İfral TURGUT

Tarih: 22.07.2024 19:20

YENİ MAARİF MÜFREDATI VE MOLLA LÜTFİ

Facebook Twitter Linked-in

Bir ülkeyi yok etmeyi hedefleyen dahili ve harici bedhahların ilk hedefi eğitimdir. Eğitimi yöneten ve yönlendirenler müfredatı içi boş bir meşgale haline getirirlerse, daha fazla  gayrete gerek kalmaz. En kısa zamanda yeni bir nesil yetişecek, bu nesil cehaletin ne olduğunu bilmediği için cehaletinin de farkına varmayacak ve bulunduğu toplumu oyun hamuru gibi yoğurmak egemenler için zevkli bir oyun haline gelecektir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Bilim tarihinde çok önemli işler yaptığı halde, çoğu kimsenin hiç tanımadığı, hatta bilinçli bir biçimde unutturulan kişiler vardır. Çünkü genellikle otoriteyle başları derttedir

Tokatlı Lütfi veya diğer adıyla Sarı Lütfi’yi yani Molla Lütfi’yi anlatmaya çalışıyorum. 

15. yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet ve II. Beyazıt dönemlerinin ünlü matematikçilerinden biridir. Ali Kuşçu’nun öğrencisi olmuş, Kuşçu’dan öğrendiği matematiği Sinan Paşa’ya aktarmış. Sinan Paşa, bu sayede matematik öğrenmiştir. 

Sinan Paşa’nın önerisiyle Fatih Sultan Mehmet’in özel kütüphanesinin başına getirilmiştir. Kitabı, okumayı, bilimi, araştırmayı seven biri için bulunmaz bir fırsat, muhteşem bir hazinedir kütüphane. Molla Lütfi, bu şansı çok iyi kullanmış, pek çok değerli kitaptan değişik bilimleri öğrenme fırsatı bulmuştur.

Molla Lütfi, çevresinde sözünü sakınmayan biri olarak bilinir. Fatih Sultan Mehmet’in medrese müfredatından bazı dersleri kaldırması üzerine, Fatih’e çıkıp,“Sultanım, medreselerden geometri, matematik ve felsefeyi çıkarırsanız yakında ordunuzda köprü yapacak mimar, doğru karar verecek kadı bulamazsınız,” der. Sen misin diyen, Sivrihisar’a sürülür.

Fatih’ten sonra tahta çıkan Beyazıt, tüm siyasi mahkûmları affedince, hem İstanbul’a, hem de medresedeki görevine döner

Çalışmalarını matematik ve astronomi üzerine yoğunlaştırır. Bir kitap yazar ve yüzün üzerinde farklı bilim alanının tanımını yapar. 

Sahn-ı Seman medreselerindeki eğitimi ve dönemin bilimcilerini eleştirmektedir. Eleştirilerinin temel noktası da medresede pozitif bilimlerin azalması ve yerini dini bilgilerin almasıdır. Bir tartışmasında, “Namaz kuru bir tekrar, bir alışkanlık, eğilip kalkmaktan başka bir şey değildir,” demesi Molla Lütfi’nin sonu olmuştur. Mahkemece suçlu bulunur ve Beyazıt’ın onayıyla kafası uçurulur. 

Bu infaz, halk tarafından da büyük bir haksızlık olarak değerlendirilmiştir. Hatta dönemin bazı ileri gelenleri ve şairleri, Molla Lütfi'nin çekememezlik yüzünden öldürüldüğünü, bu nedenle de şehit sayılması gerektiğini vurgulamışlar.

Halil İnalcık'a göre Molla Lütfi “tutuculuğun kurbanı özgür düşünceli bir bilgin olarak anılması gereken, üstün bir bilgisi ve geniş hoşgörüsü nedeniyle yaşadığı yüzyılı aydınlatan bilim adamlarından biridir.”. 

Molla Lütfi’nin öldürülmesi, Osmanlı’da pozitif bilimlere karşı hareketin başlangıcı kabul edilebilir. Başına gelenler ise Sokrates’in başına gelenlerden farksızdır.

Osmanlının yükselme döneminde bile, bilime ve farklı düşüncelere karşı pek de hoşgörü yoktur. Yükselen Osmanlı değil, Molla Lütfi ve benzerleridir.

Lütfen bu yazıyı ve satır aralarını tekrar ve dikkatlice okuyalım, sonra da yeni maarif modelini yeniden inceleyelim. Göreceğiz ki, bugüne kadar ulaşılan sonuçları gördükçe yobazlar keyifle ellerini ovuşturuyor, biz ise bilimsel dedikodular yapıyoruz.

ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİNİ BİLE KAYBETTİK. BARİ TORUNLARIMIZ VE ONLARIN ÇOCUKLARI İÇİN BİR ŞEYLER YAPALIM.

BİZ KİM MİYİZ?


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —