Nasıl bir dönemden geçiyoruz? Sorunun yanıtı hem içinde bulunduğumuz hem de yaşamaktan kaygılandığımız konular… Bir yazgıcılık, bir yalnızlık, bir dil arayışı, bir yurttaşlık sınavı hepsi! yaşananları salt sıradan bir siyasal çalkantı gibi görmeyelim;güvenin bozulduğu, duygudaşlığın daraldığı, kurumların içinin boşaltıldığı, sözcüklerin anlamını yitirdiği bir süreç...
Sokakta yürüyen yurttaşın yüzündekibelirgin/ bezgin/ bitik çizgi apaçık kaygı! Her sabah açlıkla uyanan emekçi, her akşam yorgunluğuyla/ yalnızlığıyla baş başa kalan genç, her gün bir sonraya tutunmaya çalışan emekli/ ücretli, bir başına kalmışlığı umursanmayan çalışan/ üretimde zorlanan çiftçi… Artık “adalet” dediğimizde ucu açık olgular beliriyor gözümüzde. “Temsil” dediğimizdeseçim olmaktan çıktı, “demokrasi” anlamını yitirdi; sokaklar, yaşam alanları, belirsiz gelecek, kalın duvarların gerisinde süren yaşamlar…
***
“Neden böyle olduk” sorusunu çok sordum, birçokları gibi… Sanatçı Rutkay Aziz’de benzer kaygılarını sıralamış geçen gün bir açıklamasında… Yaşananlar Aziz’in o denli içine oturmuş, o denli yüreğini yaralamıştı ki… Kim ne derse desin buna “sanatçı duyarlılığı” demeden yapamayacağım! Sanatçının, “halkın savaşçısı” olması gerektiğine, bunu yapmayanların “çığırtkan/ şaklaban” olmaktan öteye gidemeyeceğini yazıyorum arada bir de olsa… Magazin izlencelerinin şımarık, halkın yaşamıyla ilgisi olmayan, toplumun kaygılarını “öykünmekten” ileriye gidemeyen, yüzleri/ eğlenceleri/ sevinçleri belirsiz maskelilerden söz ediyorum, onlara “sanatçı” da demiyorum!
Sanatçı Rutkay Aziz, saptamasında “Bu kadar kirli, bu kadar sevgisiz, bu kadar saygısız, ahlaksız, yalancı hatta hırsız bir toplumda pek yaşamamıştık” sözlerine yer veriyor! Sokakta ya da pazarda, markette “alım” zorluğu yaşayan yurttaşın sözleri değil bu; yıllarını “sanata” adamış, toplumun gelişmelerini gözlemlemiş, halkın içinde bulunduğu koşulları irdelemiş, düşündüklerini her ne pahasına olursa olsun ortaya koymuş bir sanatçının sözleri! “Sevgisizliğin, saygısızlığın, ahlaksızlığın, yalancılığın, hırsızlığın” bu denlisine hiç tanık olmadığına vurgu yapıyor! Yaşı yarım yüzü devirenler, geçmiş yıllarını bir değerlendirsin!
***
Sıkça gündeme gelen Cuma Hutbeleri vardır bilirsiniz… Ya ulusal günler öncesinde utkuların baş önderi Mustafa Kemal Atatürk’ü anmama gibi, ya da toplum yaşamını ilgilendiren konularda “keskin” sözler gibi yaptıkları açıklamalar nedeniyle tepkiyle karşılanmışlardır! Diyanet, en son gençler konusu işlenirken “bugün ne yazık ki kimi çocuklarımız daha küçük yaşlarda bağımlılık tuzağında, kimileri sanal kumar batağında; kimileri sapkın fikirlerin, batıl düşüncelerin, fıtratlarını bozacak yanlış anlayışların ağında, kimileri akran zorbalığı altında, kimileri ise moda ile özenti uğruna elimizden kayıp gitmektedir” denildi.
Sözlerin birçoğuna katılmamak olası değil! Ancak bu çocuklar ne bağımlı ne de kumar alışkanlığıiçinde doğmadılar! Ne olduysa bu toplumda, bu toplumun eğitim sisteminde, medyasında, rejimsel uygulamalarının sonucunda oldu! Diyanet, “aile ile toplumun ihmalinden kaynaklanıyor” demeyi yeğlese de, yaşanan koşullarda “ailenin” ne yapabileceğini sorgulama gereği duymuyor! Gerçekten, asgari ücretle geçinmeye zorlanan, işsiz gencine iş bulamayan, gencine medyada gördüklerini yaşatamayan “aile” çocuklarının “geleceği” konusunda ne denli etken?
***
“Gençler”…“Geleceğin” umutları… Milenyum sonrasında dünyaya gelenler, bu “iktidardan” başkasını görmediler! “Sevgisizliğin, saygısızlığın, ahlaksızlığın, yalancılığın, hırsızlığın, haksızlığın, sahteciliğin” tümüne birden tanık olurken, “hak etmedikleri” bir sürecin içinde yitip gitmekte gençlik; bu yurdu terk etmek, yaşamını dışarıda sürdürmek isteyenlerden geçilmiyor baksanıza! Diyanet’in, “özenti uğruna elimizden kayıp gitmekte” dediği gençlerden önce; ülkede kimler/ nasıl lüks yaşamın içine çekildiyse, nasıl “doymazlıklarıyla” çocuklarını şımarttıysa, gençliği “özentiye” zorladıysa onları tartışmalı, bilmeli herkes…
Nasıl bir dönemden geçtiğimiz ortada! Sanat Rutkay Aziz en açık biçimde özetlemiş! Gençliği yalnızlaştırılıp, yoklukla sınanan bir ortama sürükleyen kim varsa “yanlışını” düzeltmedikçe daha ağır koşulların yaşanacağı da bilinmeli! “Haksızlığın/ sahte diplomanın” gerçeğini alt ettiği bir dönemde, hangi “gelecekten” söz edebilirsiniz ki; bir deneyin isterseniz, yitip gidersiniz!