"Düşünmek zor zanaattır, bu sebepten çoğunluk sürüyü takip eder."
— Carl Gustav Jung
Bertrand Russell
“Çoğu insan düşünmeyi sevmez, çünkü sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalır.”
2. Friedrich Nietzsche
“Sürü psikolojisi, zayıfların sığınağıdır. Düşünmek cesaret ister.”
3. Immanuel Kant
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmama durumu, insanın kendi aklını başkasının kılavuzluğu olmadan kullanamayışıdır.
4. Søren Kierkegaard
“Kitle, hakikatin düşmanıdır. Kitleye uyarsan, düşünmeyi terk edersin.”
5. Arthur Schopenhauer
“Çoğu insan düşünmektense inanmayı tercih eder; çünkü düşünmek zahmetlidir.”
6. Epiktetos
“Kendi aklını kullanmayan, başkasının kuklası olur.”
Okumayı, araştırmayı, hele sorgulamayı hiç sevmiyoruz ve bu mesele kolektif bir vicdan muhasebesi diye düşünüyorum. Zira bir kişinin cehaletinden öte, bir toplumun topyekûn düşünmeyi de terk edişi söz konusu...
18. yüzyılda, Aydınlık Çağı düşünürlerinden Denis Diderot (1), cehalete kafa tutarken hem bilimde ve sanatta hem de felsefede sınır tanımıyordu...
Ama bugün, bilgi çağının göbeğinde, yapay zekâların insanın düşünme kapasitesini dahi tartıştığı bir dönemde hâlâ dogmaların gölgesinde yaşamayı seçiyor olmamız, gerçekten izan ve mizanla açıklanamayacak bir ruh hâli ya da beyin felci olmalı...
Kısaca, dumura uğramış zihin hâli diyebileceğimiz bu kilitlenmenin tarihsel bağlamını düşündüğümüzde, Halil İnalcık’ın (2) uyarısı hatırlanmalıdır:
"Cumhuriyet’i kuran kadronun nefret ettiği üç temel tehdit vardı: Yabancıların iç işlerimize müdahalesi, etnik bölücülük ve dinî taassup."
Bu üç tehlike yalnızca siyasi bir tavır değildi; toplumsal varlığımızı şekillendiren kurucu kırmızı çizgilerimizdi...
Bugün yabancı sermaye artık yalnızca ekonomimizi değil, karar mekanizmalarımızı da kontrol ediyor. Etnik fay hatları siyaset mühendisliğinin temel malzemesine dönüşmüş durumda. Dinî taassup ise bireyi özgürleştiren değil, susturan, hizaya getiren bir mekanizma hâline geldi ki o kırmızı çizgiler teker teker silinmiş gibi... Hatta Cihan Dura’nın (3) işaret ettiği gibi, bu tehditler daha da güçlenmiş hâlde karşımızda duruyor ve diyor ki:
"Atatürkçü aydınların suskunluğu, bu vahim tablonun orta yerinde bir ihmal değil, bir ihanet gibi duruyor."
Tekrar Diderot’ya dönmek gerekir.
Zira bu ikilikleri en yalın ve çarpıcı şekilde ortaya koymuş ve diyor ki:
“Eğer rahipleri istiyorsanız filozoflara ihtiyacınız yok demektir. Eğer filozofları istiyorsanız rahiplere gerek yoktur.”
Bunu yalnızca laiklik tartışmasına dair düşünmeyin; bu söz, aklın ve dogmanın, sorgulamanın ve kör inancın arasındaki çelişkiyi ortaya koyuyor.
Diderot’nun filozofları yalnızca bilgi sahipleri değil, halkı uyandıranlardı. Bugün ise o filozofların yerini ekranlarda bağıran yorumcular, sosyal medyada veri manipülasyonlarıyla fikir üreten “fenomenler” almış hâlde.
Böylece, aydınlanma yerini algoritmik cehalete bırakırken, entelektüel çaba yerine kolaycı kopyalar tercih edilir olmuş...
Noam Chomsky ise bu durumu şöyle açıklıyor (4):“İnsanlar, manipüle edildiklerini bilmeyecek kadar eğitimden uzak bırakıldılar.”
Bu sadece ihmalle açıklanacak bir durum değildir; bu bilinçli bir politikadır.Zihinler dumura uğradı, yani düşünme kasları da köreltildi... Böyle bir çağda mı yaşıyoruz?
Gerçekten, Byung-Chul Han’ın tanımıyla, modern kişi artık bir başkası tarafından baskı altında değil ama kendi kendini baskılayan bir üretkenlik kölesi midir? (5)
Bir tarafta kendisini özgür zannediyor ama her adımında sistemin yeniden üreticisi olmaya devam ediyor.
İşte:
Bilgiyle değil, etkileşimle mutlu oluyor. Sorgulamayla değil, onaylanmakla besleniyor. Sanki birer “mutluluk zombisine” dönüşmüş gibi, kimse gördüğü çarpıklığa itiraz etmiyor.
Toplumsal felç sadece ahlâkî değil, epistemolojik bir çöküş hâlini de almış.
Sadece yanlış yönetilmiyoruz; aynı zamanda yanlış düşünmeye de programlanıyoruz ve tüm bunları değerlendirdiğimizde sorumuzu da değiştirmemiz şart oldu.
Neden böyleyiz? demiştik ama dumura uğramış " Zihinsel Hâlimizin Halli " meselesine odaklanmalıyız.
İşte son sorumuz:
Kilitlenen zihnimizi açacak anahtar nedir, nerededir?
Sadık Usta’nın vurguladığı gibi: Zihinler birbirine çarpmalı, fikirler tartışmalı, insanlar birbirini etkilemelidir. Bir toplum ancak birbirini zorlayan insanlar sayesinde aydınlanabilir (6) ve birilerinin, korkmadan, yılmadan, “neden böyleyiz” demesi gerekir, zira düşünce, rahat alanlarda değil, sarsıntılarda gelişir.
Unutma ki,
Bu toprakların uyanışı, bu sorunun en güçlü cevabıdır.Bu millet, daha önce de cehaletle mücadele etti; emperyalizmin gölgesinde kurtuluş mücadelesi verirken bile okuma seferberliğini başlattı. O zaman bu milletin önderi diyordu ki: “Dünyada her şey için, uygarlık için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.”
İşte bu sözdür bu milletin kurtuluş reçetesi..
Uyarı Cihan Dura'dan: "Dünyanın en zengin, en verimli madeni insan beynidir. İşleyen kazanır, efendi olur; işlemeyen kaybeder, köle olur. Yadsınamaz bir gerçektir ki, insan için esas olan; duyu organları destekli akıldır, kısaca ‘gözlemci akıl’dır. Dünya gerçeklerine onunla erişilir ki eğilmez, bükülmez, reddedilemez. Onları küçümseyen, dışlayan, yok sayan, öğrenmeyen, uygulamayan toplumlar kesin olarak cehalete, sefalete ve dışlanmaya mahkûmdur."
Demek ki:
Cehalet hâlâ bir düşman ve bilim ise tek kurtuluş yoludur: Oku, anla, düşün ve sorgula!
Unutma!
“Hiçbir diploma aydın olmanın belgesi değildir.
Aydın olmak; bir eğitim ve öğretimle birlikte, bir dünya görüşü olmak, bir yarın umudu taşımak ve idealleri olmak, kişisel çıkarlarını bir yana bırakarak yurt sorunlarını kendine dert edinmek, onlara çözüm yolları aramak özelliklerini gerekli kılmaktadır.” (7)
Haydi!
Suat Umutlu
16 Haziran 2025
Dipnotlar;
(1)Denis Diderot (1713–1784).Fransız filozof, yazar ve Ansiklopedi'nin baş editörüdür. Aydınlanma Çağı'nın öncülerinden olan Diderot, özgür düşünceyi, bilimin rehberliğini ve dogmalara karşı aklı savunmuştur. Cehalete kafa tutarken, aşkta, sanatta, bilimde sınır tanımayan biri... D’Alembert’in Rüyası adlı eserinde o dönemde hayal bile edilemeyecek derecede ileri görüşle 'maddenin canlılıkla bağlantısını', evrimin erken fikirlerini ve hatta yapay zekâya benzer kavramları tartışıyor. 1769’da, bilinç ve makine üzerine kafa yoruyor...Bu, Bilimkurgu mu, yoksa filozofun çılgın öngörüsü müdür?
(2) Prof. Dr. Halil İnalcık (1916–2016). Dünyaca tanınan Türk tarihçidir. Osmanlı tarihi üzerine yaptığı derinlikli araştırmalarla “tarihçilerin kutbu” unvanını almıştır. Bilimsel metodolojiyi tarih yazımına kazandıran öncülerdendir.
(3) Prof. Dr. Cihan Dura (d. 1935).Türk iktisatçıdır. Ulusal ekonomi, kalkınma stratejileri ve küreselleşme eleştirileriyle tanınır. Atatürkçü iktisadi yaklaşımı savunan, özgün düşünceleriyle dikkat çeken bir akademisyendir.
https://www.facebook.com/share/p/16bxXojFxi/
(4) Noam Chomsky (d. 1928).Amerikalı dilbilimci, filozof ve siyasal aktivisttir. Modern dilbilimin kurucularındandır. Aynı zamanda emperyalizm, medya ve dış politika eleştirileriyle küresel vicdanın sesi olmuştur.
(5)Byung-Chul Han (d. 1959).Güney Koreli filozof ve kültür kuramcısıdır. Almanya’da akademik çalışmalarını sürdüren Han, geç kapitalizmi, dijital çağın insan üzerindeki etkilerini ve “şeffaflık toplumu”nu eleştirel bir dille incelemiştir.
(6)Sadık Usta (d. 1959).Türk yazar, çevirmen ve düşünce tarihçisidir. Aydınlanma, İslam düşüncesi ve Doğu-Batı felsefesi üzerine özgün eserler kaleme almış, Diderot başta olmak üzere birçok klasik eseri Türkçeye kazandırmıştır.
(7)Prof.Dr.Cavit Orhan Tütengil (1921–1979). Türk sosyolog, yazar ve aydınlanmacı düşünürdür. Toplumun yapısını Atatürkçü bir bakışla ele almış, köy sosyolojisi ve kalkınma üzerine önemli eserler vermiştir. Halkçı ve ilerici kimliğiyle tanınan Tütengil, düşüncelerinden ötürü 1979'da suikasta kurban gitmiştir.