1962 yılında İstanbul'da doğdu. Adını babası koydu. Dücane Arapça “iki hayat” demek.
12 Eylül döneminde, 16 yaşında cezaevine girdi ve yaklaşık dört yıl kaldı. Ülkücü olarak girdiği cezaevinde Kuran’la tanıştı ve Melami-Bektaşi düşünceli bir babanın dindar oğlu olarak çıktı. Ülkücülükle arasına mesafe koydu. Cezaevinde edindiği tecrübeyle, hiçbir gruba angaje olmadı.
Kur’ana odaklandı. Standart bir Müslüman’ın ilgi alanı dışında kalan ilginç konular üzerinden, modern insanın sorunlarını anlamaya çalıştı.
Arapça, İngilizce, Almanca, Fransızca, İbranice öğrendi.
Yazmaya cezaevinde başladı çeşitli dergi ve gazetelerde makaleler yazdı. İlk yazılarını, “Taş Medreseden Mektuplar” başlığıyla yayımladı. 1985’te köşe yazarlığına başladı ve 13 yıl aralıksız yazdı. 2011 yılında yazılarına son vererek, Büyükada'da inzivaya çekildi.
İlk yazılarında, mantık, felsefe, dilbilim, dinî bilimler konularında çağdaş eleştiriler yaptı. Daha sonraki çalışmalarında ise, din ile bilim ve din ile siyaset ilişkilerini inceledi.
Felsefe, teoloji, psikoloji, tasavvuf, tarih, edebiyat, çeviri, sanat, mimarlık, sinema gibi farklı alanlardaki denemelerini kitaplaştırdı.
Şimdi, düşünüyor ve yazıyor. Evinin cephesinde üç motto yazılı:
Din ve bilim kıyaslaması kısaca şöyle:
Cündioğlu, ”İslam Dünyasını Ayağa Kaldırmak Batılılar İçin Zor mu” başlıklı konuşmasında Türkiye’de İslam’ın güçlenmesini, Türklerden çok, Batıların istediğini çünkü inandırılmış ve düşünmeyen bir toplumu yönlendirmenin her zaman çok kolay olduğunu söyledikten sonra, aynen şöyle diyor: “İslam dünyasında milyonları sokağa dökmek için bir kaç tane kutsala dokun. Ertesi gün herkes sokaklarda.”
KONUNUN ÜZERİNDE KAFA YORMAYA DEĞER.