/kişinin hak ve özgürlüğüdür.

Özetle; içeriği ne olursa olsun belli bir değer veya fikrin telkini kişinin yok sayılmasıdır, aşılama daha en başından otoriter totaliter bir anlayışa dayanmaktadır.

Bilgi bilim felsefe sanat yetkinliklerinin artırılması ise bireyin dünyayı ve hayatı anlayabileceğinin, kişinin kendi kararlarını kendisinin verebileceğinin kabul edilmesidir, kişinin özne sayılmasıdır. Kişinin hem kendi kendisinin öznesi görülmesi hem de aynı zamanda kolektif/ortak yaşamın özgür kişisi görülmesidir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —