Nazım ALPMAN

Tarih: 27.11.2025 23:33

TARİH ZAFER’LERİ YAZAR!

Facebook Twitter Linked-in

Kendisini tanıtırken “gazeteciyim” demenin her daim onurunu yaşayan Zafer Arapkirli 25 Kasım 2025 Salı günü Çağlayan’da yargıç karşısına çıktı. İstanbul Adliye Sarayı aşina olduğumuz bir mekân. Ama yine her tarafını öğrenmek kolay değil. Yargılama yapılacak yer için danışmaya başvurmak gerekiyor. İlk yanıt olumsuz:

-60. Ağır Ceza Mahkemesi yok. Siz ne için gelmiştiniz?

-Cumhurbaşkanına hakaret için…

-O davalar asliye cezalarda görülüyor. Sizinki 60. Asliye Ceza Mahkemesine olmalı. İkinci kat sağ tarafta.

Yanlış bilgiyi nereden aldığımı unutup doğru adrese yöneliyorum. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) kongre havası oluşmuş, 60. Asliye Ceza Mahkemesinin önü gazetecilerden geçilmiyor. TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş her zaman ki gibi en önce gelmiş, yerini almış.

Duruşma saati geldiğinde Zafer, kapıda bizleri içeri kabul ediyor, “siz önden geçin” diyor:

-Ben nasıl olsa girerim!

Bazı duruşmalarda yer darlığı sorun oluyor, görevliler gelenleri içeri sokmamak için canla başla mesai yapıyorlar. Bunu bildiği için Zafer bizlere “torpil” yapıyor!

Zafer Arapkirli neden yargılanıyor?

En iyisi bunu kendisi anlatsın:

“Sayın yargıç, ben ‘minik’ bir muhbirin ihbarı sonucu burada sanık durumundayım. Bu minik muhbir geçenlerde bazen yalan söyleyebildiğini yanlış bilgiler paylaştığını kendisi söyledi. Böylesi bir zavallının yorumunu bir savcının ciddiye alıp dava dosyası hazırlamasını doğrusu çok yadırgıyorum. Mahkemeler önemli ve ciddi kurumlardır. Daha ciddi işlere zaman ayırmalıdırlar. Mesela burada sanık olarak ben değil, gazeteci Hakan Tosun’un katilleri bulunup yargılanmalı! Kadınları katleden katiller yargılanmalı!”

Zafer uzun savunma –aslında itham metninde- adını anmadan “minik muhbir” dediği kişi gazeteci(!) Cem Küçük idi. Arapkirli’nin kendi X hesabında paylaştığı mesajı şöyle:

“Çok kötü senaristsin! Her zaman öyleydin.”

Cem Küçük de bu paylaşımın aslında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret olduğunu yazıp bir de “talimat” modunda ekleme yapıyor:

-Emniyet ve yargımız bu kişi için gereğini yapmalı!

Gereği de yapılıyor. Ama yapanlar da kendilerini biraz sıkıntılı hissediyorlar. Deneyimli avukat Kemal Aytaç, söz aldığında “Sayın savcı bu dosyaya el yazısıyla bir not düşmüş” dedi:

“Ne yapsak acep? Suç çok zorlama… İfade alsak mı?”

Altında değişik karakterle bir başka not daha varmış:

“EMNİYET ALSIN!”

El yazılı bu notları, genç avukat Deniz Yazgan davanın açıldı ilk gün 60. Asliye Ceza’nın kaleminde Zafer’in dosyasını alırken görüyor.

İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu da savunma için söz aldığında salonda bulunan bütün hukukçulara anayasa dersi niteliğinde ve herkesin anlayacağı bir üslupla tane tane anlattı ki, ortada bir suç bulunmuyor.

Duruşmayı izlerken aklıma eski günler geldi: Türk sağı ile devlet arasındaki ideolojik bağları hatırladım. Mesela 1970’lerde ülkücülerin bir sıfatı vardı:

-Devletin güvenlik kuvvetlerine yardımcı kuvvetler!

Dünyanın en değerli çizerleri arasında bulunan Turhan Selçuk bir karikatüründe çatışan iki grubun arkasından telsiz ile konuşan polisi çizmişti:

-Efendim ateş edenlerin de yardımıyla taş atanları yakaladık!

Sonra ne oldu?

Onu yıllar sonra Adana’nın önemli bir ülkücü ismi, gazeteci Ayşe Arman’a şöyle anlattı:

-12 Eylül’den önce elimize bomba veren polisler 13 Eylül’de evlerimizden gelip bizi aldılar! İdamla yargılandık, yıllarca hapis yattık!

Türk Sağının önemli gazetecisi Nazlı Ilıcak, 12 Eylül darbesi sonrasında generallere bir yandan akıl veriyor, bir yandan da tutuklanması gerekenleri ihbar ediyordu.

Devletin eteklerine yapışarak fikir mücadelesi yapanlar tarihin çöp sepetlerinde istihdam edildiler.

Yüzyıllar boyunca hep aynı şey olur:

-Tarih Zafer’leri yazar!


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —