Paris'e gittiğimde sabahları muhakkak bir zamanlar Sartre'ın, Picasso'nun, Camus'nun sık sık uğradığı Saint Germain Bulvarındaki adını çiçek tanrıçası Flore'dan alan Cafe de Flore'a uğrar, cam kenarındaki, kırmızı örtülü her zamanki masama oturur kapuçinomu yudumlarken 'Le Monde' gazetesini okurum.
Ara sıra dışarıyı izlerim.
Madamlar geçer.
Mösyöler geçer.
Matmazeller geçer.
Neşeyle okul çocukları geçer.
Paris önümden geçip gider.
Yine bir sabah uğramıştım
Yağmurlu bir gündü.
İçerisi yağmurdan kaçanlarla doluydu.
Yves Montand'ın şarkısı uğultudan duyulmuyordu.
Gazeteye biraz ara vermiş etrafa göz gezdiriyordum.
Kapı açıldı kırmızı şemsiyesiyle Romy Schneider içeri girdi.
Bir an düş görüyorum sandım.
Donup kalmıştım.
Hayranı olduğum Romy karşımda duruyordu.
Etrafa göz gezdirdi.
Bir tek karşımdaki sandalye boştu.
Bana doğru geldi.
Yüzünde o güzel gülümsemesiyle ''oturabilir miyim?' 'dedi.
''Ta-ta- tabii gadasını aldığım" dedim kekeliyerek.. ''Başımın üstünde yerin var'' .
Türkçe anlamadığı için gülümsedi sadece.
Oturdu.
''Hep böyle karşımda oturup gülümseseniz'' dedim
Yine gülümsedi. Çantasını açıp kırmızı, küçük bir kavanoz ve kaşık çıkardı.
O sırada adının anlamı mutlu olduğu için ''Mutlu Felecia'' diye
seslendiğim garson kız geldi.
Ve ondan bir fincan kahveyle iki dilim kızarmış ekmek istedi.
Gazetemi okur gibi yapıyor ama onu izliyordum.
Ekmeğin birini alıp kavanozdaki ne olduğunu anlayamadım şeyi sürüp bana uzattı.
''Sizin için'' dedi. Vişne reçeli sever misiniz?
Feleğim şaştı. Sevmez miyim.
''Sizi de çok severim'' diyemedim.
Ama ilerde söyleyecektim
Hayatımın en güzel vişne reçelini yiyordum.
Kendisi yapmış.
Reçel yapmayı çok seviyormuş..
''Siz beni gugulda araştırıp vişneyi çok sevdiğimi mi öğrendiniz?'' dedim.
Gülümsedi yine,
Ertesi gün kocaman bir kavanozla geldi.
Çantasından çıkarıp masaya koydu.
Ben de çantamdan içine kalbimi koyduğum kavanozu çıkarıp ona uzattım.
''Bir zamanlar Paris de''.
Aydın Sihay