Oktay EROL

Tarih: 29.09.2025 12:29

YÜZ ÇOCUKTAN OTUZİKİSİ AÇSA…

Facebook Twitter Linked-in

Okullar açıldı, ders zili çaldı, tartışmalar başladı yine… Tartışmalar “eğitimden” daha çok “geçim/ alım gücü/ yoksulluk” yine… Hem eğitimciler, hem de öğrenciler yıl içerisinde öğretecekleri ya da öğrenecekleri konulardan daha çok “okul masraflarını” düşünüyor! Öğretmen özgürce düşünebilmeyi öğrenciyle buluşturabilecek mii, veli öğrencisinin gereksinimlerini karşılamakta zorluk yaşayacak mı, öğrencilerin kullandığı sınıf/ koridor/ lavabo temizliğine özen gösterilecek mi, okul giderleri için öğrenciden “destek” beklenecek mi, özel okulların fiyatları el yakmaktan uzak olacak mı?

Sanki yaşamın “sorunları” sayma evresi… Gelecek öngörüleri yok, geleceği düşlemek yok, geleceği iyileştirme adına atılacak adımlar yok; salt “sorunları” duyuyorsunuz! Kırtasiye giderlerine söylenen veli, okul ödentilerine ulaşamayan veli, çocuğunun beslenme çantasını dolduramayan veli, okul döneminde çocuğu aç kalan veli, çocuğuna harçlık veremeyen veli… Saymakla da bitmiyor! 

***

“Bir bizde mi böyle” diye soruyorum zaman zaman… “Bir bizde mi çocukların gelecek sıkıntısı” diye soruyorum… Neye ulaştım biliyor musunuz? Yıllar önce, Turgut Özal’ın Türkiye’de araştırma yaptırdığı, araştırma yapan çocuk bilimci (pedagog) Japonların da “çocuklarınızda ulusal bilinç eksikliği var” dediği ülkenin çocukları “nasıl” eğitim görüyorlardı acaba? Ulaştığım sonuçlar şöyle:

Japon okullarındaki öğrenciler dördüncü sınıfa dek, sözümona on yaşına varana değin sınava girmezler, yalnız küçük testlerden geçerlermiş… Okuldaki ilk üç yıl çocukların bilgisini değerlendirmek değil, görgü kurallarını öğretmek, kişilik gelişimini sağlamak, çocuklara eli açık, duygudaş, anlayışlı olmanın yanı sıra, başka insanlara, hayvanlara, doğaya karşı iyi davranmak da öğretilirmiş… Böyle bir “eğitim biçiminin” Japonya’da olmadığı düşünülse bile, böyle bir “eğitim sisteminin” varlığını bir kıyıya yazalım… 

***

TÜİK ile Dünya Bankası’nın birlikte hazırladıkları Beşeri Sermaye Endeksi (BESE) verileri yayımlandı geçtiğimiz günlerde… Biliyor musunuz, Türkiye’de onbir milyon çocuk hayal kuramıyormuş! Her yüz çocuktan otuzikisi aç, beş yaş altı yedi milyona çocuk günde bir öğün protein tüketemiyor, sekiz milyon çocuk bisikletten/ patenden uzak büyüyor, ikibuçuk milyon çocuk yeni ayakkabı/ giyim alamıyor, yedi milyon çocuk doğum günü/ arkadaş buluşması nedir bilmiyor, beşbuçuk milyon çocuğun oyuncağı yok, dört milyon çocuk kitap/ dergi okuyamıyor, ondört milyon çocuk buluşmalardan/ etkinliklerden uzak… Bu veriler, BESE’nin; unutmayalım…

***

Sistem bir yerden “işini bilmeye”, “varsılı korumaya”, “doymazları güçlendirmeye” başlarsa sonu gelmiyor! “Sahtecilik” yaşamın her evresinde doğal görülmeye başlanıyor; iki yılda köşe dönen komşu “ne yaptığı” bilinmeden “saygınlar” arasında yer buluyor, “sahte” diplomalılar, “sahte” içerikli temel ürünler satanlar, “sahte” gübreyle” tarımı iyileştireceğini sananlar, “gerçek diplomalıları/ diplomasızlara” tutu bırakanların önü/ arkası belirsizleşiyor! İşte “çocuklar” onların da tutsağı…

Çocukların “geleceğe” dönük bakışları kırılmış belli ki; doyamadığı, gereken besini alamadığı, istediği şarkıyı duyamadığı, istediği yaşamı bulamadığı için Japonların çocuklara verdiği duygudaşlıktan, ilgiden, görgüden, kişilikten, doğaya/ hayvana sevgiden uzak… 

***

Hangi “eğitimden” söz ediyoruz biz? Salt ekmeğe/ ete/ süte/ ayakkabıya/ bisiklete/ kitaba değil, salt yaşam bilgisi/ coğrafya/ bilim dersleri değil; “duygu” eksikliği de yaşıyor çocuklar! Bir tohumun toprakta su verilerek can bulmasında, çiçeğin koklanması gerektiğinde, doğadaki canların yaşam haklarında, ormanların korunması gerektiğinde, bir müzik sesinin yaşamla betimlenmesinde “duygu” bulabilmeyi öğrenmek “eğitimin” amacı oldu mu hiç?

Çocukların geleceği bozulmakla kalmıyor, dilleri de bozuluyor sessizce… “Lansman” sözcüğü Fransızca kökenlidir, “lancement” sözcüğünden gelir; anlamı “tanıtım”, “ilk sunum”, “kamuya duyuru” gibi karşılıklar taşır! Ama inadına “film lansmanı” denir! “Dil bozulursa, yaşam da bozulur, bireyler içinde bulundukları topluma yabancılaşır” diyorum! Bakın “çocuklara” bile yabancı olunmuş, “çocukların” bile gelecekleri çalınmış; yüz çocuktan otuzikisi aç, ondört milyon çocuk etkinliklerden uzak! Bu verilerden de anlaşılmıyor mu? 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —